Türkiye’ye Dünyadan Bakmak – Derya Koca

Türkiye’ye Dünyadan Bakmak – Derya Koca

AKP’li yıllar bitiyor mu? Ülkenin sorunlarını çözebilecek miyiz? Bu sorularla yatıp kalkıyoruz. Olası bir biçimde AKP’nin seçimleri kaybetmesi ülkede gerçekten yeni bir dönem açacak mı? 

Sorunlar yığınla birikti. Dar kafalılık, iş bilmezlik, adam kayırmacılık, basitlik, kabadayılık…. Ne ararsan var! Ekonomik kriz, emekçiler için yoksullaşmanın alabildiğine hızlandığı, gençlerin gelecek kaygısı ile akın akın ülkeyi terk ettiği bir aşamaya geldi. On milyonlar, gece gündüz çalışıyor. Dünyanın en uzun sürelerle çalışan ülkelerinden birinde yaşıyoruz ama ortada doğru düzgün katma değer yaratan, ithalata bağımlı olmayan tek bir üretim kalemi yok. Buna karşılık hızla yoksullaşıyoruz. Eğitimden sağlığa, insan haklarından kentlere, çevresel sorunlardan kültür-sanata, bilimden tarıma yığınla sorun var. Bu sorunların çözülebilmesi için toplumda kısmî değil radikal değişikliklere ihtiyaç var. Çünkü Erdoğan basitçe bir hükümet değil rejim kurdu. Radikal değişiklikler, siyasî kavgalar vermeyi gerektirir. Toplumda bu taraflaşmayı doğru yerden kurarak Erdoğanizmin, İslamcılığın, piyasacılığın ve azılı sermaye mantığının kökünün kurutulmasını gerektirir. Sendikal örgütlenmenin artırılması, servet vergisinin gündeme gelmesi, eğitim ve sağlık gibi alanlarda kamulaştırmalara gidilmesini gerektirir. Aksi takdirde bu sorunları çözecek parayı nerden yaratacaksınız? Bakın Millet İttifakı’nın masasına: Erdoğan’ın özelleştirmeci bakanı Ali Babacan orada oturuyor. Biz söylemiyoruz, Millet İttifakı’nın siyasi programı diyor: Piyasa kurallarıyla uyumlu yöntemlerle “krizden çıkacaklarmış.” Aklımızla alay ediyorlar. Ülke cihatçı otobanına dönmüş, siyasal İslamcılığın zihniyetinden halk yaka silkmiş aynı masada Suriye’deki çeteleri beslemenin akıl hocası Ahmet Davutoğlu ve İslamcı Saadet Partisi oturuyor. 

Yani bu kafayla gidersek, AKP seçimi kaybetse de AKP’li yıllar bitmiyor. İçerik olarak bitmiyor. Anlayış olarak bitmiyor. Erdoğanizmin sadık taraftarları buharlaşıp uçmuyor. Siyasal İslamcılık, emekçi düşmanlığı, emperyalist hevesler, sermaye uşaklığı, sağcılık, kadın düşmanlığı, yoksulluk ve mafyalar-çeteler bir oy atınca bitmiyor. Bu rahat ve kolay yoldan kurtuluş fikrine sakın ha kendimizi kaptırmayalım. Peki bu iş  nasıl olacak? Toplumun siyasal bir dönüşüm geçirmesi, ülkenin emekçilerden, yoksullardan, ezilenlerden yana bir eksene gelebilmesi ancak ve ancak kitlelerin kendi mücadelesi içinde yaşayacağı dönüşümle olur. Yoksul muhafazakâr mahallelerde biriken öfke ciddi bir sistem karşıtı sınıf mücadelesi dinamiğine pekala dönüşebilir. Geleceği kazanmak isteyen herkes kafayı buna yormak zorunda. Çünkü bu yoksul milyonlar hem sistem içine çekiliyor hem de ülkenin ideolojik olarak sağa kaydırılması sınıf mücadelesinin ve hak arayışlarının önünü kestiği için müthiş yarayışlı oluyor. 

Solun, sınıf mücadelesinin uyandırıcı, değiştirici rolü ve sınıf bilinçli emekçi yığınların kendi değişimi olmaksızın bu talan konsepti değişmeyecektir. Bu uyanış mümkün olmadığı sürece zenginlere çalışan sistemin yöneticileri dışında bir şey değişmiş olmayacaktır. Benzeri örnekler dünyada da mevcut. Türkiye’ye biraz da dünyadan bakalım. 

2008 krizi sonrasında dünyada aşırı sağ eğilimler yeniden ortaya çıktı. Neoliberalizmin yarattığı sınıfsal çelişkilerin birikmesi ve kimlikçiliğe iltica eden solun bıraktığı boşluk nedeniyle sistem karşıtı öfke kendisini aşırı sağcı popülist liderlerdin yükselişinde ifade etti. Aşırı sağcı Trump, Erdoğan, Bolsonaro, Xi Jinping, Putin, Orban, Le Pen dünya siyaset sahnesine çıktı. 2022’de aşırı sağcı Le Pen başbakan oldu, neo-Naziler İsveç parlamentosunda ikinci parti haline geldi. Orban, birleşen muhalefete rağmen seçimleri dördüncü kez kazandı, Fransa başkanlık seçimlerinde Macron %59 ile kazandı kazanmasına ama karşısındaki aşırı sağcı Marine Le Pen %41 oy aldı.  Brezilya’da başkanlık seçimlerinde Lula %50,9 alarak  % 49,1 alan Bolsonaro’ya karşı kıl payı bir zafer kazandı. 

Dönemlerinde büyük toplumsal tepki uyandırmasına, beceriksizliklerine rağmen beklenilenden oy alarak yenilen Bolsonaro ve Trump seçimlerden sonra hiç de sessizce kenara çekilmedi. İkisinin de taraftarları meclisi bastı ya da basmaya çalıştı. Oysa pandemi döneminde açıkça yoksul yerli halkı ölüme terk etmiş olan Bolsonaro’ya öfke çok büyüktü. Ama bu öfke ölüme terk edilmiş kitlelerin sesi olabilecek bir sınıfsal bir çizgide temsil edilemedi. Ilımlılık, piyasayla uyumluluk ve normalleşme adına vasatlık ve beceriksizlik piyasaya sürüldü. Seçimlerden önce Lula, “Mali sorumluluk, kamu borcunun azaltılması, sosyal sorumluluk ve sürdürülebilir kalkınmayı birleştirmek mümkündür” diyordu. Hayır, değildir çünkü “mali sorumluluk” zorunlu olarak işçi sınıfına yönelik kesintiler ve saldırılar anlamına gelir. Lula ve kapitalist destekçileri, yatırım ortamına zarar veren ve uluslararası yatırımcıları iten “kurumsal istikrarsızlık”tan Bolsonaro’nun sorumlu olduğunu söylüyorlardı.  Lula normalleşme vaadi ile seçimleri kazandı. Benzerlikler şaşırtıcı değil mi? Aynı günlerde Bolsonaro seçimlerin ikinci turuna büyük ölçüde din, kürtaj, aile değerleri, suç ve yolsuzluk gibi kültürel kamplaşma merkezli konular üzerinden yüklendi. Somut sınıf çıkarları değil manipülasyon ve sermaye taraftarlığı seçime damgasını vurdu. Bolsonaro toplumdaki en geri kalmış önyargılara hitap etmek için sosyal muhafazakârlığını oynadı ve arayı kapadı. İkinci tura girildiğinde “solcu” Lula’nın düzenin devamını salık verdiği vasatlık 3 milyon oy artışı sağlayabilirken Bolsonaro 7,1 milyon oy arttırdı. Kısa süreliğine kendisini garantiye almak için ABD’ye kaçan faşist Bolsonaro şimdi muhalefet için Brezilya’ya dönüyor. Trump da bir sonraki seçimlere hazırlanmak için yıldızı hızlı sönen Biden’ın karşısına çıkmaya hazırlanıyor.

Dünya her düzeyde savaş, kaos ve krizle karakterize ediliyor. Eski bir düzen ölüyor ve yenisi doğmak için mücadele ediyor. Bunu Sri Lanka’daki devrimci patlamada, İran’daki muazzam devrimci enerjide, Peru’da darbe karşısında cesurca mücadele eden halk hareketinde, Fransa’da süren büyük emekçi isyanında, Almanya’daki ulaşım grevinde görüyoruz. Daha büyük mücadelelerin mayalanmakta olduğu da görünüyor.  2008 krizi sonrası yükselmiş olan sağcı liderler de kitlelerin öfkesinden payına düşeni alıyor.  Toplumsal öfke birikimi onların koltuklarını da sallıyor. Erdoğan da tüm bu küresel eğilimlerin içinde anlaşılmalı. Bu eğilimler bize yükselmekte olan sınıf mücadelesi ve eylemci bir kuşağın gelişini müjdeliyor. Elbette nesnel koşulların belirleyiciliği her ülkenin kendi özgünlüğü etrafında kavranmalı. Ancak olayların seyri her yerde aynı yönde ilerliyor: sistem daha fazla istikrarsızlık üretecek; çelişkiler ekonomik, sosyal, politik her düzeyde güçlenecek.  Bu nesnel koşulların yanında da sınıf mücadelesinde devrimcilerin varlığı sorusu tüm gidişatın yönünü ve tarihin akışını belirleyecek. Fransa’da, Almanya’da, Sri Lanka’da, Brezilya’da ve yakın dönemde Netanyahu’ya karşı İsrail’de gelişen protestolarda da meselenin özü budur. Yalnızca devrimci bir sınıf mücadelesi bu enerjiyi doğru yere yani kapitalistlere, hükümetlere yönlendirebilir. Bunun için devrimci sosyalistlerin bağımsız sınıf mücadelesi çizgisini ısrarla savunması gerekiyor. Emekçilerin burjuva liderliklerden fikirsel ve örgütsel düzeyde kopuşu olmaksızın mücadele becerisi de ortaya konamayacaktır.  Bakınız, Nisan 2022’de faşist Le Pen karşısında ehven-i şer olarak %58’lik seçim zaferi kazanan Macron’un ilk icraatı emeklilik yaşının 64’e çıkarılması oldu. Yıllardır hayalini kurduğu bu saldırıyı gerçekleştirecek cesareti veren de daha 11 ay önce kazandığı seçim zaferi oldu. Türkiye’de de kıdem tazminatı gibi saldırıların bir kenarda bekletildiğini ve uygun anın kollandığını unutmayalım. TÜSİAD’ın seçimlerden beklediği nice saldırılar var!

Sonuç olarak aşırı sağ eğilimlerin Türkiye’de ve dünyada toplumsal bir gerçek olarak kendisini göstermesi, uzamış kapitalist krizin keskinleştirdiği sınıflar mücadelesinin görünümü olarak okunmalı. Devrimci etkinin, sosyalist emekçi çizginin zayıflaması her yerde kendisini aşırı sağcı eğilimlerin güçlenmesi olarak kendisini gösteriyor. Türkiye’yi bu dinamiklerden uzakta değerlendirmek hatadır. AKP’nin yenilmesi de bu siyasal gerçekliğe uygun bir sınıfçı hattın örülmesine bağlıdır. Bu nedenle AKP’nin seçim kaybetmesi ile AKP zihniyetinin bitmesi aynı şey değildir. Erdoğan seçim kaybetse de aşırı sağcı zihniyetle, çetelerle, mafyalarla, acımasız sömürü ile mücadele etmek Millet İttifakı’nın boyunu ve niyetlerini aşan şeylerdir. Hali hazırda aday listelerine bile bakıldığında mevcut rejimin artıklarının doluştuğu, yeni dönemde erkenden yer kapmak için sıraya girenlerin doluştuğunu göreceksiniz. Bunlar mı ülkenin sorunlarını çözecek? Bırakalım eğitim, sağlık, yoksulluk, özgürlük gibi sorunları; burjuva muhalefetin birleşmesindeki temel motivasyon olan rejim değişikliği bu “tüm sağcılar birleştik” zihniyetinin yeni rejiminden ne beklenebilir? 

Tüm bu yakıcı sorunların tek bir oy atarak bunun değişmesini beklemek ise fazla iyimserlik olacaktır. Bugünün suç makinası yandaşlarının olası bir iktidar değişikliğinde de yarın bakanlık koltuklarında oturacağını göreceksiniz. Ta ki emekçiler masaya yumruğunu vurana kadar. Türkiye’de Ortadoğu’da, Avrupa’da, her yerde! Bunun için devrimci sosyalistler var.

KATEGORİLER