Yeni Ortadoğu – V. U. Arslan
Ortadoğu’da son on-on beş yılda güçler dengesinde önemli değişimler oldu. İran ve Rusya bu zaman zarfında önemli atılımlar yaptılar. ABD 2003’te Saddam’ı devirerek İran’a büyük iyilik yapmıştı. Ardından 2006’da Hizbullah’ın Lübnan’ı işgal eden İsrail’i durdurması önemli bir gösterge oldu. 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı sayesinde Rusya Ortadoğu’ya oyun kurucu olarak geri dönmekle kalmadı, silah endüstrisini kalkındırdı, Türkiye’yi periferisine aldı ve yeniden büyük güç mertebesine ulaştı. Başta Hizbullah olmak üzere İran yanlısı milisler Suriye İç Savaşı’nda belirleyici roller aldılar ve askeri kapasitelerini muazzam geliştirdiler. IŞİD’in Bağdat’ı tehdit etmesi üzerine 2014’te büyük bir seferberlik sonucu kurulan Haşdi Şabi de çok etkin bir askeri kapasite olarak İran’ın önemli bir kozu haline geldi. 2015’te Yemen’de başlayan iç savaş ise Husi güçlerin Suudileri rezil etmesiyle İran için büyük bir zafer anlamına geldi.
Bunun dışında İran askeri teknoloji olarak da atılım yaptığını kanıtladı. 2011’de İran hava sahasını ihlal eden ABD dronu RQ-170’i hasarsız bir şekilde yere indirmeyi başardı. Bu saatten sonra geleneksel savaş dengelerini değiştirecek olan drone teknolojisi konusunda atılımlar yapan İran bu yeteneğini desteklediği gruplarla paylaşıyor. Neticede Husiler savaşı Suudi topraklarına taşıdılar. Dünyanın en büyük petrol rafinerisi Aramco’ya yapılan saldırılar bu konuda milat oldu. ABD’nin Suudilere sattığı on milyarlarca dolarlık hava savunma sistemlerinin hiçbir işe yaramaması askeri dengelerde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösterdi. Drone’lar ve yeni nesil füze teknolojisi ile İran’ın sahadaki müttefikleri her zamankinden çok daha tehlike hale geldiler.
Saflaşmalar Basitleşti
Ortadoğu çok karmaşık ilişkiler ve saflaşmaların etrafında şekillenen çatışmalar yumağı olarak anlatılagelir. Oysa içinden geçmekte olduğumuz tarihsel kesitte saflaşmalar çok daha basitleşmiş görünüyor: Bir tarafta İran, diğer tarafta ABD-İsrail-Suud bloku. Suriye, Lübnan, Filistin, Yemen ve Irak’ta ya büyük çaplı savaşlar var ya da eller tetikte. ABD’nin İran’daki stratejik tesisleri vurması, hatta savaşın topyekün bir hal alması gibi olasılıklar konuşulsa da İran’ın karşı saldırı yeteneklerinin son yıllarda sıçrama yapmış olması, düşmanlarının gözünü korkutuyor.
ABD-İsrail-Suud bloku dediğimiz halde İran-Rusya bloku ifadesini kullanmadık çünkü İran, ile Rusya arasındaki ilişkiler önemli çelişkileri de barındırıyor. İran bölgesel çapta ABD-İsrail-Suud blokuna karşı savaş verirken Rusya sadece Suriye cephesinde savaşın içerisinde. Üstelik Putin Suriye’de İran ağırlığının oluşmasına pek sıcak bakmadığı gibi Suriye’de İran ve müttefiklerine yapılan İsrail hava saldırılarına karşı da herhangi bir engelleme yapmıyor. İran’ın tersine Rusya’nın İsrail karşıtlığı gibi bir politikası olmadığı gibi İsrail ile ilişkilerin korunmasına özen gösteriyor. Ağustos ayında Suriye Ordusu’nun Han Şeyhun bölgesini İslamcılardan temizlediği operasyonlara İran yanlısı Hizbullah ve diğer Şii milis kuvvetlerinin katılmaması hayli dikkat çekiciydi. Zira sahada vurucu kuvvet olan Hizbullah ve diğer Şii milislerin desteği olmadan operasyonların uzadığı, zayiatın arttığı gerçeği ortada duruyor. Üstelik Putin’in RTE ile yaptığı pazarlıklar neticesinde Suriye Ordusu’nun ilerleyişinin durdurulması ve dahası Putin’in RTE’ye Suriye toprağında işgal alanları açması İran’ın hoşuna gidecek gelişmeler değil. Dahası son yaptırımlar sonrası petrol ihracatı önemli oranda düşen ve ekonomik krizi daha da derinleşen İran’ın Suriye’ye yaptığı yardımların azalması sonrası Suriye iç savaş sürecindeki en önemli ekonomik zorlukların içerisine yuvarlanmıştı. Uzayan akaryakıt kuyruklarının halk arasında ciddi hoşnutsuzluklar yarattığı bilinirken yaptığı her yardımın faturasını Şam’ın önüne koyan Putin’in Suriye’deki tekelinin son dönemde iyiden iyiye arttığı yorumları yapılıyor. Suriye’ye petrol götüren İran tankerin Akdeniz’de birkaç kez alıkonulması, buna İran’ın Fars Körfez’inde misilleme yapması ile tankerin zar zor Suriye’ye ulaşması, Şam’a bir kez daha İran desteğinin kıymetini hatırlatıyor.
Mesele Vekalet Savaşı Kapsamını Aştı
İsrail ve Suud’un öteden beri İran’a karşı bir ABD operasyonunu kovaladığını bilmeyen yok. Geçtiğimiz bir yılda Fars Körfezi’nin suları defalarca ısındı, 400 milyon dolarlık bir ABD drone’u düşürüldü, körfezde seyreden gemiler bombalandı, Suriye’nin ardından Irak’ın içerisinde de İran ve müttefiki milis güçlerine saldırılar gerçekleştirildi, misilleme olarak Hizbullah İsrail içinde başarılı bir saldırı gerçekleştirdi. Bunun dışında İsrail Trump ile anlaşarak adına Yüzyılın Anlaşması dedikleri bir planla Filistin’e nihai kefeni giydirme derdinde. Bu yüzden Filistin de alev almaya hazır. Filistinli gruplara askeri ve ekonomik desteği veren yine İran’dan başkası değil. İran’ın tek Sünni destekçileri İsrail’in pençesindeki Filistinliler…
Ortadoğu’da vekalet savaşı denip duruyor, ama iş o noktayı geçmiş durumda çünkü İran ve müttefiklerine yapılan saldırıların altında doğrudan ABD ve İsrail imzası var. boşuna değil, çünkü ABD-İsrail-Suud cephesinin YPG dışında sahada güçlü müttefikleri yok. Bu yüzden de saldırıları bizzat gerçekleştirmek durumundalar.
İran için ise durum çok farklı. Esad’ın başında bulunduğu Suriye devleti, Hizbullah, Haşdi Şabi, Husiler ve Filistinli gruplar muazzam önemdeki askeri müttefikler olarak İran’ın caydırıcılığını sağlıyorlar. Bunların dışında İran’ın Afganistan, Bahreyn, Suudi Arabistan ve hatta Azerbaycan’da askeri anlamda olmasa da Şii nüfus üzerinden önemli sosyolojik etkisi bulunuyor.
Rojava’daki Durum
Rojava’daki durum da bu saflaşma etrafında belirleniyor. Kürt Ulusal Hareketi, bu saflaşmada bariz biçimde ABD safında. Suriye Demokratik Güçleri (SDF) ABD desteği sürdükçe kendi kurtarılmış bölgesinde hüküm sürdürebileceğini hesaplıyor. Bu bölgeler Kürt nüfusun yaşadığı alanların çok ötesinde Deyr Zor ve Rakka gibi alanları da kapsıyor. Deyr Zor bölgelerindeki petrol havzaları YPG’nin kontrolünde ve buraya yönelik Suriye Ordusu’nun hamleleri ABD tarafından ağır biçimde cezalandırıldı. Petrol bölgeleri elinden çıkan Esad devletinin ekonomik bunalımı ağırlaşıyor. Petrol sahalarının hemen karşısında Fırat’ın diğer tarafındaki Şii milis kuvvetleri de düzenli aralıklarla ABD ve İsrail tarafından bombalanıyor. Drone teknolojisinde ileri olan İsrail’in drone’larının SDF bölgelerinden kalktığı biliniyor. Suudilerin de Suriye Kürdistanı ile bağlarını güçlendirerek bölgede varlığını arttırdığı bilinmekte.
SDF bölgelerinin ABD koruması altında olması AKP idaresindeki Türkiye’nin ABD ile arasının açılmasını beraberinde getiriyor. Bu da Ortadoğu saflaşmalarında Türkiye’yi Rusya bloğuna yaklaştırıyor. SDF’nin Türkiye sınırının güneyinde kendi “Kuzey Irak”ını yaratma çabası AKP’nin de ötesinde Türkiye devletinin kırmızı çizgisi durumunda. AKP’nin bu konudaki farkı İdlib’deki İslamcıları korumak istemesi ve Esad ile çalışmaya yanaşmaması.
ABD ise sahada etkin işbirliği yaptığı tek müttefiki SDF’yi yüz üstü bırakmak istemiyor. SDF’nin devre dışı kalmasının Türkiye’den başka Esad-İran ve Rusya için büyük bir zafer olacağının farkında. Böyle bir durumda karşı cephe İran-Irak-Suriye-Lübnan-Filistin eksenini çelikleştirmiş olacak, İsrail tehlikeye girecek ve ABD adına mutlak bir yenilgi yaşanacaktır. Diğer taraftan AKP’nin yaptığı yoğun press karşısında kimi ara formüller aranıyor. AKP’nin tek taraflı hareket ederiz çıkışlarının boşa düştüğü görülse de ABD’nin TSK’ya giderek daha çok alanlar açabileceği görülüyor. Neticede SDF’nin ayağının altındaki zeminin oldukça kaygan olduğu bir gerçek. İki yıl önce ABD müttefiki Barzani’nin nasıl yalnız bırakıldığını ve kritik Kürt kazanımlarının nasıl buharlaştığına şahit olmuştuk. Kısacası ABD konusunda dersler çıkarmak için çok eskilere ve uzak coğrafyalara gitmeye gerek yok.
Sonuç
Türkiye’de devrimci işçi hareketi Ortadoğu’da nasıl bir pozisyon almalıdır?
İran, Suriye ve Yemen’e yapılan saldırılara karşı çıkmak birincil önemde. Bu konuda emperyalist metropollerde sessizlik içerisinde olan liberal solu teşhir etmek gerekli.
Diğer taraftan İran’daki kapitalist mollalara karşı mücadele eden işçi hareketiyle dayanışma içerisinde olmak gerekiyor. İran’da bağımsız sınıf tavrı ekseninde mücadele eden sol hareketlerin güçlenmesi tarihi önemde olacaktır.
Suriye’de Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı savunulmalıdır. Kürtlere yaşam hakkı tanımayan saldırgan milliyetçilikle mücadele edilmeli, eleştirel destek hattı korunmalıdır.
Birbirleriyle çelişkili gibi görünen bu pozisyonlar gerçekte antiemperyalizmi, enternasyonalizmi ve bağımsız sınıf çizgisini birleştiren taktiksel bütünlüğü ifade etmektedir.