- Röportaj: Kıbrıslı Devrimciler Son Seçimlere ve Adanın Durumuna Dair Ne Düşünüyor? - Ekim 27, 2025
- Minguzzi Davasının Ardından: Kestirme Çözüm Yok! - Ekim 23, 2025
- Saadat, Barguti ve Tüm Filistinli Siyasi Tutsaklara Özgürlük! - Ekim 22, 2025
Geçtiğimiz hafta Kuzey Kıbrıs’ta gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimleri ve adanın son durumu üzerine Bağımsızlık Yolu Partisi Omorfo Bölge Sorumlusu Celal Özkızan ile gerçekleştirdiğimiz röportajı okurlarımıza sunuyoruz.
Kıbrıs yeniden seçim vesilesiyle Türkiye’nin gündemine girmiş oldu. Erdoğan yönetiminin yoğun bir destek verdiği Ersin Tatar açık bir farkla yenildi. Önce sizden seçim sonuçlarına dair değerlendirmenizi alalım. Seçimi yalnızca sonuçları değil süreci ile birlikte değerlendirecek olsanız neler söylersiniz?
Ersin Tatar’ın yenilgisinin ardında yatan üç ana etken var. Birincisi, “iki devletli çözüm” olarak adlandırdığı ancak en nihayetinde mevcut durumun olduğu gibi sürmesinden yana olan yaklaşımı Kıbrıslı Türklerden kabul görmedi. Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu, tanınmamış bir devletin dünyadan kopuk ve izole vatandaşları olarak yaşamak istemiyor. Çözümün ne olacağına ilişkin uzlaşı olmasa da, çözümsüzlüğe, yani mevcut durumun sürmesine yönelen tavırlara karşı tepki yaygın. Dahası, Kıbrıslı Türkler, federasyona sarıldıkları dönemlerde elde ettikleri -ufak da olsa- kazanımları dahi Tatar’ın yönetimi altında kaybettiler, hatta çeşitli konularda ciddi gerilemeler yaşandı (Taşınmaz Mal Komisyonu, Yeşil Hat Tüzüğü, iki taraf arasında geçişler, çeşitli güven arttırıcı önlemler, uluslararası meşruiyet).
İkinci etken, Tatar’ın partisi olan UBP’nin büyük ortağı olduğu üçlü sağ koalisyon hükümetinin (UBP-DP-YDP), başta ekonomi olmak üzere pek çok konuda halk nezdindeki meşruiyetini ciddi şekilde yitirmiş olması. O kadar ki, bu partilerin birtakım sadık seçmenleri dahi, partilerinin patronaj ağlarının dışında bırakılmalarının karşılığını sandığa ya gitmeyerek ya da Tatar’ın rakibi Erhürman’a oy vererek gösterdiler. Kısacası, Tatar’ın cumhurbaşkanlığı mirası, UBP-DP-YDP hükümetinin mirasıyla bir bütün olarak düşünüldü pek çok vatandaş tarafından.
Üçüncüsü, AKP-MHP iktidar blokunun içindeki -MHP’ye daha yakın- unsurlarından bazılarının Tatar -ve daha da çok UBP-DP-YDP hükümeti- ile kurdukları çıkar ilişkilerini sürdürme motivasyonuyla Tatar lehine dışarıdan seçime müdahale etmeye çalışmaları ve bunu da kör göze parmak aşikarlığında yapmaları. Aslında Erdoğan yönetimi için Tatar, vazgeçilmez bir figür değil. Erdoğan yönetiminin Tatar’a 2020’deki seçimlerde verdiği büyük desteğin sebebi, rakibi Akıncı’yı alt etme kararlılığıydı. Kısacası Erdoğan yönetimi Akıncı karşıtı olmasından ötürü Tatar yanlısıydı. Akıncı ‘tehdidi’ ortadan kalkınca, Tatar’a geçtiğimiz beş yıl boyunca verilen destek de, yukarıda bahsi geçen unsurların özel ilişkilerini bir kenara bırakırsak, rutin bir destekti. Erdoğan’ın Erhürman ile bir sorunu yok. Bunu Erhürman’ın kendisi de zaten ifade ediyor. Erhürman Akıncı gibi bir duruşa sahip değil. Kısacası, bu seçimde Türkiye’den organize ve sistematik bir müdahale gerçekleşmedi. Yine de, sözü geçen unsurların seçime dahil olmaları, halihazırda Türkiye’nin dayatmalarına karşı ciddi bir hassasiyet geliştirmiş olan Kıbrıslı Türkleri Erhürman yönüne doğru daha da fazla kanalize etti.
Kıbrıs sorunun çözümü konusunda federasyon tartışmaları dönüyor. Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?
Federasyon, Kıbrıs’taki ulusal sorunun çözümüne yönelik bizim açımızdan en geçerli yöntem. Kıbrıs meselesi elbette Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler arasındaki ulusal sorundan ibaret değil. Emperyalizm için stratejik önemi Gazze soykırımı sürecinde bir kez daha öne çıkmış olan adanın bağımsızlığı sadece ulusal sorunun çözümünden ibaret de değil. Dahası, Yunanistan ve özellikle Türkiye gibi bölgesel güçlerin Kıbrıs sorununa doğrudan eklemlenişi meseleyi daha karmaşıklaştırıyor. Ancak sorunuz özelinde yanıtlamak gerekirse, ulusal sorunlar her zaman çetrefilli meseleler olmuştur. Karşıt sınıfların mücadelesinin sağladığı netlik imkânından farklı olarak ulusal sorunlar, iki farklı halkın emekçi sınıflarını karşı karşıya getirme tehlikesini barındırması itibariyle, takdir edelim ki içinden kolayca çıkılması konular değildir.
İşte federasyon, Kıbrıs’taki iki halkın emekçi sınıflarını milliyetçilikten, şovenizmden, hamasetten ve etnik kimlik temelli ayrışmalardan uzak tutabilecek, bu tür ayrışmalardan tamamen azade kılamasa bile bu yöndeki ayrışmaları en azından körüklemeyecek bir formül. Hem Kıbrıslı Türk emekçilerin kaygılarına (siyasal eşitlik, tanınma ve güvenlik) hem de Kıbrıslı Elen emekçilerin kaygılarına (adanın bütünlüğünün yeniden sağlanması, adanın bölünmesiyle beraber geride bırakılan konutların ve toprakların bir kısmına dönüş, Türkiye devletinin tek taraflı ve keyfi askeri müdahale hakkının ortadan kalkması) cevap teşkil ediyor. Geri kalan diğer her çözüm (veya çözümsüzlük) modeli ise, ya iki halktan birinin, ya da ikisinin birden, çıkarlarının altını oyuyor.
Elbette, federasyonun ne tür bir niteliğe bürüneceği, yani anti-emperyalist ve anti-kapitalist bir federasyon mu olacağı yoksa emperyalizme eklemlenmiş bir burjuva federasyonu mu olacağı, hem kuzeydeki hem güneydeki sınıf mücadelelerinin seyri tarafından şekillendirilecek.
Özellikle son bir yıl Kıbrıs gündemi en az Türkiye kadar yoğun ancak bunlar pek az bilinen ve konuşulan şeyler. 2025 Nisan’ında ada tarihindeki önemli eylem dalgalarından biri yaşandı. Türkiye’nin demografiyi değiştirmek üzere teşvik ettiği göç meselesi canlı bir konu. Yine enflasyon ciddi bir sorun. Neler oluyor? Halkın gündemlerini biraz bize anlatır mısınız?
Halkın en önde gelen gündemi asgari ücret. Tıpkı Türkiye’de olduğu, Kıbrıs’ın kuzeyinde de pek çok emekçi ya asgari ücret alıyor, ya da maaşı asgari ücret artış oranına göre şekilleniyor. Asgari ücret tartışmaları, emek-sermaye çelişkisinin Kıbrıs’ın kuzeyinde en çarpıcı şekilde açığa çıktığı alan ayrıca. Bu konuya Bağımsızlık Yolu olarak 10 yıla yakın bir süredir ciddi bir yığınak yapmaya çalışıyoruz. Özellikle son birkaç yıl içinde belli başlı kamu sendikalarının da bu konuya ilişkin anlamlı bir dayanışma gösterip bu sorunu kendi sorunlarıymış gibi sahiplenmeye başlaması, mücadeleyi daha da ileriye taşıdı (asgari ücret, toplam istihdamın yüzde 80’den fazlasının gerçekleştiği özel sektörü ilgilendiren bir konu. Kamu çalışanlarının maaşları hem daha yüksek, hem de maaş artışları farklı bir süreçle belirleniyor).
Bağımsızlık Yolu, “asgari ücret en düşük kamu maaşına eşitlensin” talebinin etrafında yürütüyor mücadelesini. Halk bu talebi, Bağımsızlık Yolu’nun örgütlü gücünün çok ötesinde bir yaygınlıkta sahiplendi. O kadar ki, bir dönem hükümetin koalisyon ortağı olmuş iki siyasi parti (Toplumcu Demokrasi Partisi ve Halkın Partisi) bu talebi zaman zaman kağıt üzerinde de olsa sahiplenmek durumunda kaldı.
Hayat pahalılığı, yine Türkiye’de olduğu gibi, ciddi bir sorun. Türkiye’den farklı olarak kamusal bir toplu taşıma ihtiyacı Kıbrıs’ın kuzeyinde çok yakıcı bir sorun. Devletin sağladığı eğitim ve sağlık hizmetlerinde de -özel sektör yatırımları lehine- ciddi bir gerilemenin yaşanması, ciddi gündem konuları. İnşaat sektörü ise hem konut sorununu hem de ekolojik talanı tetikliyor. Ayrıca son dönemde, kadına yönelik şiddet de ciddi bir mücadele alanına dönüşmeye başlamış durumda.
Nüfus taşıması meselesi konusunda ise önemli bir unsura dikkat çekmekte fayda var. Kıbrıs’ın kuzeyinde sol çerçeveden siyaset yapan ve bizim “Kıbrıs milliyetçileri” olarak adlandırdığımız kesimler, demografik sorunu bir köken ve kimlik sorunu olarak ele alıyorlar. Bu çok tehlikeli bir yaklaşım. Dahası, Kıbrıs’ın kuzeyinde, özellikle son 20 yıldır, Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus akışına indirgenemeyecek sorunlar mevcut. Bu küçücük ada yarısında, resmi verilere göre dahi, 109 farklı ülkeden insan yaşıyor. Bu insanların ciddi bir kısmı en düşük ücretlere ve en kötü çalışma koşullarına tabii iken (ki bir kısmı doğrudan insan ticaretinin mağduru), küçük bir kısmı da bir sonraki soruda değineceğimiz suç örgütleri, mafyalaşma ve kara para süreçlerinin içinde. Kıbrıs’ın kuzeyine özellikle son 20 yıldır ve özellikle hizmet, inşaat ve tarım sektörlerine doğru akan nüfus, Kıbrıs’ın kuzeyindeki sermaye birikim süreçleri ile alakalı ve bu süreçlere de ancak emek temelli -kimlik veya köken değil- bir perspektiften müdahale etmek gerekiyor.
Elbette Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine düzensiz ve kontrolsüz nüfus akışı ve bu akışın arkasındaki olağandışı unsurlar (örneğin pasaport yerine kimlikle giriş imkânı) da önemli bir sorun.
Türkiye’de suç örgütleri, mafyalaşma, kara para gibi konular artık en sıradan gündemler haline geldi. Suç örgütleri ve mafya ilişkileri konuşulurken Kıbrıs mutlaka gündeme geliyor. Bu suç örgütleri adada nasıl kök saldı? Türkiye bunların gelişmesinde nasıl rol oynadı?
Bu suç örgütlerinin adada kök salmasının iki ana sebebi var. Birincisi, Kıbrıs’ın kuzeyinin tanınmamış ve uluslararası hukuktan tamamen kopuk hali, her türlü illegal operasyon için çok verimli bir ortam yaratıyor. Kıbrıs’ın kuzeyi sadece bu bakımdan sadece Türkiye’nin arka bahçesi değil, aynı zamanda hem Kıbrıslı Türk hem de Türkiye harici yabancı ülkelerden illegal çevrelerin bir oyun alanı.
İkinci sebep ise, Kıbrıs’ın kuzeyindeki piyasa ilişkilerinin, bizim “vur-kaç sermayesi” adını verdiğimiz, kısa vadeli ve spekülatif yatırımları baskın hale getiren, doğası gereği uzun-vadeli yatırımlarda dahi illegaliteyi asli bir unsur haline getiren yapısı. Bu yapının mantığı da elbette KKTC’nin Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunana kadar “geçici” nitelikte bir devlet yapılanması olarak teşkilatlandırılmasına dayanıyor. Bu mantığa göre, KKTC sürdüğü müddetçe ne ve nasıl koparırsak kârdır yaklaşımı baskın hale geliyor. Böylelikle, ortaya, bir “failed state”ten ziyade, sermaye için başarısı zaten “failed” olmasına göbekten bağlı bir birikim süreci çıkıyor.
Türkiye’de sayısız muhalif cezaevlerinde. AKP’nin eli kolu muhalefeti bastırmak konusunda oralara kadar uzanıyor ve bildiğimiz kadarıyla BYP üyelerinin de içinde olduğu pek çok muhalifin Türkiye’ye giriş yasağı bulunuyor. Kıbrıslı Türklere yönelik bu baskıcı uygulamalar ne zaman başladı?
Kıbrıslı Türkler ile Türkiye yetkililerinin arasındaki baskıcı uygulamaların kökeni 1960’lı yıllara kadar geriye götürülebilir. Türkiye devleti ve Kıbrıslı Türk işbirlikçileri, Kıbrıslı Türkler ile Türkiye devleti arasında görece kurumsal ve düzenli ilişkilerin kurulmaya başladığı bu dönemden beri, bazen doğrudan bilinçli bir stratejiyle, bazen de spontane bir sömürgeci refleksle, Kıbrıslı Türkleri Türkiye devletinin çıkarlarının boyunduruğu altına almaya çalışıyor. Adanın bölünmesiyle birlikte bu süreç elbette daha da derin bir nitelik kazanıyor. Örneğin kültürel konularda 20. yüzyıl boyunca “Türkleştirme” yönünde bir baskı varken, Türkiye’deki AKP iktidarı ile birlikte bu baskı “İslamlaştırma” niteliğine büründü. Önceki soruların birinde de değinilen 2025 yılının ilk yarısındaki eylem dalgaları, Kıbrıslı Türk çocuklara yönelik bir başörtüsü dayatması sonucu ortaya çıkmıştı.
Ekonomi politikaları bakımından Türkiye devleti 20. yüzyılın son çeyreğinde üretimden koparma ve kendine bağımlı kılma dayatmasını yaparken, AKP iktidarı ile birlikte neoliberal dayatmalar gündeme gelmiş durumda. O kadar ki, 2011 yılında dönemin Türkiye Büyükelçisi Akça, Türkiye’nin KKTC’nin “IMF’si” olduğunu ifade etmişti. Elbette Kıbrıs’ın kuzeyindeki neoliberalizm, bir önceki soruda sizin de ifade ettiğiniz kriminal bir boyutla hemhâl bir biçimde kendini gösteriyor.
Bizim bir parti üyemiz de dahil olmak üzere onlarca Kıbrıslı Türk’ün Türkiye’ye girişi, Türkiye devleti tarafından “milli güvenlik tehdidi” oldukları gerekçesiyle yasaklanmış durumda gerçekten de. Bu, daha önce hiç deneyimlemediğimiz türde bir yıldırma politikası. Bizim bu konuda Türkiye mahkemelerinde hala süren bir davamız da var.
Kıbrıs, bir ada olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika yangınının tam orta yerinde duruyor. Doğu Akdeniz’deki petrol rekabeti yine Güney Kıbrıs’ı da içine alan bir konu haline geldi. Adada pek çok emperyalist üs yer alıyor. Filistin ve Lübnan’da süren savaşa da aslında oldukça yakın mesafedesiniz. Bu gelişmeler sizi nasıl etkiliyor?
Gerçekten de yakın bir mesafedeyiz. Örneğin Ortadoğu’nun üzerindeki füzeleri, örneğin İsrail’in Gazze’yi bombaladığı veya İran’ın İsrail’i bombaladığı füzeleri çıplak gözle gökyüzünde görebiliyoruz, özellikle adanın doğu yakasından. Hem Lübnan Hizbullahı hem de İran devleti, Kıbrıs’taki Britanya üslerinin İsrail’e yoğun destek amaçlı olarak kullanılmasını gerekçe göstererek Kıbrıs adasını vurmakla tehdit etmişti. Britanya üsleri zaten 1960 yılından beri emperyalizmin adadaki en önemli karakolları. Kıbrıs’ın kuzeyindeki Geçitkale Havalimanı da Türkiye devleti tarafından bir SİHA üssüne dönüştürüldü. Kısacası Türkiye de; Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgelerinde Kıbrıs adasını aktif bir üs olarak kullanıyor.
Bu konuda en yeni gelişme ise, özellikle mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti devlet başkanı Nikos Hristodulidis döneminde yoğunlaşmış olan adanın güneyindeki emperyalist yığınaklar. Hristodulidis hükümeti İsrail ile sıkı bir işbirliği içinde. ABD’ye Kıbrıs’ın batı yakasında bir hava üssü sağlamış durumda. Dahası, Hristodulidis, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni NATO’ya sokmaya çalışıyor. Hristodulidis hükümetinin Türkiye devleti ile dış güçlerin yardımları aracılığıyla hesaplaşma -ve kendisini de çeşitli bölgesel ve global güçlerin sadık bir hizmetçisi olarak öne çıkarmaya çalışma- ihtirası öyle bir noktaya ulaşmış durumda ki, son yıllarda İtalya, Fransa, Hindistan, Mısır ve Ürdün gibi devletler ile de yakın askeri ve güvenlik ilişkileri geliştirilmiş durumda.
Son olarak o büyük soruyu soralım: Bağımsızlık Yolu Partisi’nin Kıbrıs sorununun çözümüne dair programı nedir? Siz ne öneriyorsunuz?
Bağımsızlık Yolu, Kıbrıs sorununun halkların kardeşliği temelinde çözülmesini istiyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde halihazırda verilen emek mücadelelerinin daha koordineli bir hale getirilmesi üzerinden bir kardeşleşme sürecini öngörüyor. Federasyon bizim için pratik anlamda tek geçerli çözüm çerçevesi. Bu çerçeve içinde ancak iki halkın emekçi kesimleri, kendilerini dışlanmış veya aldatılmış hissetmeden gönülleri rahat bir şekilde birleşik bir Kıbrıs’ta yaşayabilirler. Bunlar elbette “iç” meselelerimiz. Bir önceki sorudaki meseleler bakımından, Bağımsızlık Yolu Kıbrıs adasının tüm yabancı güçlerden bağımsızlığını savunuyor ve Britanya üslerinin kapatılması içi mücadele ediyor. Bu anti-emperyalist perspektifi de milliyetçi ve devletçi bir noktadan değil, halkların kardeşliği temelinden değerlendiriyoruz. Yani örneğin bir yanda Mısır devleti ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki askeri ilişkileri eleştirirken, aynı zamanda Mısır’ın emekçi halkının mücadelesiyle Kıbrıs’taki emekçi halkların mücadelesinin birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini ifade ediyoruz.













