Göçmen İşçilerin Kaderi: İş Cinayetleri, Yoğun Sömürü, Irkçı Saldırılar – Denizhan Eren
Türkiye’de ekonomik kriz derinleştikçe, emeçkilerin yaşam standartları düşmeye devam ediyor. Krizi fırsata çevirme peşinde olan patronlar, krizin faturasını emekçilere kesmeye çalışıyor. Ürünlere zamlar ve vergiler artıyor ama ücretlerde bir artış gözükmüyor, çalışma saatleri arttırılıyor, güvencesiz çalışma yaygınlaşıyor, işsizlik tırmanıyor, yani gün geçtikçe emekçilerin hayatı zorlaşmaya devam ediyor. Bu durumdan en çok etkilenen gruplardan biri ise göçmen işçiler.
Temmuz ayında İSİG (İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi) iş cinayetlerinde ölen göçmen işçi rakamlarını açıklamıştı. Rakamlar göçmen işçilerin yaşam standartı hakkında bize belli fikirler veriyor. 2019 yılının ilk yedi ayında 70 göçmen/mülteci işçi yaşamını yitirdi.
- Ölen işçilerin geldikleri ülkeler şöyle: 26 Suriyeli, 23 Afganistanlı, 4 Türkmenistanlı, 4 Ukraynalı, 3 Özbekistanlı, 2 Azerbaycanlı, 2 İranlı, 2 Gürcistanlı, 1 Çekyalı, 1 İtalyalı, 1 Kolombiyalı, 1 Rusyalı…
Uyrukların dağılımına bakıldığında ağırlıklı olarak savaşlardan, ülkelerindeki yoksulluk ve sefaletten kaçan işçilerin iş cinayetlerine kurban gittiği görülecektir.
- Çalıştıkları işkollarına baktığımızda ölümlerin 17’si tarım/orman, 9’u belediye/genel işler, 8’i inşaat/yol, 8’i gemi/tersane, 7’si tekstil/deri, 5’i ağaç/kâğıt, 4’ü kimya, 3’ü konaklama/eğlence, 2’si gıda, 2’si metal, 2’si taşımacılık, 1’i madencilik, 1’i basın ve 1’i ticaret işkollarında yaşandı.
- En çok ölüm nedeni ise patlama/yanma, zehirlenme/boğulma, trafik/servis kazası, ezilme/göçük ve yüksekten düşme…
- Ölümler en çok Ankara, İstanbul ve Kocaeli’nde yaşandı. 16 Ocak’ta Ankara Altındağ’da 5 Suriyeli işçi, 29 Mart’ta Ankara Altındağ’da 7 Afganistanlı işçi, 6 Haziran’da Kocaeli Çayırova’da 5 Suriyeli işçi ve 22 Haziran’da İstanbul Büyükçekmece’de 2’si Afganistanlı 1’i İranlı, 1’i Özbekistanlı 4 işçi işyerlerinde yanarak yaşamlarını yitirdiler.
Kısacası göçmen işçiler sömürünün en yoğun olduğu alanlarda ucuz emek gücü olarak kullanılırken aynı zamanda çalışma şartlarında da muazzam bir güvensizlik dayatılıyor.
Türkiye yeni bir yaşam arayan göçmen işçiler için bir durak noktası. AKP iktidarının da dahil olduğu Suriye’de ki emperyalist savaş yüzünden Türkiye’ye göç eden Suriyeli mülteciler bir yana, Afganistan, Pakistan, İran gibi diğer ülkelerden gelen insanların sayısı da az değil. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), 2018’e ilişkin “Uluslararası Göç İstatistikleri”ne ait idari kayıtlara dayalı üretilen verilerine göre, Türkiye’ye göç edenlerin sayısı geçen yıl bir önceki yıla göre yüzde 22,4 artarak 466 bin 333 kişi oldu. 2018 de ülkeye gelen yabancı uyruklu nüfus içinde ilk sırayı yüzde 26,6 ile Irak vatandaşları alırken, bu ülkeyi yüzde 10,4 ile Afganistan, yüzde 7,7 ile Suriye, yüzde 5,7 ile Azerbaycan ve yüzde 5,6 ile Türkmenistan takip etti.
Kapitalizmin kendi ülkelerinde sebep olduğu açlık, düşük yaşam standartı, savaşlar ve benzer sebeplerden dolayı insanlar hayatı boyunca yaşadakları ülkelerinden göç etmek zorunda bırakılıyor. Kapitalizmin tarihi boyunca yaşanan göçlerde de yer alan insanların hemen hemen tamamı zorunluluklar nedeniyle bu yola sürüklenmişlerdi. İnsanların yaşamında yarattığı travmalar düşünüldüğünde, göçün, çoğu durumda arzu edilir ya da tercih edilir bir şey olmadığı açıktır.
Ancak emekçiler göçtükleri diğer ülkelerde aradakları insanca yaşam yerine ucuz emek gücü olarak kölece bir yaşam tarzı ile karşılaşıyorlar. Türkiye gibi ekonomik krizde olan bir ülke, göçmenleri ölüme sürükleme pahasına, maliyeti ucuz bir emek gücü kaynağı olarak görüyor. Bu da göçmen emekçilerin Türkiye’deki durumunu daha da yaşanılmaz hale getiriyor.
Göçmen emekçilerin Türkiye’de geçinme koşullarından bahsedecek olursak:
- Göçmen emekçiler genel olarak Türkiyeli emekçilerin ortalama koşullarından daha kötü koşullarda çalıştırılıyorlar. Çalıştıkları yerin en ağır işleri bunlara yaptırılıyor. Tamamı asgari ücretin altında, büyük kısmı asgari ücretin üçte biri, hatta yarısı kadar paraya çalışıyor. Mülteci/göçmen işçilerin aldıkları ücretler yaşları, tecrübeleri ve ustalıklarına göre haftalık 200 TL’den başlıyor, küçük bir azınlığın ücretleri 600 TL’ye kadar uzanabiliyor. Çocuk işçilik göçmenlerde yaygın, ücretleri ise atık toplama gibi işlerde günlük 20 TL, mobilya atölyelerinde ise haftalık 200-250 TL arası değişiyor.
- Çalışma saatleri ise yine Türkiye vatandaşı bir işçiyle karşılaştırınca daha kötü. Göçmen işçilerin günlük çalışma süresi en az 10 saatken bu çalışma süresi, kayıtdışı işlerde bu süre daha da artıyor.
- İşyeri ve bakanlık kayıtlarında, çalıştıklarına dair bir kayıt olmayanlar, yaşlılık sigortasına, hatta sağlık sigortasına sahip değiller. Kayıtlarda çalıştıkları görünmediği için, bütün işçileri kapsayan İş Yasası’na da tabi değiller. Ücretleri, çalışma koşulları, işten atılmaları, atılma biçimleri, tamamen işverenin keyfine bağlı. Ücretleri çoğu zaman işveren tarafından ödenmiyor, çalışma izinleri olmadığı için yaşadıklarını şikâyet etseler bile sonuç alamıyorlar. İşten atıldıklarında kıdem ve ihbar tazminatı alamıyorlar.
- İşverenler, iş güvenliği için yapılacak yatırımı genel olarak lüks sayıyor. İş güvenliğine olan bu kayıtsızlık ise işçi cinayetlerinin daha tırmanmasına sebep oluyor.Birkaç örnek verecek olursak:
Tarih 16 Ocak 2019. Ankara’da Siteler’de bir mobilya fabrikasında yangın çıkıyor, 5 Suriyeli işçi yanarak can veriyor. 1.000 TL’ye çalışıyorlardı. Yasal asgari ücretin bile yarısına.
Tarih 29 Mart 2019. Ankara’da Ata Sanayi Sitesi’nde iki katlı bir bina… Atık kâğıt toplama işi yapan yabancı kaçak işçilerin yatakhane yaptığı yer. Yangın çıkıyor ve 5 Afgan kökenli işçi yanarak can veriyor. Yaralı Afganlı sayısı ise 11.
Tarih 22 Haziran 2019. Büyükçekmece’de, bir süre önce, yangına müdahale tedbirlerinin uygun olmadığı gerekçesiyle mühürlenen ve ruhsatsız olan bir fabrikada yangın çıkıyor. İran, Afganistan ve Özbekistan uyruklu 4 kaçak işçi yanarak can veriyor.
Daha fazla araştırmak istediğinizde bu örneklerin çoğaltılabileceğini fark edeceksiniz. Türkiyeli kapitalistlerin, göçmenleri maliyeti ucuz iş gücü olarak görmesi göz önüne alınmadığı takdirde göçmen işçilerden kaynaklanan ırkçı-milliyetçi nefretin önüne geçebilmek mümkün gözükmemektedir.
Sorunun bir diğer tarafı ise, kapitalistlerin göç ve mülteci sorununu, kapitalizmin hâlihazırda yaşadığı krizin üzerini örtmek ve bu ülkelerin işçi sınıflarında sisteme yönelebilecek tepkilerin yolunu saptırmak için kullanmasında yatıyor. Göçmenler ve mülteciler düzen sahipleri tarafından kapitalist düzenin hastalıklarının sorumlusu olarak gösteriliyor, günah keçisi yapılıyorlar. Örneğin Suriyeliler hastanede sıra beklemiyor, elektrik, su faturası ödemiyor, devletten maaş alıyor, ünversitelere sınavsız giriyor gibi gerçekliği olmayan hikayeler hergün her yerde dillendiriliyor. Bu yolla Türkiyeli emekçilerin öfkesi Suriyeli, Afgan ve diğer göçmenlere yönetiliyor. Patronların bunu yapmasında kendi kimliksel önyargılarından çok ekonomik nedenler yatıyor, aynı sınıfa mensup bu işçilerin, yani farklı kimliklere sahip olsalar bile ekonomik olarak çıkarları ortak olan bu insanların mücadelede birleşirlerse başlarına bela olcağının gayet farkındalar. Yükselen ırkçılık, artan otoriterleşme ve polis devleti uygulamalarının tırmanışı, işçi sınıfının bölünmüşlüğünün daha da derinleştirilmesi, Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik krizin sınıfsal sürtüşmeleri arttırmasını önlemek için kullanılıyor.
Yani göçmen işçilerin biz emekçilere yük olduğu doğru değil. Patronlar aksine göçmenlerden büyük fırsatlar çıkarıyorlar, hem daha düşük maliyetli emek gücüne sahip oluyorlar hem de Türkiye’de yaşayan emekçilerin sefaletinden kaynaklanan öfkesini göçmenlere yönlendiriyorlar. Türkiye’de yükselen Suriyeli nefreti aslında asıl sorunun kaynağının bulandırılması işlevini görüyor, asıl problem AKP’nin patronların temsilcisi olarak, kemer sıkma politikasıyla krizin faturasını emekçilere kesmeye çalışması.
Göçmen ve yerli emekçilerin birlikte mücadele ederek başarıya ulaştığı sınıf mücadelesi örnekleri de mevcut:
”Haziran ayında, Suudi Arabistan’ın Tebük kentinde Baytur firmasının şantiyesinde çalışan Türkiyeli inşaat işçileri, ücretlerinin ödenmemesi ve kötü çalışma koşulları sebebiyle başlattıkları grev sonrasında taleplerini patrona kabul ettirdi.
22 gün süren direnişte, işçiler Türk yetkililere “Cidde Başkonsolosluğuna ve Dışişleri Bakanlığına sesleniyoruz, Başkonsolosluk Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını mı temsil ediyor yoksa inşaat patronlarını mı?” diyerek seslendi. Türk yetkililer ise grevdeki işçileri Suudi polisine şikâyet edip grev sözcüsünü gözaltına aldırarak karşılık verdi.”
”Saya işçileri tarafından 2017 gerçekleştirilen iş bırakma eylemlerine damga vuran olaylardan biri işçiler arasındaki kimliksel önyargıları aşan dayanışma birliğiydi. Hemen hemen bütün eylemlere Türk, Kürt işçilerle beraber Suriyeli işçiler de katılmıştı, saya işinde bütün işçilerden düşük ücret alan Suriyeli işçilerin de diğer işçilerle aynı ücretleri alması gerektiği işçiler tarafından eylemler sırasında sürekli talep edilmişti. Bu sayede eylemler birçok bölgede ücretlere Suriyeli işçileri de kapsayacak şekilde ücretlere %21 zam yapmasıyla sonuçlandı. Türk, Kürt, Arap ve Suriyeli diye bir ayrım yapılmadığı zaman işçiler patronları nasıl dize getirip zammı aldıklarını gördüler.”
Bu iki olay aslında bizim emek ve özgürlük mücadelemizde düşmanımızın kapitalistler olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bizler Türk, Kürt, Suriyeli fark etmeksizin aynı sınıfın temsilcileri tarafından sömürülüyoruz ve biz emekçiler sadece bir sınıf olarak ortak mücadele içerisine girdiğimizde hem ekonomik hem siyasal haklar kazanabiliyoruz, birbirimize karşı cephe aldığımızda değil.