Modern Zamanların Manevra Savaşı Mümkün(dü) – Veli Umut Arslan
Gramsci devrime yönelik eylemin iki farklı aşamasını manevra ve mevzi savaşı şeklinde birbirinden ayırır. İktidarı ele geçirmek için gerçekleşen hızlı ve topyekün cephe saldırısına “manevra savaşı” derken tek tek siperlerin ve kalıcı istihkamların ele geçirilmesi üzerinden ilerleyen daha aşamalı, uzun ve yıkıcı diğer stratejiye ise “mevzi savaşı” der. Sonraları her türden oportünist, devrimci eylemden kaçışlarını haklı göstermek için (Gramsci’yi çarpıtarak) mevzi savaşı kavramsallaştırmasını öne çıkarmış, manevra savaşı ise geçersiz ilan edilmişti. Bu yazının konusu bu kavramları analiz etmek değil. Bu sefer Türkiye’de devrimci gelişmedeki sıçramaların (bir anlamda manevra savaşının) mümkün olup olmadığına dair bir takım fikirler ortaya koyacağız.
Kanımca olur da AKP iktidardan düşerse devrimciler büyük bir fırsat kaçırmış olacaklar. Bu iddia çoklarına garip gelebilir. Diğer taraftan düz ve mekanik bakmayı bırakıp çelişkilere odaklanırsak devrimci sıçramaların AKP Türkiye’sinde gayet mümkün olduğunu görebiliriz.
Türkiye AKP iktidarı boyunca çok sarsıcı süreçlerden geçiyor. AKP toplumu o derece gerdi ve politize etti ki AKP karşıtı geniş ve heterojen kesimler radikalleşmeye çok açık hale geldi. Tartışmadaki çıkış noktamız budur. Eğer devrimciler, gerekli müdahaleleri yapacak güçte ve perspektifte olsaydı, AKP’ye karşı olan ve giderek genişleyen halk kitlelerinin önderi olarak yükselebilirdi. Bunun anlamı burjuva muhalefet partilerinin yenilgiye uğratılması ve devrimci hegemonyanın tesis edilmesi olurdu.
Bu potansiyelin açığa çıkması için sınıf perspektifinden ilerleyen bir devrimciliğin alternatif olarak sahada kendisini göstermesi zorunludur. Sahada kendisini göstermek derken on binlerce üyeye sahip sosyalist partilerden bahsetmiyoruz. İşçi havzalarında, sendikalarda, kent merkezlerinde, üniversite ve liselerde, mahallelerde somut kampanyalar örgütleyebilen, dinamik alan örgütleri olan bir devrimci parti, toplumsal muhalefetin ateşleyici liderliği olabilirdi. Örneğin içinden geçtiğimiz derin ekonomik kriz ve halkın hızlı yoksullaşması karşısında, böyle bir parti, “GEÇİNEMİYORUZ” mücadelesine aktaracağı güçle bütün dengeleri değiştiren müdahalelerde bulunabilirdi. Etkin devrimci müdahalenin büyük farklar yaratacağı örnek durumlar yıllar içerisinde defalarca karşımıza çıktı.
Sonuçta sınıf perspektifli devrimci müdahale sayesinde yıllar içerisinde olgunlaşmış olan çelişkiler açığa çıkar. Böyle bir durumda söz konusu olan parti büyük bir toplumsallaşma ve kitleselleşme yaşayacaktır. Üstelik devrimcilere gelecek olan ilgi sadece AKP karşıtları ile sınırlı olmaz! Sultangazi ve Urfa’daki son işçi direnişleri de gösteriyor ki AKP’ye oy veren işçiler ve işçi havzaları, emekten yana mücadelelere destek olmak bir yana, bizzat bu tarz mücadelelerin öznesi olmaya da yakındır.
Yani devrimci gelişme, sınıf eksenli olacağı için, AKP’nin destek bulduğu emekçi bölgelerine kadar genişleyecektir. Şimdiye dek gölgede kalmış ve bu sebeple hakir görülmüş kitleler, aktif savaşçılar olarak politik arenaya girebilir. Sınıf bilincinin kütlesel biçimde yükselmesinin yolu açılır. Bu kitleler pratik içerisinde öğrenirler ve içlerinden daha canlıları devrimci partinin kadroları olurlar. Böyle dönemlerde aşamalı ilerlemeye kör biçimde iman etmiş boş ukalalar çoktan geride kalmış olur. Şüphe yok ki böyle bir atılım sırasında kitlelerdeki bilinç sıçramalarla ilerleyecektir.
Hemen akıllara AKP’nin ve burjuva devlet aygıtının böyle bir sürece izin vermeyeceği fikri gelecektir. Ama unutmamak gerekir ki emek eksenli mücadeleleri kolluk gücüyle ezmek, AKP için hiç de kolay olmaz. Kimlik merkezli bir solu yalnızlaştırmak, hedef haline getirip bastırmak muktedirler için her zaman kolay olmuştur.
Ama emekçi merkezli bir mücadeleyi bastırmak hiç de öyle kolay bir iş olmayacaktır. Dolayısıyla böyle bir mücadeleye liderlik eden bir devrimci partiyi de bastırmak hiç kolay olmaz. Baskıların ters tepmesi ve devrimci liderlerin halk nezdinde büyük bir otorite haline gelmesi de bir yan etki olarak AKP’nin ve kapitalistlerin başına bela olur.
Özetle Gramsci’nin Modern Prens adını verdiği böyle bir parti alt ve orta sınıfları, gençleri, kadınları, Kürtleri ve laiklik hassasiyeti olan geniş kesimleri kendi politikasının çekimine alabilir, hegemonyasını tesis edebilir, devrimci değerleri yaygınlaştırabilir ve kendi etrafında bir duygudaşlık yaratabilir. Yakın zamanlarda komünist başkan lakaplı Maçoğlu ile Erkan Baş ve TİP, bu potansiyele dair bize gerçekçi veriler sundular. Bağımsız ve emek merkezli duruşlarıyla bu aktörler geniş halk yığınlarında büyük karşılık buldu. Bu açıdan toplumun sosyalist figürleri bağrına basabileceğinin canlı örnekleri oldular. Ama ne TİP ne de SMF kendilerine yönelen bu ilgiyi örgütleyecek, sınıf radikalizminin pratik mücadelelerine katacak, kadrolar yetiştirecek bir perspektife ve dinamizme sahip değildi. O yüzden de bu projelerin sınırları, seçim süreçleri ve yıldızı parlayan figürlerin demeçleriyle çiziliyor. Emekçilerden beklenen seçim süreçlerinde oy vermeleri. Durum bu olduğu için, söylemeye gerek dahi yok, büyük fırsatlar heba ediliyor.
Sonuçta Modern Prens’in ortaya çıkışı tarihsel bir gelişmedir. Fedakar, enerjik ve disiplinli kadrolara dayanan bir mücadele gücü bugünden yarına sihirli dokunuşlarla ortaya çıkarılamaz. Neticede kadroların eğitilmesi kayda değer ölçüde bir zamanı gerektirir. Diğer taraftan eğiticilerin halihazırda var olması ya da onların da yetiştirilmesi gerekir. Bütün bunlar bir hayli zaman alan süreçlerdir. Yani Türkiye’de sosyalist solun üzerindeki ölü toprağını atması ve kabuk değişimi yaşaması zorunluluğu, çok acil olsa da sorunun kestirme bir çözümü bulunmaz. Geleneksel sosyalist yapılar ise aldığı ağır yenilgiler, ideolojik ve örgütsel çözülme hali yüzünden büyük bir perspektif kaybı yaşamıştır. Perspektif kaybı, enerji ve motivasyon kaybını kaçınılmaz kılar. Bu geleneksel aktörler artık ön açıcı olmaktan ziyade yavaşlatıcı bir konumdadır. Bu yüzden bağımsız devrimci sınıf tavrı yolunda ilerleyen, bu perspektifle heyecanlanan, örgütlenebilen ve kadrolar yetiştirebilen yeni ve gürbüz oluşumların sosyalist solun liderliğini devralması gerekir. Bu yolda istikrarlı ilerlemeler kaydedildikçe adımların hızlanması kaçınılmazdır. Modern Prensin ortaya çıkışının yolu budur.
Peki, AKP gider ve burjuva normalleşme sağlanırsa devrimci manevra savaşı ihtimali ortadan kalkar mı? Bir kere AKP gittiğinde rejim büyük bir bunalımdan çıkmış olacak. Diğer taraftan toplumsal muhalefet üzerindeki baskılar azalacak, sosyalist partilere katılmak kolaylaşacak, eylemler daha kolay örgütlenebilecektir. Hatta işçi sınıfının eylemsellik anlamında özgüveninin artacağını tahmin edebiliriz. Ama AKP karşıtlığının geniş yığınları duygudaşlık konusunda birleştirdiği, enerjikleştirdiği ve radikalizme açık hale getirdiği özel tarihsel koşullar ortadan kalkacaktır. Bir defa “Millet İttifakı iktidarını yıpratmayın”, “tatava yapmayın” seslerini eskinin toplumsal muhalefetinden bolca işiteceğiz. Ama işçiler ve yoksul bölgelerin bu tarz kaygıları daha az olacaktır. Yani kadrolar yetiştirip devrimci inşayı sürdürmek için koşullar yine müsait olacaktır, ama büyük atılımlarla toplumun önderi olma konumunu elde etmek daha zor hale gelecektir. Bu anlamıyla tek biçimliliğin ortadan kalktığı, mevzi ve manevra savaşlarının iç içe geçtiği biçimler devrimci gelişmenin izleyeceği yol olabilecektir.