Avrupa’ya Faşizm mi Geliyor? – V. U. Arslan

Avrupa’ya Faşizm mi Geliyor? – V. U. Arslan

Göçmen Meselesi ve Faşizm Tartışması

Avrupa’da aşırı sağcı partiler seçimlerde giderek yükseliyor. 7 Haziran’daki Avrupa Parlamentosu seçimleri bu trendin kıta genelindeki tezahürü olmuştu. Son olarak geçtiğimiz pazar Fransa’da yapılan erken seçimlerin ilk turunda aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) %33 oya ulaşarak birinci parti oldu. Aşırı sağ partilerin yakaladığı başarıları faşizmin ayak sesleri olarak yorumlayanlar çok. Peki gerçekte durum nedir? Batı demokrasileri gerçekten faşizmin pençesine mi düşüyor yoksa aşırı sağcı partiler sisteme entegre olup iktidarın emanet edilebileceği kıvama mı geliyor?

Aşırı Sağın Aldatıcı Cazibesi, Sola da Fırsat Gelmişti

Avrupa’da birbirinden pek de farkı olmayan sosyal demokrat, liberal, muhafazakar, çevreci, vb partiler sırayla iktidara gelir. Bu partiler iktidardayken birbirlerinden küçük farklarla aynı burjuva programı uygularlar. Gelgelelim Avrupa’da uzun yıllardır uygulanan neoliberal programlar yüzünden alt sınıfların yaşam standartları kuşaktan kuşağa adım adım geriledi. Bu ekonomik gerileyiş yüzünden iktidar partileri hızla gözden düşer ve genellikle ilk seçimlerde yerini bir başka ana akım burjuva partiye bırakır. İktidarın yeni sahipleri de aynı politikaları sürdürecektir, üç aşağı beş yukarı. Örneğin Ukrayna Savaşı’ndan ötürü tarihi bir kırılma olarak Alman militarizminin canlanması gerekiyorsa iktidardaki Sosyal Demokrat (SPD) – Yeşiller koalisyonu gerekeni yapmakta bir an bile tereddüt etmez. Sözde varlık nedeni anti-militarizm olan bir partinin militarizmin ve emperyalist saldırganlığın şampiyonu olması bize çok şey anlatmalıdır. 

Bir örnek de Britanya’dan verelim. İstikrar abidesi Britanya ekonomik durgunluk yüzünden o meşhur istikrarını iyiden iyiye kaybediyor. Perşembe günü yapılan seçimlerde Muhafazakar Parti tarihi hezimete uğradı, iyi ama yerine gelen İşçi Partisi de aynı politikaları izleyecek. Kıta genelince bu parlamenter budalalık ömrünü dolduruyor. Kendisini farklı, sistem karşıtı, “anti-elit” olarak gösteren aşırı sağcı partiler yükseliyor. Öyle ya da böyle sistem karşıtı enerji, aşırı sağın dinamiğini oluşturuyor.  

Peki emekçi sınıflar bir sürü hakkını kaybederken sistem karşıtı enerji neden sola yönelmiyor? Aslında yönelmişti. Yunanistan ve İspanya’yı sallayan 2010’ların ekonomik kriz dalgasında radikal sol iddialı Syriza ve Podemos yüksek oylar alarak iktidara gelmeyi başarmıştı. O dönem bu iki hareket çok ses getirmekteydi. Ama iktidar deneyimleri bu partilerin hiç de sistem karşıtı olmadığını ortaya koydu. Gerek Syriza gerek Podemos sosyal kesinti paketlerini uygulayarak gerçekte ana akım sosyal demokrat partilerden hiç bir farklarının olmadığını gösterdiler. Almanya’da doğu Alman eyaletlerinde iktidara gelen Die Linke için de aynı şeyleri söylemek gerekiyor. İktidarda olduğu eyalet yönetimlerinde özelleştirmelere imza atan bu sözde radikal sol parti, şimdilerde krizler ve bölünmelerle yolun sonuna gelmiş durumda. Portekiz, Danimarka ve Britanya’da (Corbyn) da benzer örnekler yaşandı. Kısacası kitleler düzen karşıtı olarak kendisini gösteren sol alternatiflere ymnelmedi değil, ama yöneldikleri partiler sosyal demokratlardan çok da radikal değildi ve kriz anında sistemin efendilerine çalıştılar. Bu haliyle de test edilmiş ve gözden düşmüş oldular. Devrimci sol ise maalesef alternatif olamayacak kadar güçsüz olduğu için boşluğu dolduramadı ve başat bir rol üstlenemedi.   

Aşırı Sağın Düzene Entegre Oluyor, Meloni Örneği

Aşırı sağ partiler kendilerini düzen karşıtı bir güç olarak sunup göçmen sorununu tepe tepe kullanıyorlar. Peki aşırı sağcılar Avrupa’daki yerleşik siyasal-toplumsal yapıları sarsacak kadar radikal mi? Ya da diğer bir ifadeyle olası iktidarlarında bu partiler diğer ana akım burjuva partilerden ne kadar farklı bir yönetim sergileyecekler? Bu noktada gösterge olarak bakılabilecek 3 tane temel konu bulunuyor: 

1) Neoliberal ekonomi modeli, 

2) Ukrayna Savaşı’ndaki tutum ve NATO’ya bağlılık, 

3) Göçmen meselesi.  

Aşırı sağcı partilerin seçim başarılarının gerçekte neye tekabül ettiğini anlamak için bu 3 konuda bu partilerin iktidar pratiklerini irdelememiz gerekiyor. Yani klasik burjuva program farklı bir ambalajla mı sunuluyor; yoksa burjuva demokrasisini ortadan kaldırmaya hazırlanan, keskin bir programa ve uygulamaya sahip faşizmin iktidara yürüyüşünü mü izliyoruz.  

Aşırı sağcı partilerin seçim başarılarının gerçekte neye tekabül ettiğini anlamak için verilecek örneklerin belki de en barizi İtalya başbakanı Georgia Meloni.

Doğal aileye evet. LGBT lobisine hayır, cinsel kimliğe evet. Toplumsal cinsiyet ideolojisine hayır. İslamcı şiddete hayır, güvenli sınırlara evet. Kitlesel göçe hayır, büyük uluslararası finansa hayır, Brüksel’in bürokratlarına hayır”. (bbc, Eylül 2022)

Meloni 2 yıl önce kürsülerde bu sözlerle gürlüyor ve oylarını rekor derecede arttırıyordu. Nitekim seçimleri kazandı ve başbakan oldu. Peki Meloni 2 yıllık iktidar deneyiminde bu atıp tuttuğu konularda ne yaptı? “Uluslararası finansa hayır” lafı tabi ki tamamen palavraydı.  Büyük uluslararası finans çevrelerine ters düşen bir icraatı görülmedi. Avrupa aşırı sağı Euroskeptik diye bilinir, Moleni de konuşmalarında Brüksel bürokratlarına atıp tutuyordu. Gelgelelim şimdilerde Brüksel bürokratlarının ele başı Ursula von der Leyen Meloni’nin yakın arkadaşı ve Meloni de Leyen’e desteğini eksik etmiyor. Leyen ve diğer ana akım muhafazakar parti liderleri Meloni’yi Avrupa Parlamentosu’ndaki merkez sağ-muhazakar gruba (EPP) katılmaya davet ediyor. Bu katılma gerçekleşirse Meloni ve partisinin sisteme entegrasyonunda son nokta konulmuş olacak. Meloni önceleri Putin’e yakın duruyordu ama Ukrayna Savaşı çıkınca koca bir U dönüşüyle NATO’nun en savaşçı sözcülerinden birisi oldu. Doğal aile ve LGBT meselesi ise Katolik bir ülkede muhafazakar seçmenin gönlünü çelmeye yarayan bir söylemden fazlası değil. Kuzeye çıkıldıkça Avrupa aşırı sağının aile vurgusu da LGBTİ karşıtlığı da zaten iyice silikleşiyor. Gelelim göçmen ve İslam karşıtlığına. Bu konu zurnanın zırt dediği yer çünkü aşırı sağcıların her yerde ortaklaştığı ve seçmen desteğini kazandıkları asıl konu bu. Peki iktidarda olduğu iki yıl içerisinde Meloni’nin göçmen politikası nasıl şekillendi?

Meloni görevde olduğu süre zarfında düzensiz göç rakamlarında keskin bir artış yaşandı. Meloni, son olarak, yasal şekilde 1,5 milyon kadar yeni göçmenin gelmesinin önünü açacak bir mevzuat getirerek yine muazzam bir U dönüşü yaptı. (Politico, Ağustos 2023, How Italy’s Far-right Leader Learned to Stop Worrying and Love Migration) İtalya’nın azalan nüfusu ve durgunluktan çıkamayan ekonomisi ile Meloni ne yapabilirdi ki! İtalya’da nüfus hızla yaşlanıyor ve ülkenin birçok bölgesinde emekli nüfus sayısı çalışan nüfusu geçmiş durumda. Meloni göçmenler konusunda da kapitalist Avrupa’nın müesses nizamına adapte olmak zorunda kaldı. Meloni’nin 2023 temmuz ayında yasal göçle ilgili çıkardığı kararname, İtalya’nın işgücü piyasasındaki büyük boşluğu doldurmak için önümüzdeki üç yıl içinde 833.000 yeni göçmene ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Kararname, tarım ve turizm gibi sektörlerdeki mevsimlik işlerin yanı sıra tesisatçı, elektrikçi, bakım işçisi ve tamirci gibi uzun vadeli pozisyonları doldurmak için aynı dönemde 452.000 göçmen işçiye ülkenin kapılarını açmayı öngörüyor. Ana akım gazeteciler Meloni’nin realistik tutumundan övgüyle bahsediyor.

Göçmenler ve Kapitalist Müesses Avrupa Nizamının Göçmen Politikası

Avrupa müesses nizamının göçmenlik konusuna bakışı şu şekilde özetlenebilir: 

  1. Avrupa’da doğurganlık oranı düşüyor, yerel nüfus azalıyor ve giderek yaşlanıyor. Emeklilerin oranı arttıkça sosyal güvenlik yükü egemen sınıfların canını daha çok sıkıyor. Avrupa kapitalizminin ekonomik olarak daha fazla irtifa kaybetmemesi için güçlü bir işgücü akışına ihtiyacı var. Rağbet görmeyen alanlarda büyük iş gücü açığı bulunurken, hemen her alanda nitelikli işgücüne acil ihtiyaç var. Bu da sistematik bir göçmen akışını zorunlu kılıyor. 
  2. Avrupa kapitalizmi göçmenler sayesinde ucuz işgücü imkanına sahip oluyor. Az gelişmiş ülkelerin kısıtlı imkanlarıyla yetiştirdiği kalifiye işgücünü çalmak suretiyle Avrupa kapitalizmi emperyalizmin bir başka yönünü sergiliyor. 
  3. Avrupa kapitalizmi göçün mümkün olduğunca kontrollü olmasını istiyor. Ani göç dalgaları ile milyonlarca göçmenin Avrupa kapılarına dayanması, ekonomik olarak faydasız olacağı gibi toplumsal ve politik gerginlikler yaratacağı için de istenmiyor. Bu yüzden açık kapı politikası izlenimine geçit verilmiyor. Sınırların sıkı tutulması ve sertleşen entegrasyon politikası, göçmen akışının kontrollü ve “nitelikli” düzeyde tutulması ile alakalı. 
  4. Avrupa kapitalizmi göçmen karşıtlığını emekçi sınıfları bölmek, sınıf bilincini ve mücadeleyi geriletmek için kullanıyor. Göçmen karşıtı aşırı sağ partiler sistemin yarattığı sorunlar karşısında göçmenleri günah keçisi olarak sunuyor ve böyle yaparak sisteme bir başka hizmette daha bulunuyor.  

Ilımlılaşmak Durumunda Olan Aşırı Sağ ve Le Pen Örneği

Kapitalist sistemin geleceği göçmen akışına bağlı. Bu yüzden de aşırı sağcı politikacıların muhalefetteyken atıp tutması boş laflar olarak kalacaktır. Meloni örneğinde olduğu gibi Le Pen ya da diğerleri iktidara geldiklerinde sisteme ayak uydurmak zorundadır, hatta iktidara gelmeden önce bu güvenleri egemen sınıfa sunmak durumundadırlar. “Putin dostu” olarak adlandırılan Marine Le Pen’in Ukrayna tarafına geçmesinde olduğu gibi. Le Pen’in Alman aşırı sağcısı AfD’yi Avrupa Parlamentosu’ndaki Kimlik ve Demokrasi (ID) grubundan ihraç etmesi de bir başka örnektir. Bu partiler içerisinde en radikali olarak görülen AfD bile şimdiden içinde güçlü bir ılımlı kanadı barındıyor. Kaldı ki AfD’nin daha uzun yıllar muhalefet saflarında pişmesi gerekecek. Yıllar içerisinde daha da yumuşayacaklarına kesin gözüyle bakılabilir. Bu arada Le Pen’in partisinin başbakan adayı olarak İtalyan ve Cezayirli köklere sahip, Paris’in en yoksul banliyölerinde yetişmiş bir göçmen çocuğu olan Jordan Bardella’yı vitrine sürmesinin de altını çizmek gerekir. Le Pen bu sayede hem partisi Ulusal Birlik’in daha önce etkili olamadığı yoksul göçmen banliyölerinden oy almasını başardı, hem de partisinin merkeze kayışını gözle görülür kıldı. Bu arada “entegre olan” göçmenlerin sistemde en tepeye çıkarılabilmesinin Avrupa kapitalizminin göçmen meselesindeki temel politikalarından birisi olduğunu da belirtmemiz gerekir.     

İtalya’da Meloni gelecekte de “daha Hıristiyan”, “daha aileci”, “daha İtalyan” bir imaja sahip olabilir; şüphesiz bu imajını sürdürmek için gelecekte de içi boş sağcı retoriklere başvurmayı sürdürecektir. Bu imaj, kültürel sağcılık anlamında Meloni’yi iktidar yıpranmasına ve oy erimelerine karşı bir miktar dayanıklı kılar, ama o kadar. Gerçekteyse Meloni Avrupa kapitalizminin göçmen ihtiyacı politikasına adapte olmuştur, NATO’culuğu ispatlanmıştr ve neoliberalizmden de elbette şaşmayacaktır. İtalya siyasal ve sosyal yaşamında Meloni ile değişen bir şey olmamıştır. O halde faşizm geliyor çığlıkları atmanın anlamı nedir!

Burjuva Demokratik Sistem Tehdit Altında Mı?

Kısacası aşırı sağ partilerin seçim başarılarının Avrupa’da faşizmin iktidara geliş süreci olarak değerlendirmek gerçeklikten bir hayli kopmak anlamına gelir. Doğrudur Avrupa’da siyasetin ağırlık merkezi sağa kaymaktadır, bu da hiç iyi bir durum değildir. Ama aşırı sağ partilerin yükselişi burjuva demokratik hakların yok edileceği faşist bir ortamı mı hazırlamaktadır? Yine İtalya örneğini kullanacak olursak İtalya’da burjuva demokratik haklara yönelik fazladan bir baskı ortamı mı söz konusudur? 

Baktığımızda “faşizmin iktidara geldiği” İtalya’da Filistin eylemlerine polisi saldırıları olmazken SPD-Yeşil koalisyonunun hüküm sürdüğü Almanya’da Filistin’e destek yürüyüşlerine karşı orantısız bir devlet baskısı gerçekleşmektedir. Bütün Batı ülkelerinde Filistin’e destek açıklayan siyasetçi, akademisyen ve sanatçılar anti-semitizm cadı avı ile susturulmaktadır. Demokratik haklara saldırı söz konusu olduğunda Fransa’daki liberal Macron’un Sarı Yelekliler’in yükselttiği sınıf mücadelesine karşı nasıl amansız bir devlet terörünü emrettiği hafızalarda tazedir. 

Trump’ın başkanlığı sırasında ABD’ye faşizm gelmemiştir. Ya da aşırı sağcı Milei iktidarda diye Arjantin faşizmin pençesine düşmemiştir. Diğer taraftan Arjantin’de Avrupa’dan farklı olarak demokratik haklara yönelik ciddi saldırılar yürütülmektedir, zira kapitalist krizin derinliği ile örgütlü işçi sınıfı ve devrimcilerin direnişi çarpışmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Gelgelelim bu sertleşme de faşizmin iktidarı anlamına gelmez. Gördüğü her polis şiddetine faşizm diye bağırmak faşizm kavranışını da faşizme karşı mücadele perspektifini de baltalar. 

Faşizm konusundaki yanlış analizler sola ve işçi hareketine büyük zararlar veriyor. İşte Fransa’da çeşitli reformist sol güçlerin ittifakı olan Yeni Halk Cephesi (NFP)’nin sol kanadının lideri Jean Luc Melanchon, milletvekilliği seçimlerinin ikinci turunda partisinin 3.olduğu seçim çevrelerindeki adaylarını geri çekeceklerini duyurdu. Yani bu seçim çevrelerinde Ulusal Birlik’in adayına karşı Macron’un partisine oy verilmesi çağrısı yaptı, büyük bir vurguyla üstelik. Böylece Halk Cephesi Cumhuriyetçi Cephe saçmalığına dönüşüverdi. Eğer Ulusal Birlik’in olası iktidar ortaklığını faşizmin iktidara gelişi ve büyük felaket olarak lanse ederseniz kapitalistlerin bir numaralı adamı Macron gibi bir halk düşmanına oy çağırırsınız. Emekçi halkın nefret ettiği Macron’a oy çağırmak sosyalistleri sistemin bir parçası, Ulusal Birlik’i de sistem karşıtı olarak gösterir. Solu zayıflatmanın bundan iyi bir yolu zor bulunur. Aşırı sağ ya da faşist güçler sınıf mücadelesinin araçları ile yenilir, kapitalistlerden ve onun aparatlarından medet umarak sadece sol zayıflatılır.  

Bu noktada faşizmin ne olduğu ve iktidara geliş koşulları hakkında bir miktar görüş bildirmek faydalı olacaktır.  

Avrupa’da Faşizmin İktidarının Yapısal Şartları Oluşmuş Mudur?

Faşizmin iktidara gelişini söylem düzeyindeki göçmen karşıtlığına ya da hadi diyelim göçmen kabulünü zorlaştırmaya indirgersek faşizm kavramının altını tamamen boşaltmış oluruz. Faşizmin iktidarı burjuva demokrasinin tamamen rafa kaldırılması, işçi örgütleri ve sol yapıların ezilmesi, üretim süreci ve sosyal hayatın demir yumrukla disipline edilmesi anlamına gelir. Böyle olağanüstü bir rejimin gündemleşmesi için bazı temel yapısal gelişmelerin olması şarttır. Bu konuda faşizm teorisi konusunda eşsiz olan Lev Troçki’den alıntı yapmalıyız:

“Hem teorik analiz hem de son çeyrek yüzyılın zengin tarihsel deneyimi, faşizmin belirli bir siyasi döngünün son halkası olduğunu eşit güçle göstermiştir: Kapitalist toplumun en ağır krizi; işçi sınıfının radikalleşmesinin büyümesi; işçi sınıfına yönelik sempatinin artması ve kırsal ve kentsel küçük burjuvazide değişim arzusu; büyük burjuvazinin aşırı kafa karışıklığı; devrimin zirvesinden kaçınmayı amaçlayan korkakça ve hain manevraları; proletaryanın tükenmesi; artan kafa karışıklığı ve kayıtsızlık; sosyal krizin ağırlaşması; küçük burjuvazinin umutsuzluğu, değişim özlemi; küçük burjuvazinin kolektif nevrozu, mucizelere inanmaya hazırlığı, şiddet içeren önlemlere hazırlığı; beklentilerini aldatan proletaryaya yönelik düşmanlığın büyümesi. Bunlar faşist bir partinin hızlı bir şekilde oluşmasının ve zaferinin öncülleridir.” (Troçki, Faşizm Nedir ve Onunla Nasıl Mücadele Edilir)

Olağanüstü rejim biçimlerinin en keskini olan faşizmin kurumsallaşmasının

maddi şartları Avrupa’da henüz sös konusu değildir. 

  • Ekonomik Buhran: Faşizm, ekonomik buhran karşısında kesin bir emek disiplini sağlamanın ve buna karşı gelişecek direnişlerin ağır bir şekilde bastırılmasının bir yolu olarak gündemleşir. Avrupa’da uzunca bir süredir devam eden ekonomik durgunluk mevcuttur ama ekonomik bir buhrandan bahsedemeyiz.
  • Devrim Tehlikesi: Egemen sınıfın faşist bir rejime cevaz vermesi için örgütlü işçi hareketinden ve ufukta beliren devrimden korkması gerekir. Kapitalist kriz, güçlü bir işçi hareketi ve devrim tehlikesi olağanüstü bir rejimi zorlamaya başlar. Egemen sınıf demokratik hakların tamamen askıya alınmasını ve emek örgütlerinin ezilmesini zorunlu görür. Çoğu kez askeri darbeler bu görevi görebilecekken düzenin kolluk kuvvetlerinin böylesi büyük ve tehlikeli bir bastırma hareketi için güvenilemeyecek durumda olması faşist hareketi eldeki son çare haline getirir. Bugün Avrupa’da egemen sınıfı tehdit eden bir işçi hareketi maalesef söz konusu değildir.
  • Küçük Burjuva Kitle Hareketi: Faşist hareketlerin paramiliter sokak gücü iş yerleri, üniversite ve liseler, mahalleler ve meydanlarda gelişebilecek mücadelelerin ezilmesi için gereklidir. Bu çok ayırt edici bir özelliktir. Bugün Avrupa’daki aşırı sağcı partilerin böyle bir sokak kanadı ya hiç bulunmuyor ya da çok küçük durumda.       

Faşizmin Avrupa’ya egemen olmasının koşulları yoktur. Egemen sınıfın kontrolünü yitirdiğinden bahsetmek mümkün değildir. Kapitalist iktidarı tehdit eden bir sınıf hareketi ve devrim tehlikesinden de maalesef söz edemeyiz. Bahsini yaptığımız aşırı sağ partiler kitlesel sokak gücüyle sokaklarda işçi örgütlerine, azınlıklara ve devrimcilere tedhiş hareketlerinde bulunan partiler değildir. Avrupa’da egemen sınıfın aşırı sağcı partilere kapıları açması, bu partilerin sistemin mevcut işleyişine adapte olmalarıyla ilgilidir. Peki aşırı sağ partilerin seçim başarılarını Avrupa’da faşizmin ayak sesleri olarak lanse edenler kimlerdir?

Birinci grupta düzen politikacıları, gazeteciler ve akıl hocaları bulunur. Bunlar kendi müesses nizamlarının ne kadar demokratik ve uygar olduğunu aşırı sağa sayıp söverek gösterirler. Bu arada oluşturdukları baskıyla aşırı sağı daha da çok kendi programlarına uyumlu hale getirirler. Bir yandan da aşırı sağı durdurmak için seçmenlerin muhafazakar, liberal ya da sosyal demokrat partiler etrafında birleşmelerini isterler. Oysa bu partiler aşırı sağın yükselişinin sorumlusudur.

İkinci grupta, dikkat çekmeye çalışan gazeteciler ve akademisyenler gelir. Bunlar kariyerleri için bir takım dikkat çekici çıkışlar yapmak durumundadır.

Üçüncü grupta, kültürel solcular bulunur. Bu gruptaki profesyonel politikacılar ve sivil toplum örgütleri üzerinden kariyer ve para yapan “aktivistler”, faşizm geliyor velvelesinden kazanç elde ederler. Aşırı sağın kültürel sağcılığının karşısında kendi kültürcü/kimlikçi aktivizmlerinin değerini artırmak isterler. Aslında böyle yaparak kültürel sağı güçlendirip aşırı sağa hizmet ederler.

Yunanistan’daki Hakiki Faşizm Tehlikesi Neydi?

Faşizmin iktidara taşınma olasılığı 2015’ler civarında Yunanistan’da mevcuttu. Yunanistan kapitalizmini ekonomik bir buhran ile karşı karşıyaydı, toplamda 36 genel grev örgütleyen sınıf hareketi güçlüydü ve radikal solun belirli bir alanı bulunuyordu. Bu şartlarda Yunanistan kapitalizmi ve emperyalist patronları, faşist parti Altın Şafak üzerinden faşizmin iktidarı olasılığını devreye sokmuştu, bir iç savaş olasılığı net bir şekilde ele alınıyordu. Altın Şafak çeteleri sokaklarda terör estiyor, paramiliter bir güç olarak güçleniyor, cinayet işliyor ve devlet tarafından korunuyordu. Ama Syriza’nın seçimlerden sonra kriz yönetimini bizzat devralıp sistemin imdadına yetişmesiyle Altın Şafak seçeneğine sistemin ihtiyacı kalmadı. Altın Şafak tasfiye edildi, liderleri tutuklandı. Yunanistan örneği, faşist hareketlerin hangi noktadan sonra egemen sınıf için bir alternatif olacağına dair çok önemli bir örnektir. Türkiye’de de MHP ve paramiliter kanadı Ülkü Ocakları dünyanın en güçlü faşist hareketlerinden birisidir. Bu haliyle işçi sınıfı, solcular, Kürtler, Aleviler ve göçmenler için muazzam bir tehlikeye işaret eder. O halde faşizmin bilimsel bir açıklamasına sahip olmalıyız. 

Peki Avrupa’da aşırı sağın olası iktidarına karşı yapılan protestolara gereksiz diye burun mu kıvırmalıyız? Elbette ki hayır, Avrupa siyasetinin sağa kayışına, aşırı sağcı görüşlerin normalleşmesine karşı gençlik kitlelerinin sokaklara dökülmesi gayet sevindirici bir şeydir. Avrupalı devrimciler, aşırı sağa karşı gelişen bu mücadelelerin içerisinde olmak, başı çekmek durumundadır. Kitlelerin kötünün iyisi diyerek burjuva ana akım partilere yönlendirilmesine izin verilmemelidir. İşçi sınıfının kimlik ve kültürel temalar üzerinden bölünmesine karşı sınıfın birliğini ve enternasyonalizmi yükseltmeliyiz. Aşırı sağı ezmenin yolu kitlesel mücadelenin sınıf bilinci, sınıf eylemleri ve devrimci örgütlülük ile birleştirilmesinden geçiyor.

KATEGORİLER