Yeni Müzakere Sürecinden Ne Çıkacak?
Kürt sorununda Ocak ayı içerisinde başlayan müzakere süreci mehteran yürüyüşü şeklinde sürüyor. Meseleye hızlı bir giriş yapan, İmralı’da Öcalan’la MİT arasındaki görüşmelerin önünü açan ve ilk kez BDP milletvekillerinin İmralı’da Öcalan’la görüşmesine müsaade eden AKP, son olarak MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo görüşmelerinden sonra ilk kez PKK’nin Kandil’deki yöneticileriyle görüşmesine yol verdi. AKP iktidarı, Oslo sürecinin tersine, görüşmeleri bu kez kamuya açık bir şekilde yürütüyor. Kamuoyunda ise geçmişin aksine Kürt sorununun çözümünde geniş bir destek oluşmuş durumda. MHP dışında burjuva siyasetinin bütün aktörleri AKP’ye kredi açarken, ulusalcı-şoven çıkışlar oldukça cılız kalıyor. Uzun bir zaman sonra Kürt sorununda burjuva siyasetin sınırları içerisinde kalacak bir çözümün şartları olgunlaşmış durumda.
Geçmişte böylesi süreçlerde sokaklarda milliyetçi-faşist güruhları görmek oldukça mümkündü. Ancak artık askerlerin ölmesindense sorunun bir şekilde halledilmesi, gerekirse Öcalan ve PKK liderleriyle dahi görüşülmesi, toplumun genelinde kabul görüyor. Bu durum AKP’ye Kürt sorununda adım atması halinde ciddi oy kaybıyla karşılaşmayacağının rahatlığını veriyor. Devlet diğer taraftan kendi inisiyatifi dışında gelişecek provokasyonlarla sürecin önünün kesilmesi ihtimaline karşı oldukça ihtiyatlı davranıyor. Örneğin PKK’li 3 kadının Paris’te katledilmeleri, sürecin bir provokasyonla karşı karşıya olup olmadığı konusunda her iki cephede de bir tedirginlik yaratmıştı. Ama gerek AKP cephesinden gelen ılımlı açıklamalar, gerekse de Diyarbakır’da düzenlenen cenaze törenlerinin sorunsuz geçmesi, müzakerelerin devam etmesi noktasında bu açıdan bir sorun yaşanmayacağını göstermişti.
Barış Dili?
AKP iktidarı, sürecin başında hem kendisine yakın duran basın, hem de kendi temsilcilerinin söylemleriyle son birkaç yılın otoriter eğilimlerinin aksi yönde söylemler üreterek işe koyuldu. Bir anda Kürt sorununda “barış” söylemi, tozlu raflardan indirildi ve içeriksiz bir hitap biçimi olarak piyasaya sürüldü. Hatırlarsanız önceki dönemlerde moda Mahsun Kırmızıgül’ün Kürt sorunu ile ilgili film çekmesi modaydı! Şimdi, sürece “Bırakın bu gözler barışı görsün!” diyerek İbrahim Tatlıses gibi isimler dâhil oldu. Öte yandan Doğan Medya Grup Başkanı Aydın Doğan tarafından bağlı olan medya organlarına özellikle eski yayın çizgisinde sıkça kendisini gösteren çatışmacı ve ayrımcı dilin özellikle kullanılmaması yönünde bir mektup gönderildi ve hemen arkasından Radikal Gazetesi tarafından “Barış İçin Siz de Konuşun” kampanyası başlatıldı. Muhtemelen Aydın Doğan bu konuda ciddi bir talimat aldı. Zaman, Yeni Şafak gibi muhafazakâr medya organları da AKP’ye bu konuda destek veren bir bombardımana başladı.
“Allahım, altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, feryadı fügan sal, köklerini kes, kurut ve işlerini bitir.” Yakın zamana ait bu sözler Fethullah Gülen’e ait. Ama belli ki durum değişmiş: “Milli onur, milli gurur ayaklar altına alınmamak kaydıyla, o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe -bence- el de öpülebilir, etek de öpülebilir. Heyet-i İslamiye, Heyet-i Milliye arasında huzurun temini adına katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım. hayır sulhtadır, sulh her zaman hayırlıdır. Gerekirse kan kusulması ama kızılcık şerbeti içmiştim denilmesi gerekir. Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; ‘Keşke şu görüşme olmasa. Şu anlaşma olmasa. Şu uzlaşma olmasa. Biz Türk milleti. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek. Bazı şeylere evet demesek’ denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım. Güzergâh emniyetini tehlikeye atmamak lazım. Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım.”
ABD, Barzani, AB gibi uluslararası güçler de AKP iktidarının bu adımlarına destek veriyor. Suriye’deki iç savaş olayın bir boyutu ise diğer boyut, Irak ve İran’dan gelen tehdittir.
Tabii ki soru(n)ların başında sokaktaki vatandaşın Öcalan ile varılacak olası anlaşmalara ne tepki vereceği geliyor. Şimdiye kadar egemen sınıfın köklü samimi adımlar atmaktan ziyade, pragmatik kaygılarla hareket etmesi, devletin “barış” dediği yerde toplumdan daha fazla savaş seslerinin yükselmesine yol açmıştı. Tepeden inme projelerin toplumda böylesi bir söylemin yer etmesine ne denli olanak sağlayacağı da ayrı bir tartışma konusu. Hiç kimse PKK silah bıraksa, bu savaş sona erse bile Kürt halkına karşı etnik ayrımcılığın devam edip etmeyeceği konusunda garanti veremeyecektir. Kürtler, Türkler kendilerini gönüllü olarak bağırlarına basmadığı müddetçe ne kadar barış için istekli olsalar da bu topraklarda ayrımcılığa maruz kalmaya devam edeceklerdir. Sadece ve sadece Türkiye’nin batısında yükselecek bir sınıf mücadelesinin ezilen halklara karşı kalıcı bir barış ve kardeşlik dili yerleştirebileceğini unutmamak gerekir. İlginçtir ki böylesi manzaraları görebildiğimiz yegâne örnek olarak TEKEL eylemini hala tekrarlayıp duruyoruz. Gidenler görmüşlerdir. Birçoğu Kürt ulusal hareketine sempatiyle bakan işçilerden oluşan Diyarbakır TEKEL çadırıyla, tahmin edeceğiniz üzere daha sağ kökenden gelen Trabzonlu işçilerin çadırları karşı karşıyaydı ve her iki işçi grubu da bulundukları mücadele ortamı içerisinde karşılıklı duygudaşlık ve sahiplenmeyi yaratabilmişlerdi. Bu örnek, ulusal sorunun çözümünde ufak bir prototip olarak akıllarda kalıcı olmalı; örneklerinin çoğaltılması adına da mücadele yürütülmelidir.
AKP’yi Sürece İten Nedenler
Kürt sorununun çözümü konusunda inisiyatif, böyle bir sınıf mücadelesi pratiğinin değil, maalesef ki AKP iktidarının elindedir. Bu nedenle sürecin gelişiminde yarın ne olabileceğini kestirebilmek olanaksız. Pragmatik kaygılar, AKP’nin suni bir şekilde yeşerttiği barış dilinin, bir günde azgın bir savaş diline dönüşmesine neden olabilir. Ancak ortada gerçekten kayda değer meseleler olmadığı sürece AKP iktidarının böyle bir adım atmayacağını da biliyoruz. AKP Kürt sorununda yüzünü yeniden Öcalan ve PKK yöneticileriyle müzakereye döndüyse, bu zorunlu yönelimin nedenlerini kısır bir döngüye giren ulusal ve uluslararası süreçlerde aramak gerekmektedir.
Birincisi bütün baskılara, KCK tutuklamalarına, dağda ve şehirdeki operasyonlara rağmen PKK’nin beli bükülemedi. PKK’nin hala ayakta olmasını TSK’nın geçmişteki ulusalcı yapısına ve Ergenekon’a bağlayan AKP ve Gülen sözcüleri “terörü” bitireceklerini iddia ediyorlardı. Atıp tuttular, ama olmadı. Üstelik Suriye’de yaşanalar ile Ortadoğu’daki yeni süreç, örgüte tarihi fırsatlar sundu. Bu yüzden de müzakere seçeneği tek seçenek olarak yeniden kendisini dayattı. Bunun dışında AKP iktidarı son birkaç yıldır toplumsal muhalefete ve Kürt halkına yoğun bir baskı ve tutuklama politikası uygulamaya devam ederken, hem içerde hem de dışarıda bu konuda yoğun eleştirilere maruz kalıyordu. PKK ile müzakere, Türkiye ve dünyadaki egemenlere bu ülkedeki tek dinamik ve esnek gücün, iş tutulabilecek yegane aktörün kendisi olduğunu yeniden gösterecekti.
AKP açısından Kürt sorununda adım atma konusunda bundan daha uygun bir ortam olamazdı. Bu yolla orta ve üst sınıftan liberallerin güvenini yeniden tazelerken, içerde ve dışarıda Kürtlere uygulanan şiddetin getirdiği yoğun eleştirilerden de kaçınılmış olacaktı. Zaman ilerledikçe bu dönemsel yumuşamanın AKP’nin özellikle gelecek üç yılda üzerinden geçeceği sırat köprüsünde fazlasıyla işine yarayacağını göreceğiz. Yeni anayasa yapılırken, referandum ihtimalinin belirmiş olması sonrasında, Kürt ulusal hareketinin desteğini almış olmak AKP’nin işini kolaylaştıracaktır. Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hayalleri devam ederken, özellikle çatışmasız durağan bir ortamın kimin daha çok işine yarayacağı ortadadır. Biraz geriye gidecek olursak özellikle açlık grevlerinde ölüm ihtimallerinin belirmiş olduğu süreçte toplumun nasıl bir çatışma zeminine sürüklendiği hafızalarda
duruyor. AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın yakın dönemli siyasal projelerinin geleceği açısından huzurlu bir ortam, hele hele seçim öncesinde acil bir gereksinim durumundadır.
Öte yandan Kürt sorununda çelişkilerin yumuşatılmış olması, AKP’nin sıkışan dış politikasına yeni bir soluk katacak bir araç haline gelebilir. AKP bilindiği gibi, Obama’nın Tayyip Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinde sopa göstermesinden bu yana Suriye’de dışlanmış ve politika belirlemekten uzak bir pozisyonda tutuluyor. İsrail’i korumak ve Suriye’ye olası bir müdahalede işleri kolaylaştırmak adına Türkiye içlerine füze kalkanı kurulurken, Suriye’deki rol, isyancılar için savaş üssü sağlamakla sınırlanmış durumda. AKP tarafından başından beri desteklenen El Kaide menşeli radikal İslamcıların buldukları her fırsatta Suriyeli Kürtleri de hedefe oturtması, Türkiye’deki Kürtlerle gerilimi artırıyordu. Bu açıdan PKK ile yapılacak barış, AKP’nin Suriye konusunda da elini serbest bırakacaktı. Birincisi Suriye’de PYD’nin de Esad’a karşı yönlendirilmesi mümkün olabilecekti. Bunun dışında PKK ile yapılacak barış, arkasını sağlama alan Türkiye’nin Suriye’ye karşı daha güvenli bir şekilde saldırgan olma imkanı tanıyacaktır. Kısacası AKP’nin PKK ile müzakere isteğinin arka planında Suriye’de muzaffer olma arzusu önemli bir yer tutmaktadır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Davos’ta yaptığı “Suriye’de PYD, Esad rejimiyle arasına mesafe koymalı. PYD’nin tutumunu yakından takip edeceğiz. Türkiye’de eğer terör örgütünün silahsızlandırılması söz konusu olursa mutlaka bu diğer ülkedeki gelişmeleri de etkileyecektir.” açıklamasıyla Kürt sorununda müzakere sürecinin dolaylı yollardan Suriye’deki gelişmeler üzerinde de etkisi olacağının işaretlerini vermişti. Muhtemelen devlet, Öcalan ile müzakere masasında, Suriye konusunu özellikle açacaktır.
Müzakere sürecinin önemli bir destekçisi de Güney Kürdistan’daki Kürt yönetimi. Özellikle son dönemde Maliki’nin Kürtlere yönelik basıncı artırması, Dicle Operasyon Gücü adı altında Kürt bölgelerinde konuşlanacak bir Arap askeri gücü oluşturması, Kürtleri tedirgin ederken Barzani liderliğindeki Iraklı Kürtlerin Türkiye’ye daha fazla yakınlaşacağı belli olmuştu. Barzani’nin PKK ile devlet arasındaki görüşmelerde de müzakere masasında yer alacağı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la PKK liderliğinin Erbil’de buluşmasından anlaşılabilir.
Sürecin Geldiği Nokta
AKP iktidarı, 10 yıldır seçim dönemlerine göre çizilen zikzaklarla yürüttüğü Kürt politikasında yeni bir dönemece geldi. T.Erdoğan’ın en büyük rüyası olan başkanlık modeli, Kürt sorununun çözümü meselesiyle kesişiyor. Böylelikle Türkiye için iki kader anı, bir düğümle birbirlerine bağlanmış oluyor. Şimdilik somut çözüm konusunda anadilde savunma hakkının (eksikliklerle beraber) verilmesi dışında bir adım atılmadı. AKP, ilk etapta, PKK gerillalarının sınır dışına çıkarılmasını amaçlıyor. Erdoğan, her fırsatta sınır dışına çıkış konusunda uzlaşılabilirlerse devletin gerillaların güvenliğini sağlayacağı garantisini veriyor. Hatırlanacak olursa 1999’da PKK sınır dışına çekilme kararı alırken, bunun uygulanması sırasında 500 PKK gerillası katledilmişti. PKK’nin sınır dışına çıkıp çıkmayacağını devletle yapılan pazarlıklar belirleyecek. AKP istediğini mümkün olan en ufak tavizle elde etmek isteyecektir. PKK tabanı ise on yıllardır verdikleri mücadelenin getirilerini görmek isteyecektir.
AKP Kürt sorununda “çözüm” getirecek reformları, anayasa değişikliği torbasına koymak istiyor. Anayasal vatandaşlık, anadilde eğitim vb. konular için yeni bir anayasa gerekiyor, T.Erdoğan’ın hayalleri için de yeni bir anayasa gerekiyor. Eğer uzlaşma olursa, meclisteki AKP ve BDP oylarıyla, yeni anayasa için referanduma gidilebilir. Zaten T.Erdoğan, meclis anayasa uzlaşma komisyonunun çalışmalarının kilitlenmesi karşısında diğer partilere rest çekerek anayasanın Mart’a kadar yapılamaması durumunda meseleyi referanduma götüreceklerini açıklamıştı. AKP’nin mecliste 326 milletvekili bulunurken anayasayı referanduma taşıyabilmek için 330 milletvekilinin oyuna ihtiyaç duyuluyor. Bunun için en azından meclisteki diğer partilerden birinin desteği şart. Bu parti de BDP.
AKP’ye anayasa yolunda önemli bir destek açıklaması BDP cephesinden geldi. Tayyip Erdoğan’ın “BDP ile referandum noktasında, müşterek adım atabiliriz” açıklamasının ardından
BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “Her halükarda referandum olmalı diyoruz(…) Yakın olduğumuz AKP’dir. Birebir örtüşmüyoruz ancak yakınlaştığımız parti AKP’dir.” sözleriyle işbirliğine sıcak baktıklarını ifade etmişti. Zaten Öcalan da “yeni anayasayı Osman Can ile Numan Kurtulmuş yazsın” diyerek yeni sürecin ipuçlarını vermişti.
Peki Öcalan ve PKK, AKP’ye istediğini, ne karşılığında verecek? BDP daha önce anayasada 4 temel kritere dikkat edeceğini açıklamıştı. Bunlardan ilki vatandaşlık tanımı. AKP’nin bu konuda BDP ile anlaşmakta sıkıntı yaşamayacağı tahmin edilebilir. Anadil önündeki engellerin kaldırılması konusu ise biraz sıkıntılı. Uzun mücadeleler sayesinde yaşama geçirilen anadilde savunma hakkının içerdiği kısıtlamalar göz önüne alındığında benzer bir durum anadilde eğitim konusunda da yaşanabilir. Fakat başkanlık sistemi gibi çok temel konuların yanında AKP’nin bunu es geçebileceğini de düşünebiliriz. Geçmişte atılan Kürtçe kanal, üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılması ve seçmeli Kürtçe dersi gibi adımlar ilerleyen süreçte devam edebilir. Kaldı ki Kürtçe anadilde eğitimin milli eğitim bünyesinde değil özel okullarda uygulanacak olması, AKP’yi fazla yormayacaktır. Bunun dışında BDP yerel yönetimlerin özerkliğinin güçlendirilmesini istiyor ki buna da bir formül bulunması hiç de zor olmaz. Son kriter ise inanç özgürlüğü önündeki engeller olacak. Bu konu da sıkıntı olmayacaktır. Pazarlıklar sonuç verirse gerillalar sınır dışına çekilecek ve BDP, AKP anayasasının halk oylamasına götürülmesi konusunda AKP’ye destek olacak. Belirleyici bir gündem olarak Öcalan’ın durumu konusu da var ki bu noktada da ev hapsi olasılığı sıklıkla gündeme gelmekte.
Sonuç Olarak
Ulusal sorunların çözümü noktasında en büyük hata bir halkın haklarını alması için verilmesi gereken mücadeleyi görmezden gelmek, burjuva düzen içerisinde de birtakım hakların kazanılabileceği gerçeğine sırt çevirmektir. Eğer devlet bugün müzakere masasına oturmaya karar verdiyse bunun nedeni Kürt halkının büyük bedelleri göze alarak verdiği mücadeledir. Tarihte birçok ezilen ulus hareketinin yaptığı gibi Kürt ulusal hareketi de önüne burjuva düzen sınırları içinde bir çözüm sunulduğunda bunu değerlendirmeye alacaktır.
Ancak burjuva düzen sınırları içerisinde ulusal sorunun kesin bir çözümünün mümkün olmadığını da not etmek gerekmektedir. Devletin elini rahatlatmak adına attığı göstermelik adımlar bugüne kadar büyük bedeller ödemiş, on yıllardır dağda mücadele yürüten binlerce gerillayı ve onlara destek olan sokaktaki Kürt halkını ne derece tatmin edecektir tartışılır. AKP’nin çözüm sürecinde umduğunu bulamayan, hayal kırıklığına uğrayan unsurlardan ilerleyen süreçte itirazların yükselmesi, olası bir silah bırakma durumunda daha fazlasını elde etmek adına mücadeleyi bırakmayacak bir kesimin ulusal hareketin bünyesinden çıkması ya da başka aktörlerin ulusal davayı üstlenmesi, geçmişte ulusal hareketlerde yaşanan benzeri süreçler düşünüldüğünde küçümsenecek bir olasılık değildir.
AKP’nin kurnazca Kürt sorunundaki kısmi çözümü, kendi çıkarlarına bağlaması, emekçilerin bir bölümü için oldukça kafa karıştırıcı olacaktır. AKP, Kürtlere verilecek bir takım hakları Tayyip Erdoğan’ın başkanlık rüyasına bağlayarak referanduma gidecek ve yeni anayasanın tamamı için bir bütün olarak evet oyu isteyecektir. Sadece başkanlık da değil, yeni anayasada çok muhtemel ki AKP despotizmini güçlendirecek başka uyanıklıklar da olacak. Bu sürece destek veren BDP de kendi tabanının bir bölümüne durumu açıklamakta zorlanacaktır. Batıdaki sosyal demokrat emekçiler de ulusalcıların kucağına itilecek. Ulusalcıların tutumu ise ırkçı Kürt düşmanlığına doğru kayacaktır. CHPli Birgül Ayman Güler’in pozisyonu genel bir eğilimi ifade etmektedir. Devrimcilerin tutumu ise Kürtlerin haklarını almasını desteklerken AKP’nin planlarını bozmaya çalışmak olmalıdır.