Sadaka Değil Gerçek Bir Zam: TİS Masası Değil Sokaklar Belirleyecek!

Sadaka Değil Gerçek Bir Zam: TİS Masası Değil Sokaklar Belirleyecek!

Türkiye’nin CHP’nin kurultay davası ve yeni siyasi operasyonlarla örülü karmaşık siyasal gündemi ortasında kamu işçilerinin 2025-2026 dönemi TİS süreci devam ediyor. İktidar tarafı şimdiye kadar yaptığı tekliflerle yüzbinlerce emekçiye zam yerine sadaka önerdi; öyle ki şimdiye kadar yaşanan TİS süreçlerinde meseleyi bir şekilde kapatmayı beceren Türk-İş bürokrasisi, tekliflere karşı mecburen de olsa harekete geçmek zorunda kaldı. Kamuoyunun dikkatini çok fazla çekmese de kamu işçileri önemli eylemlere imza atıyorlar.

İktidarın Teklifi Bir Sınıf Savaşı İlanı: 600.000 Kamu İşçisi İçin Karar Zamanı!

Türk-İş ve Hak-İş, yaklaşık 600 ila 700 bin kamu işçisini ilgilendiren TİS süreci için yılın başında yaptıkları 2025 Yılı Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Anlaşma Protokolü ile aşağıdaki talepler üzerinde ortaklaşmışlardı: 

  • Birinci yılın ilk altı ayı için %50 zam.
  • İkinci altı ay için %25 zam + enflasyon farkı + %10 refah payı.
  • İkinci yılın her iki altı ayı için ise %25’er zam + enflasyon farkı + %10 refah payı.

Gelinen noktada iktidar ise ikinci teklifinde konfederasyonların beklentilerinin oldukça altında bir öneriyle masaya oturdu: 2025’in ilk altı ayı için % 17, yılın ikinci altı ayı için % 10; 2026 yılı birinci altı ay için % 7, ikinci altı ay için de % 5 zam! 

Türk-İş ve Hak-İş’in Sınırlı Hamleleri

İktidarın teklifini açık bir sınıf savaşı çağrısı olarak okumak gerekiyor. Teklif sonrasında Türk-İş’ten yeni eylem kararları geldi. Türk-İş tarafından açıklanan plana göre;

  • 3 Temmuz Perşembe günü 81 ilde AKP il binaları önünde kitlesel basın açıklamaları düzenlenecek.

  • 8 Temmuz Salı günü işçiler mesai bitiminin ardından sabaha kadar işyerlerini terk etmeyecek.

  • 17 Temmuz’da tüm yurtta bir günlük işe bırakma eylemi yapılacak.

  • Eğer sonuç alınamazsa Ankara başta olmak üzere birçok şehirde süresiz oturma eylemleri ve yine sonuç alınamazsa grev kararı gündeme gelecek.

Bu eylemler sürecin sessizlikle geçiştirilmemesi adına önemli olmakla birlikte işçi sınıfının asli silahının üretimden gelen gücü olduğu ve bugüne kadar kazanımla sonuçlanan tüm TİS süreçlerinde grevlerin etkili bir şekilde kullanılmasının önemli bir rol oynadığı gözden kaçmamalıdır. Türk-İş ve Hak-İş gelen tekliflere yönelik eleştirilerini, masanın karşı tarafına oturan TÜHİS (Türkiye Ağır Sanayi ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası) üzerinden veya hiç özne belirtmeden yapmaya devam ediyor. Her iki sendika da dayatılan sefalet zamlarının asli mimarı olan iktidarı ve onun emekçileri yoksullaştırma aparatı haline gelen Mehmet Şimşek idaresindeki ekonomi yönetimini hedefe oturtmamaya özel bir imtina gösteriyor. Emekçiler dayatılan yoksulluğun, sefaletin sorumlularını iyi tanımalıdır! Geçmişte elde edilen kazanımların salt müzakereyle, diplomatik TİS görüşmeleriyle değil; işyerlerinde şaltere uzanarak, sokakları aşındırarak elde edildiği unutulmamalıdır!

Türk-İş ve Hak-İş Bürokrasisiyle Bir Yere Kadar: Bugün Ne Yapmalı?

Türk-İş ve Hak-İş’in tepesindeki sendikal bürokrasinin yapıp yapabilecekleri ortadadır. Tabanda mücadeleye açık özneler olmakla birlikte Ergün Atalayların, Mahmut Arslanların iş kızıştığında mücadeleden köşe bucak kaçacağını herkes biliyor. Bunu açıkça söyleyebilmek için elimizde yaşanmış pek çok örnek var.

2019 yılında TİS imzalanırken mikrofonu açık kalan Ergün Atalay’ın dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına söylediği “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle” ifadeleri unutulmuş değil!

Dahası bugün iktidarın neoliberal kemer sıkma uygulamalarıyla, ağır vergi yüküyle, zamlarla, sermayeye aktardığı büyük kaynaklarla, yaptığı israflar ve lüks harcamalarla emekçileri nasıl yoksullaştırdığı ortada. Sendika bürokrasileri son yıllarda giderek ağırlaşan bütün bu süreci sadece izlediler! Kimi yerlerde emekçiler sendikal bürokrasiyi aşan eylemleri ve grevleriyle bu süreci tersine çevirmeye çalıştılar ve başarılı sınıf mücadelesi pratiklerinin altına imza attılar. Ancak bu genelleşen yoksullaşmayı durdurmak için yeterli olmadı, olamazdı da. Geçmişin kayıplarını telafi etmek için lokal direniş örneklerinin ötesine geçen kitlesel bir sınıf seferberliğine ihtiyaç var.

89 Baharı’ndan Metal Fırtına’ya: İşçi Sınıfı Başarı Hikayelerinden Öğrenmeli!

Yakın tarihimizde bunun örnekleri de bulunmaktadır. Nisan 2015’te Türk-Metal’in uzlaşmacılığına karşı sendikal özgürlükler ve ekonomik-sosyal talepleri için ayağa kalkan Renault işçilerinin mücadelesi peşinden TOFAŞ, Ford Otosan, Türk Traktör gibi büyük otomotiv fabikalarında çalışan emekçileri de sürüklemiş; Türkiye tarihine “Metal Fırtına” olarak geçen ve iki haftadan fazla sürecek bir mücadele süreci yaşanmıştı.

Yine kamu işçilerinin mücadelesi dendiğinde elbette akıllara 89 Bahar eylemleri gelecektir. 12 Eylül’ün emekçilerin hakları ve örgütlülükleri üzerine balyoz gibi inen yılların ardından kamu işçileri 1987 yılından başlayarak 1991 yılına kadar sürecek ve zirvesine 1989 Baharı’nda ulaşacak bir eylemlilik dalgasına imza atmış ve Özal iktidarını sarsmayı başararak istediklerini elde etmişti. 

Bütün bunlar emekçilerin ancak sendikal bürokrasiyi aşabilecek bir radikalizmi sahaya yansıttıkları ölçüde başarılabilmişti. Bugün kamu işçilerinin mücadelesi sadece onların meselesi olmakla sınırlı kalmayacak; mücadele büyütüldüğü ölçüde açlığa terk edilen asgari ücretlilerin, emeklilerin, Ağustos ayında yeni bir TİS sürecine girecek olan kamu emekçilerinin, geleceksizlikten müzdarip gençlerin de dikkatini çekecektir. Kamu işçisi direndiği ölçüde, toplumun yoksulluğa ve sefalete terk edilen, eşitsizliklerden bunalan yoksul emekçilerinin desteğini de arkasında bulacaktır.

CATEGORIES

COMMENTS

Wordpress (0)
Disqus (0 )