Temel Notlar 2: Marksist Literatürde Sermaye Nedir? – Davud Caner B.

Temel Notlar 2: Marksist Literatürde Sermaye Nedir? – Davud Caner B.

Das Kapital’e ismini veren sermaye neyi temsil etmektedir, sınıflı toplumlar tarihi boyunca karşımıza çıkabilecek devasa para-meta yığınlarından onu ayıran nedir, hayatımıza nasıl yön vermektedir? Bu soruları cevaplamayı ve kapitalizmin temel dinamiklerini elimizden geldiğince kısa tutarak anlatmayı hedefliyoruz.

Sermaye günlük dilimizde oldukça yer etmiş bir kelime; genel olarak büyük miktarda para, iş başlatan para gibi anlamlarda kullanılıyor. TDK sözlüğü de bize paralel cevaplar veriyor. Ancak işin bu kısmını dilbilimci dostlarımıza bırakıp asıl konumuza ve bizi ilgilendiren cevaplara dönelim.

Marksist literatürde sömürünün ne anlama geldiğini anlattığımız bir önceki “Temel Notlar: Marksist Literatürde Sömürü Nedir?” yazımızda toplumsal zenginliğin nasıl ortaya çıktığını işlemiş ve emek-zaman teorisine değinmiştik. Özet olarak toplumsal zenginliğin kaynağı olarak toplumsal üretimi göstermiş ve oluşan toplumsal zenginliğin sınıflı toplumların içerisindeki paylaşımından bahsetmiştik.

Sermayenin Genel Formülü

Önceki sınıflı toplumlardaki zenginlik yığınından sermayeyi ayıran temel nokta metanın dolaşım biçimidir. Basitçe anlatmaya çalışırsak eski sınıflı toplumlarda karşımıza çıkan metanın en basit dolaşım biçimi Meta-Para-Meta’dır (M-P-M). Bu biçimi satın almak için satmak olarak tanımlayabiliriz. Bu ekonomik yaklaşımda temel amaç ağırlıklı olarak toprağa dayalı olarak üretilen metaların, ihtiyaç duyulan metaları satın almak amacıyla mübadele ilişkisine sokulmak için pazara sunulmasıdır. Örnek verecek olursak bir feodal derebeyi, zorbalığı altındaki köylülerin ürettiği ürünün bir kısmını onlara dağıtır; geriye kalan artık ürünü mübadele ilişkisine sokarak askerlerini besleyecek, şatosunu süsleyecek, şatafatını sürdürecek metaları satın almak için harcardı. Yine küçük toprak sahibi bir köylü bir sonraki hasat mevsimine kadar hayatta kalmak için kullanırken, devasa hanedan topraklarının yegâne mülk sahibi bir Sultan da düzenini ayakta tutmak için üretilen toplumsal zenginliği kullanıyordu. Bu formülasyonda metanın ortaya çıkan yönü kullanım değeriydi.

Ancak kapitalist üretimi geçmişin sınıflı toplumlarından ayıran, devasa toplumsal zenginlik yığınlarını oluşturan dolaşım biçimi Para-Meta-Para’dır (P-M-P). Bu biçimi satmak için satın almak olarak tanımlayabiliriz. Burada ise amaç genelleşmiş meta ekonomisi olarak tanımladığımız kapitalizmin ihtiyaçlarına paralel olarak meta üretiminin sürekliliğini sağlamaktır. Örneğin; birikmiş toplumsal zenginlik üretim araçları ve emek-gücünü satın almak için kullanılır, satın alınan bu metalar kullanılarak yeni metalar üretilir ve mübadele ilişkisine sokulmak için pazara sunulur. Burada metanın ön plana çıkan yönü mübadele değeridir.

Peki bu formülasyon nasıl sermayeyi doğurmaktadır? Elbette ki bu üretimin temel motivasyonu süreç sonunda üretilen metaların mübadele değerlerinin başlangıçta ortaya konan paradan büyük olmasıdır, yani artı-değer içermesidir. Artı-değerin bir kısmı bu üretim sürecinin devam edebilmesi için kullanılırken diğer kısmı yeni üretim araçlarının alınabilmesi, mevcut araçların amortismanı, pazarda yaşanabilecek sarsıntılara vb. süreçler için biriktirilir. Bu birikim süreci atıl parayı doğurur. Atıl para, sonrasında finansın üzerinde yükseleceği kredi-paraya temel oluşturur. Mali sermaye ve finans tartışmalarını meta-para teorisi üzerine kaleme alınacak bir sonraki yazılarımıza saklayalım ve devam edelim.

Devrenin sonunda başlangıçtaki paradan büyük olan para, P’ (para üssü) olarak tanımlanır. Formül olarak P’= P + ΔP yani ilk sürülen para, artı, fazlalık şeklinde yazabiliriz. Sonuç olarak sermayenin genel formülü P-M-P’dir. Sermayenin yani “Das Kapital”in büyük bir para yığınından ayrılan, toplumsal hayatımıza yön veren bir olgu olmasının temelinde bu formülasyon yatar.

Sermaye Birikimi

Sermayenin genel formülü sonucunda ortaya çıkan artı-değerin atıl-para olarak birikmesinin sebeplerinden bahsetmiştik. Bu sebeplerin temelde ortaklaştığı amaç üretim araçlarının sürekliliğinin sağlanması ve sayısının artırılmasıdır. Peki ama neden? İlk amaç oldukça anlaşılır elbette. Üretim araçlarının sayısının artırılması ve üretimin hacmini büyütme çabasını ise tetikleyen şey ise rekabetin ta kendisidir. Sermayenin doğup gelişmesi için bu rekabetin başlangıçtaki köstek olabilecek unsurlarından korunması gerekir. Örneğin feodal toplumun bölgesel güçlerinin üretilen metaların satılabileceği pazarlar için kısıtlayıcı konumda olması, eski düzende üretilen zenginliğin el koyucularının kapitalistleri kendi arzularına göre vergilendirip bu zenginlikten pay almaları burjuva sınıfının doğuş yıllarında aristokrasi ile çatışma durumuna getirmiştir.

Aristokrasinin kimi yerlerde mağlup edilerek, kimi yerlerde ise yeni düzene razı kılınarak hatta entegre edilerek bertaraf edilmesi ulus devletlerin ve anayasal düzenin doğuşunu getirmiştir. Böylece sermaye büyüp serpileceği, diğer ulusların kapitalistleriyle gireceği yıkıcı rekabete hazırlanacağı; yeni gelişecek potansiyel rakiplerinin güçlenmesini engelleyecek güce ulaşana kadar hızla fethedeceği bir ulusal pazara sahip olma imkanı bulmuştur.

İlkel Birikim

Peki sermayenin ilk emekleme adımlarını getiren yani P-M-P’ formülünün başlangıçtaki “P”si, kapitalizmin ilk parasal birikimleri nasıl elde edilmiştir? Buna verebileceğimiz ilk cevap öncül sistemden devralınan zenginlik birikimleridir. Osmanlı ve Çin toplumlarında gördüğümüz asya despotizminden farklı olarak feodalizm, aristokrasinin farklı unsurlarının mülk sahibi olabilmesine; burada biriken zenginliği kendi arzusuna göre kullanabilmesine olanak tanıyordu. Bu birikimler “Coğrafi Keşifler” olarak anılan, başta Amerika kıtası olmak üzere dünyanın yağmalanmasını ve devasa zenginlik yığınlarının Avrupa’ya aktarılmasını sağlayan askeri seferlerin fonlanmasında temel oluşturdu. Bu zenginlikler üzerinden gelişip serpilmeye başlayan ticaret sermayesi (Sanayi Devrimi öncesi) aristokrasi ile giriştiği mücadeleyi kazandıkça, özellikle İngiltere’de Protestanlığın yükselişi ile birlikte, kilise mülkiyetinin yağmalanması ilkel birikimin temellerindendir. Hakeza Sanayi Devrimi sonrasında işçi sınıfının en vahşi sömürü koşullarına mahkûm bırakılması da ilkel birikimin en önemli temelleridir. Teolojide ilk günah neyse, politik iktisat için de ilkel birikim odur.

İlkel birikim süreci kendini ulusal burjuvazinin gelişim sergilemeye çalıştığı tüm ülkelerde benzer şekilde işlemiştir. Örneğin Osmanlı’nın son yılları ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında da gayrimüslimlere yönelik sistematik saldırılar, servet transferleri, yağmalamalar, 1936’ya kadar iş kanununun olmaması, İkinci Dünya Savaşı döneminde işçi sınıfına dayatılan vahşi çalışma koşulları gibi örnekleri de Türkiye’de sermayenin ilkel birikimin temelleri olarak görebiliriz. Hafızamızı biraz geri sardığımızda da bugün dünya kapitalizminin ikinci gücü olan Çin’in de 1970-2010 arası dönemde yine bu vahşi ve sistematik sömürü ile mevcut gelişimini sağladığını görebiliriz.

İlkel birikim sermayenin kan ve pislik içindeki doğuşunun hikayesidir.

Kapitalist Kimdir?

Günümüzün en çok sulandırılan kavramlarından birisi de kapitalisttir. Kapitalist bir ideolojinin taraftarı veya sempatizanı anlamına gelmez. İsmini aldığı kapitale yani sermayeye sahip olan ve sermayenin kendi doğasının gereğine göre onu kullanandır. Nasıl ki yukarıda anlattığımız üzere sermayenin temel karakteri artı-değerin biriktirilmesi, bunun üretiminin sürdürülmesi ve büyümesi için kullanılmasıysa; kapitalist de parası sürekli olarak sermaye olarak iş görendir. Yani çok parası olan kişi değil, bu zenginlik yığınını sürekli olarak sermaye yaratımında kullanandır. Örnek verecek olursak piyangodan büyük ikramiyeyi kazanan kişi ya da devasa bir emlak zenginliğine sahip olan, yüzlerce insandan kira geliri elde eden kişi toplum için bir asalak konumunda olsa da bu geliri ve zenginlik birikimini meta üretimi için kullanmıyorsa kapitalist değildir.

Sonuç

Sermaye; kan ve pislik içindeki doğumu sonrası toplumsal ilişkileri kendine biat ettiren, ona yön veren bir güce dönüşmüş ve önce inşa ettiği ulusal pazarı sonrasında da dünyayı kendi ilişkilerine tabi kılarak emperyalizmi doğurmuştur. Günlük hayatımızda bizleri iş yerlerimizde sömürerek temellenen sermaye, toplumsal ilişkilerimize yön vermenin yanı sıra pazarlar ve hammaddeler için girdiği uluslararası rekabetle tarihte görülmemiş boyutta savaşları ortaya çıkarmıştır. İşte bu işçi sınıfının kanını emerek hayat bulan bir vampir olan sermayenin kısa öyküsüdür.

KATEGORİLER
ETİKETLER

Yorumlar

(0)