İstanbul'un Yaklaşan Felaketi: Kanal İstanbul – Arzu Görmez
AKP’nin 2011 yılında “çılgın proje” olarak duyurduğu Kanal İstanbul projesi Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu ile girdiği polemikle beraber tekrar gündem oldu. Ekrem İmamaoğlu geçtiğimiz günlerde Kanal İstanbul’la ilgili “Özetle bu proje İstanbul’a bir ihanet projesi bile değildir. Resmen bir cinayet projesidir. İstanbul için gereksiz bir felaket projesidir. Bu proje bittiğinde İstanbul bitmiş olacak.” ifadelerini kullanmıştı. Dünse Erdoğan “Biz burada kimlere mesaj verilmek istendiğini biliyoruz. Birileri başlarını okşayan efendilerine diyet borcu ödeyecek diye Türkiyeyi büyütecek stratejik bakımdan elini güçlendirecek bu projeyi biz kaldırmayız, CHP’nin takoz siyasetine boyun eğmeyiz. CHP’nin kendi çapsızlığının bedelini milletimizin ve ülkemizin ödemesine kesinlikle rıza göstermeyiz” dedi.
Peki, bu projeden gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi Türkiye mi kazanacak yoksa Erdoğan’ın “şahsı” ve yandaşı olan müteahhitler mi?
Uzmanlar Kanal İstanbul’un şehre yıkım getireceği konusunda hemfikirler. Marmara Denizi’ndeki doğal dengeyi bozarak doğayı ve canlı yaşamını çok ciddi tehlikeye atacağı, İstanbul için yakıcı bir gündem haline gelen su sorununun elde kalan son tatlı su havzalarının yok edilmesiyle beraber iyice derinleşeceği, verimli tarım alanlarının ve elde kalan son ormanlık alanların ciddi tahribata uğrayacağı, kanalın yapıldığı bölgenin deprem riski taşıdığı üzerine iktidarı defalarca kez uyarıldı. Ama Erdoğan yine tüm bu uyarıları kulak arkası ederek İstanbul için yeni bir felaket yaratmaya kararlı görünüyor.
TMMOB’a bağlı İnşaat Mühendisleri Odası dün bir açıklama yayınlayarak kanal projesinin bir ulaşım projesi olmadığını ve “İstanbul Havalimanı, 3. Boğaz Köprüsü ve Çanakkale Köprüsü ile birlikte, İstanbul`un kuzeyinde ve Trakya Bölgesinde yapılaşmamış alanları imara açacak olan yeni bir rant ve emlak projesi” olduğunu dile getirmişti. (TMMOB’a bağlı odalar Mart 2018’de de projenin getireceği felaketler konusunda bir açıklama yayınlayarak iktidarı uyarmıştı. Okumak için https://www.tmmob.org.tr/icerik/tekrar-uyariyoruz-istanbul-kanali-cilginligina-derhal-son-verilmelidir ). Prof. Dr. Naci Görür de Kanal İstanbul ile birlikte depremin etkisinin artacağını anlatmıştı. Görür sosyal medya hesabından, “İstanbul deprem beklemektedir. Beklenen deprem gerçekleşirse Kanal’ın Marmara ağzı 9-10 şiddetinde etkilenebilecektir. Kanal gibi yatay ve düşey harekete sıfır toleranslı bir yapının depremden ciddi hasarlar görmesi mümkündür.” diye yazmıştı. Ayrıca iktidar İstanbul için uyarıları sıkça yapılan deprem tehlikesine karşı önlem almak bir yana, bu projeyle depremin yaratacağı yıkımı daha da ağırlaştıracak bir maceraya girişmektedir.
İktidarın asıl amacının inşaat ve arazi rantı yaratmak olduğu çok açık. Kanal İstanbul’un güzergâhı belli olmadan birçok gayrimenkul şirketinin bölgede arsa topladığı ortaması, birçok konut projesi sahibi de reklamlarını Kanal İstanbul üzerinden yapmaya başlaması, Projenin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu çıkmadan T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) iştiraki Emlak Konut Gayrimenkul Şirketi’nin Kanal İstanbul güzergâhı çevresindeki konut projelerinden oluşan bir harita hazırlayarak resmi internet sitesine koyması, arsa ve konut fiyatlarındaki ciddi orandaki artış gibi örnekler projenin inşaat sektörü için önemini adeta gözler önüne seriyor.
Geçtiğimiz günlerde Kanal İstanbul’un inşaatına yönelik yeni bir takvim açıklandı. Projenin ihalesi 2020 yılında gerçekleştirilecek ve % 60’ı 2023 yılına kadar tamamlanacak. 75 milyar TL’lik maliyetin 45 milyar TL’si bu süreçte harcanacak. Projenin yüzde 60’nın 2023’e kadar tamamlanması planlandığı düşünülecek olursak İstanbul’un dev bir şantiyeye dönüşmesine çok da bir zaman kalmadı. Bu kadar büyük bir maliyetle gerçekleştirilmesi planlanan projenin finansmanının nasıl sağlanacağı muallak; bu projeyi sırtlanabilecek firmalara verilecek garantiler, geçmiş projeler de düşünülürse, gelecek kuşaklara ağır bir yük bırakacaktır.
İktidar bir yandan boğazdan tehlikeli madde taşıyan gemilerin geçişini engellemek gibi sözde güvenlik safsatalarıyla halkın rızasını almaya çalışırken, bir yandan da projeyi Süveyş ve Panama kanallarına eşdeğer bir şekilde Türkiye’nin elini güçlendirecek bir fırsat olarak gösterme çabası içinde. İstanbul Boğazı’ndan daha dar olan bu kanaldan geçecek gemilerin kaza yapmayacağının garantisi var mı?
Dahası boğaz üzerindeki geçiş koşulları Montrö Anlaşması’yla belirlenirken, Türkiye’nin Kanal tamamlandığı takdirde boğazlardan geçişi kısıtlama gibi bir yetkisi bulunmuyor. Kanalın statüsüyle ilgili sorulara Ulaştırma Bakanı geçtiğimiz yıl “Uluslararası ulaşıma açık bir iç suyolu olarak planlanan Kanal İstanbul Projesi’nin geçiş rejiminin, uluslararası hukuk temelinde Türkiye’nin kendi iç hukukuyla düzenlenebilmesi ve Türkiye’nin bir iç suyolu olması hasebiyle buradaki geçiş koşullarının belirlenmesi, ülkemizin münhasır yetkisinde bulunmaktadır.” şeklinde yanıt vermişti. İktidar burada da ben yaptım oldu şeklinde bir yaklaşım geliştirecek gibi görünüyor; ancak deniz hukukçularına göreyse Türkiye’nin kanal üzerindeki egemenliği ile boğazlar konusundaki koşullar arasında bir farklılık olması mümkün görünmüyor. (Konuyla ilgili ayrıntılı bir okuma için https://www.lojiport.com/kanal-istanbul-icin-gecis-hukuku-sart-85873h.htm )
Kısacası Kanal İstanbul Projesi, İstanbul’a daha önce ihanet ettiklerini açıklayanların imza atacağı yeni bir ihanet olacaktır. Kenti daha da yaşanmaz hale getirecek olan bu projeye dur demek hem kenti hem de her açıdan batağa saplanacak geleceği kurtarmak için bir zorunluluktur.