Home / Emekçiden / Antakya’da Deprem Sonrası Bir Özörgütlenme ve Dayanışma Hikayesi: Kolektif Koordinasyon Grubu ile Röportaj

Antakya’da Deprem Sonrası Bir Özörgütlenme ve Dayanışma Hikayesi: Kolektif Koordinasyon Grubu ile Röportaj

1. Öncelikle, bir süredir Antakya’da çalışma yürüten Kolektif Koordinasyon grubundan bahsedebilir misiniz? Kolektif Koordinasyon Grubu nasıl ve hangi ihtiyaçlardan doğdu?

6 Şubat 2023 depremleri sonrasında, Antakya’nın Sveydi ilçesinde birkaç genç, “Enkazlarda ne yapabiliriz?” diyerek sokaklarda çalışma yapmaya başladı. Depremin 4. gününde, yetersiz malzeme ve resmi yetkililerin sivillerin enkaza girmesine izin vermemesi nedeniyle bu çalışmayı durdurmak zorunda kaldılar.

Daha sonra, Karaçay bölgesinin ve birçok komşu köyün merkezinde yer alan Bedi Sabuncu Lisesi’nde, şehir dışından kurulan dayanışma ağlarından gelen ihtiyaç malzemelerinin insan onuruna yakışır ve adil bir şekilde, dayanışma kültürü gözetilerek dağıtımının yapılması amacıyla bir koordinasyon merkezi kuruldu.

Kurumsal eksikliklerden dolayı 17 Şubat 2023’te Adana’da “Kolektif Koordinasyon Derneği“ kuruldu. 20 Şubat’ta Sveydi merkezli ikinci büyük depremin ardından hasar alan lise binası nedeniyle çalışmalar “Tomruksuyu Festival Alanı”na taşındı. Burada yaklaşık 5 bin kitaplık bir kütüphane; lise ve üniversite sınavına hazırlık sınıflarıyla birlikte ilkokul, anaokulu ve özel eğitim öğrencileri için büyük bir eğitim alanı oluşturuldu.

2024 yılında merkezini Antakya’ya taşıyan dernek, bölgenin sosyo-kültürel yapısına entegre olup yerleşmek için bir revizyona girdi. Bölge halkının ve Antakya halklarının kültürel mirasını belgelemeye yönelerek, bölge halkının kimlik ve özgünlüğünü korumaya yönelik bir başlangıç yaptı.

Bölge halkının ve gençlerin kendilerini sosyal kültürel alanda geliştirebileceği, ekonomik ve ekolojik olarak kendi kendine yetebilen, sürdürülebilir bir alan yaratmaya çalışıyoruz. Ve bunu yaparken bölge halkını bu sürece dahil ederek, yok edilmeye çalışılan değerlerimizi ve kimliğimizi sahiplenerek yapmaya çalışıyoruz.

2. Çalışmalarınızı yürütürken nasıl bir örgütlenme modeli benimsiyorsunuz?

En başından belirtmek gerekir ki, buradaki insanlar büyük bir yıkımın hemen ertesinde insani bir refleks ile yan yana gelmiş ve halkın acil ihtiyaçlarını bir halk inisiyatifi kurarak karşılamaya çalışmıştır. Bu noktada örgütlenme modeli açısından baktığımızda; belli bir insan topluluğunun yan yana gelip program-tüzük belirleyerek yola çıkmadığı görülür.

Bu, halkın kendi sorunlarını yine halkın kendi inisiyatifinde çözmeye çalıştığı ve bunu yaparken Koordinasyon çatısı altında gerçekleştirdiği bir biçimdir. Bundan yola çıkarak, örgütsel sürekliliğimizin kritik noktası taban örgütlenmesidir. Bu bölgede oluşturduğumuz modeli mümkün mertebe bölgede yaygınlaştırma çabamız devam etmektedir.

3. Antakya özelinde yürüttüğünüz çalışmaların kapsamı neler? Hangi alanlara ağırlık veriyorsunuz?

Bölge halkı ve gençlerin kendilerini sosyal kültürel alanda geliştirebileceği, kendi kendine yetebilen, sürdürülebilir bir alan yaratmaya çalışıyoruz. İngilizce, yoga, çok sesli koro, edebiyat atölyeleri ve doğa yürüyüşleriyle sosyal bir ortam yaratmayı; sinema izleme-üretme atölyeleri, şiir-kitap etkinlikleri, paneller ve söyleşiler ile bunları bir ürüne dönüştürmeyi hedefliyoruz.

Bunu yaparken sözel külliyatı gençlere tanıtıp; ezgilerinden, hikayelerinden ve anlatılarından yeni ürünler üretmeyi amaçlıyoruz. Ayrıca, bölge halkını bu üretime olabildiğince dahil ederek, yok edilmeye çalışılan değerlerimizi ve kimliğimizi sahiplenerek daha sıkı tutmayı hedefliyoruz.

4. Depremden bu yana Antakya’daki barınma, altyapı ve kamusal hizmetlerin durumu nedir?

Depremden öncesinde de yetersiz olan altyapı ve kamusal hizmetler, depremle beraber altüst olup barınma sorununu da ortaya çıkardı. Teslim edilmesi vaat edilen toplu konut evleri hâlâ teslim edilmedi; Antakya’da şu an hâlâ 220 bin kişi konteynerde kalıyor.

Asbest gibi birçok zehirli madde içeren tozlar içinde bulunan Antakya, adeta koca bir şantiye halindedir. Bütün bunların üstüne, en başından beri düzensiz gelen su ve elektrik, halkı daha da zor durumda bırakıyor. Ve [halk] bir şekilde temel yaşam ihtiyaçlarının karşılanacağı günü bekliyor.

5. Halkın hâlâ en yakıcı ihtiyaçları neler? Hangi sorunlar kronikleşmiş durumda?

Burada sayabileceğimiz bir sürü ihtiyaç ve sorun mevcut (barınma, eğitim, altyapı, işsizlik, sosyal yaşam, psikolojik sorunlar vb.). Antakya’da yaşayabilmek başlı başına bir sorun. Tabii bu tip ihtiyaçlar ülkenin geneli için mevcut sorunlardır. Fakat bunlar, bir afet bölgesi için derinleşerek ve katlanarak karşımıza çıkan sorun ve ihtiyaçlar olarak duruyor.

Bütün bunların üzerine tarım alanlarının TOKİ şantiyelerine açılması, halkın sağlığını tehdit eden taş ocakları ve hızla artan beton santralleri, şehrin kültürel mirasının tahribi [gibi sorunlar] eklenmiştir. Bu sorunların çözülmesine açıkça ihtiyaç var.

6. Zeytinlikler, tarım alanları ve doğal yaşam rezerv alan ilanlarıyla nasıl etkileniyor?

Rezerv alan [projesi], içine aldığı bölgedeki tapulara ve binalara el koyup, yıkılmış binaları temizlemeyi, yıkılmamışları da yıkıp yerlerine TOKİ’nin yapımını üstlendiği toplu konut ve işyerleri yapmayı amaçlıyordu. Böylelikle kalıcı yapıların yapımını hızlandırmayı hedefliyordu.

Bölgedeki kimi hak sahipleri, zaten uzun süren bu sürecin daha da uzamasını istemediğinden, böyle büyük bir projeyi devletin almasının daha iyi ve hızlı olacağını düşünerek bu rezerv alan projelerini olumlu buluyordu. Öte yandan, işyeri veya evi az hasarlı ya da hasarsız olan hak sahipleri arasında, buradaki işyeri veya evinin yerine nerede olacağı ve ne zaman teslim edileceği belirsiz bir yapı sürecine girmeyi istemeyenler de vardı.

Bu rezerv alan projesi, süreç içinde başta belirtilen amacın dışına çıkıp çevre mahallelere sıçrayarak halkı yerinden etmek ve demografik yapıyı bozmak için kullanılan bir koz haline geldi. Artık bir sabah, her gün kaldığınız hasarsız eviniz rezerv alan içine alınıp yıkım kararı çıkartılmış olabilirdi. Bakkala ekmek almaya gittiğinizde siz dönene kadar kepçeler evinize gelmiş olabilir veya sabah çocuğunuzu okul için uyandırırken, şafak baskını yapar gibi yıkım ekipleri polislerle beraber evinizi kuşatmış olabilirdi.

Merkezde ve çevre mahallelerde başlayan bu süreç, halkın tarım için kullandığı zeytin ve narenciye tarlalarına sıçradı. Onlarca yıllık koca koca ağaçlar “acil kamulaştırma” adı altında vahşice kesilmeye, talan edilmeye başlandı. Çevre bölgelerde kimsenin kullanmadığı ağaçsız alanlar yerine halkın tarım arazilerine yapılan bu saldırılar, halkta büyük bir tepki uyandırdı. Başta Dikmece, daha sonra Mağaracık halkı bir direnişe başladı. Bunun üzerine jandarma ve polis gibi güvenlik güçleri, orantısız şiddet kullanarak halkın bu talanı durdurma çabasını engellediler.

Son olarak Kurtderesi’ne yapılan acil kamulaştırma, bir kez daha halkın dayanışma ve yıkımdan umut yeşertme refleksiyle karşılaştı. Bu refleks, depremin ilk gününden beri halkın en güçlü damarı ve sığınağıydı. İlk günlerde bunca yalnız bırakılmaya, kaderine terk edilmeye rağmen halk kendi dayanışma ağlarını kurarken de 2,5 yıl geçmesine rağmen hâlâ kalıcı konutların teslim edilmemesine rağmen halk bir şekilde bir yerleri kendine yuva edinirken de halkın yaşam alanlarının ortasına yasak olmasına rağmen asbest gibi zehirli kimyasallar bulunduran molozlar dökülürken de bu refleks halkı bırakmadı.

Ve bu refleks, kesilemeyecek bir ağaç gibi, zeytin gibi, rihen (reyhan) gibi halkın solmaz bahçelerinde duruyor. Demografik yapıya yapılan bunca saldırıya karşı halk, her seferinde bu ağacın altında buluşuyor ve “me rihne nihne hön” diyor.

7. Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Teşekkür ederiz.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, kuşkusuz bu sorunlar ülkenin birçok yerinde yaşanan sorunlardır. Ve tabii çözüm noktası halk dayanışmasından geçiyor.

Biz koordinasyon olarak bu sorunların çözümü için mücadele ederken, diğer taraftan kültür-sanat noktasında da Antakya’nın kozmopolit yapısına uygun olarak, yerel kimliklerimiz üzerinden evrensel bakış açısına sahip üretimler yapmaya çalışıyoruz.

Özet olarak belirtmek gerekirse, yıkım çok yönlü ve biz bir öz örgütlülük olarak çok yönlü bir mücadele vermek zorundayız. Röportaj için çok teşekkürler.

8. Son olarak, Kolektif Dayanışma Grubu ile tanışmak ya da dahil olmak isteyenler için iletişim adreslerinizi söyler misiniz?

Tabi, x ve instagram hesaplarımız üzerinden ulaşabilirler X: @KolektifKD, instagram: @kolektifkoordinasyon

Dayanışma ile…

Her zaman…

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir