Avrupa Parlamentosu Seçimleri Sonrası: Merkezkaç Özneler Yükselişte! – Emre Güntekin
Geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen Avrupa Parlamentosu seçimleri, kıtanın geleceği konusunda önemli politik ipuçları veriyor. Seçimlere katılım oranı son 25 yılın en yüksek seviyesine ulaşırken, Avrupalı seçmenler merkez sağ ve sol partilerden uzaklaşarak radikal sağ ve sol siyasi öznelere kayış gösterdiler. Uzun yıllar sonra ilk kez merkez sağ partilerin oluşturduğu Avrupa Halk Partisi (EPP) ve merkez sol partileri kapsayan Sosyalistler & Demokratlar (S&D) toplam milletvekili sayısında çoğunluğu yitirdiler. Seçimde EPP 182, S&D 147 sandalye kazandı. Sandalye sayısı bakımında üçüncü sırayı ise milletvekili sayısını 42 artırarak 109 çıkaran Liberaller ve Demokratlar İttifakı (ALDE) aldı. Sandalye sayısını 19 artırarak 69’a çıkaran Yeşiller ise dördüncü sırayı aldılar.
Aşırı sağcı, ırkçı, AB karşıtı akımlar ise iki siyasal oluşumla parlamentoda yer alacaklar. Uluslar ve Özgürlükler Avrupası 58, Özgürlükler ve Doğrudan Demokrasi Avrupası Grubu ise 54 milletvekili ile parlamentodaki yerlerini alacaklar. İkinci grubun başını İtalya’da iktidar ortağı olan aşırı sağcı Beş Yıldız Hareketi çekiyor.
Sosyalist, çevreci ve komünist partilerin yer aldığı Avrupa Birleşik Solu ise 14 sandalye kaybederken, 38 milletvekilini parlamentoya gönderdi.
AB’nin önemli üye ülkelerinde ise seçimlerde klasik burjuva düzen partilerinin gerilemeye yüz tuttuğu gözlemleniyor. Almanya’da Merkel’in liderliğini yaptığı Hristiyan Demokratlar ve merkez solun yaşadığı gerileme göze çarparken; Yeşiller seçimlerde ikinci sırada yer aldı. Yeşillerin özellikle iklim değişikliği konusunda yürüttüğü kampanyaın gençler üzerinde etkili olduğu gözlemleniyor. Oylarını yüzde 3,4 artıran aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi de yüzde 10,5 ile AP’de temsil edilmeye devam edecek. Fransa’da ise geçtiğimiz yıl sonundan bu yana Sarı Yelekliler eylemiyle tahtı sarsılan Emmanuel Macron, seçimleri aşırı sağcı Jean Marie Le Pen’in arkasında tamamladı. Le Pen seçim sonuçlarının belli olmasının ardından Macron’a ulusal meclisi feshetme ve erken seçime gitme çağrısı yaptı. Brexit süreci arapsaçına dönen İngiltere’de ise yeni kurulan ve AB’den ayrılmayı savunan Brexit Partisi seçimden zaferle ayrıldı. İtalya’da ise seçime halihazırda iktidar ortakları olan aşırı sağcı popülist Lig Partisi ve Beş Yıldız Hareketi yine ilk iki sırada yer aldılar. Yunanistan’da ise AP seçimlerinde Yeni Demokrasi Partisi’nin iktidar partisi Syriza’nın önünde zaferle ayrılması Başbakan Alexis Tsipras’ın erken genel seçim kararı almasına yol açtı. İsveç’te ise Sosyal Demokrat Parti birinci olurken, aşırı sağcı İsveç Demokrat Partisi ise oylarını en çok artıran parti olması bakımından dikkat çekiyor.
Avrupa basınında özellikle genç seçmenin sandığa gitmesi üzerinden iyimser senaryolar çizilse de seçim sonuçlarının bu iyimserliği taçlandırdığını söylemek zor. Özellikle Fransa ve İtalya gibi AB’nin merkez ülkelerinde aşırı sağın, İngiltere’de AB karşıtlarının seçimlerden onyıllardır bu ülkeleri yöneten partileri yenilgiye uğratarak çıkmaları AB’nin geleceğine dair karamsar bir tablo yaratıyor.
İtalyan La Republica gazetesinde 27 Mayıs’ta dile getirilen “Avrupa’nın büyük çoğunluğu, yurttaşlarının siyasi ve sosyal haklarının teminatı olan liberal demokrasi fikrine sadık kaldıklarını gösterdi.” sözleri tabiri caizse boş bir avuntudan ibaret. Madem seçim sonuçları liberal Avrupa’ya sadakati gösteriyor, o zaman Avrupalı gençlerin ve emekçi sınıfların son bir yıldır AB’nin önemli metropollerinde yükselttikleri radikal eylemlilikler neyin nesi oluyor?
Seçim sonuçları esasında şunu gösteriyor: Ne Avrupalı emekçi sınıflar eskisi gibi yönetilmek istiyor ne de egemen sınıflar eskisi gibi yönetiyor. Bu çelişkinin nasıl çözüleceğine ilişkin sorunun cevabı ise iki ucu keskin bıçak gibi… Bir yanda neoliberal reformlara, işsizliğe, sosyal hak gasplarına karşı radikal sokak mücadelelerinin ve grev hareketlerinin önünü açan umut verici bir dalga AB’nin kapılarını dövüyor. Diğer yanda ise sisteme olan tepkiselliği AB içindeki ülkeler arası adaletsizliğe milliyetçi reflekslerle yaklaşan, sistemin sorunlarını göçmenlerin sırtına yıkan aşırı sağcı, ırkçı ve popülist hareketlerin yükselişi… Geleceğin Avrupasının kaderini sisteme olan tepki üzerinden yükselen merkezkaç unsurların sınıf mücadelesinin gelişimi içerisinde oynayacağı rol belirleyecek. Devrimci Marksist bir öncü emekçi sınıfların sisteme olan tepkisini arkasına alabilirse Avrupa’nın geleceğinde önemli mücadele örneklerinin yaratılabileceğine şüphe yok. Tersi bir durumda ise bu tepkinin kanalize olabileceği güçlü bir sağ dalganın da yükseldiğini not etmek gerekmektedir.