İnsan Tozları – Emrecan Konyalı
Türkiye’de çeşitli vesilelerle sürekli gündemimize gelen toplumsal çürüme halinin en çarpıcı örneklerinden biri Çankaya Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan Ceren Damar’ın 2 Ocak günü okuldaki ülkücü öğrencilerden biri tarafından katledilmesi oldu. Bu saldırının; toplumun en tepesinden aşağıya bir saldırganlık halinin yaygınlaşmasının yanında eğitim gibi temel hizmetlerin paranın hakimiyetine terk edilmesi, AKP ile ittifak halindeki MHP’nin ülkücü gençlik kadrolarının üniversitelerde yuvalanması gibi birçok bağlamı var.
Şu an durum iç açıcı görünmese de unutmamak gerekiyor ki hepsi tersine çevrilebilir; yeter ki dayanışma, güven, paylaşımı güçlendirecek bir toplumsal mücadele dalgası tekrar yükselsin ve bugün yaşadığımız cenderenin sorumlularını defetsin.
Bozuk Düzenin Payandaları
Toplumsal muhalefetin sindirilmesi, dağıtılması elbette egemen sınıfa ve onlarla çıkar birliğine sahip dar gruplara fayda sağlıyor. Türkiye’de sol-sosyalist hareketin güçlendiği, sınıf mücadelesinin kitleleri harekete geçirip gündem yaratabildiği dönemlerde ülkücü hareket ve türevleri güçlü düzen karşıtı hareketleri bastırmaya çalıştı. Bu kimi zaman faili meçhul cinayetlerle kimi zaman örgütlü faşist saldırılarla yapıldı. 1960’lar ve 70’lerde solu ezmek için linç güruhlarının oluştuğunu ve bunların egemenler himayesinde harekete geçtiğini gördük.
Sosyalizmin temiz bayrağını taşıyanlar egemenlerin düzenini yıkmak, ezilenlerin-sömürülenlerin şölenini yaratmak istiyor. Solun güçlendiği dönemlerde emekçi halka umut olması, milyonlara yokluktan başka gelecek sunmayan iktidarları çok tedirgin ediyor. Sosyalistlerin sınıf mücadelesindeki yükselişlerle birlikte etki alanlarını arttırması sola karşı düşmanların birlikteliklerini de beraberinde getiriyordu. Hem faşist kadroların hem de devlet bürokratlarının en büyük korkusu mevcut düzenin yıkılma ihtimali. Faşist hareket asıl meseleyi devletin devamı olarak gördüğü için bozuk düzeni sarsacak herkese, her harekete büyük düşmanlık geliştiriyor; işçi eyleminden sosyalistlere, ezilenlere. Ülkücü hareket burjuva devleti kutsuyor, militarizmden ve toplumsal sıkıntıların sorumlusu olarak seçtikleri grupları (Aleviler, Kürtler, Yahudiler vb.) günah keçisi ilan ederek onlara yönelik geliştirdikleri nefretten besleniyor. 1969-1979 yılları arasında ülkücü hareketin yayın organı olan Devlet’i yöneten, Alparslan Türkeş’in 27 Mayıs’tan bu yana yol arkadaşı olan Dündar Taşer “Ne hürriyet, ne demokrasi, ne insan hakları, ne de başka bir şey ülke bütünlüğünden daha aziz, istiklalden daha değerli değildir.” der. Garibanın, yoksulun üzerine çöreklenmiş, zenginlerin parasına para katmasına dayalı bu düzenin sürmesine faşist hareket en baştan tamam diyor. Dönem dönem demogojik söylemlerle mevcut iktidarlara muhalefet etseler de hiçbir zaman devam eden düzenin tehlikeye girmesine izin vermeyeceklerini söylemek gerekiyor. Bu ölçüde de burjuva düzenin iktidarları bu taban gücünü destekleyip, sırtını sıvazlamaya devam ediyor. 1996 yılında Başbakan Tansu Çiller’in, ezilenlere, muhaliflere yapılan saldırıların tetikçisi Abdullah Çatlı için “Vatan için kurşun atan da yiyen de şereflidir.” sözü bu ilişkinin hangi boyutta olduğunu dönemsel olarak gösteriyor.
“Üniversiteler Muhaliftir, Susturmak Lazım”
Türkiye’de 1980’lerde Turgut Özal ile birlikte reçetesi ortaya konan 12 Eylül darbesiyle uygulamaya geçen neoliberal politikalar günümüze kadarki süreçte toplumda dönüşümlere de yol açtı. Özelleştirme dalgaları, borç batağına sürüklenen milyonlar, eğitimde ve işte rekabetin arttırılması bireysel yaşayış tarzını insanlarda hakim kıldı. Bununla birlikte saygı duyulan mesleklerin itibarsızlaştırıldığını gördük. Doktorların-öğretmenlerin şiddet görmesi, tehdit edilmesi sıradan olaylar haline gelmeye başladı. Bütün ilişkilerin müşteri-satıcı ilişkisine döndürülmesi aslında ortak yaşam kültürünü de etkiledi. Örneğin gelecek derdine düşen insanlar bu dertten çıkış yolu olarak kendi bireysel kurtuluşlarını sağlama çabasına sevk oldu. Bireysel kurtuluş hikayesiyse bir çıkmaz yolu işaret ediyor. Cebinde parası olanın hastanede, okulda karşısındakine her istediğini yapabileceğini düşünmesine yol açan bir çürümüşlük hali mevcut. Ceren Damar’ın katledilmesinde de bunun bir örneğini görüyoruz. Daha öncesinde benzer tehditleri alan birçok insanın olduğu biliniyor. Okul yönetimiyse kendilerine Çankaya Ülkücüleri diyen bu gruba tek kelime dahi etmiyor. “Müşteri” kaybetmek ve iktidar ortağı kıvamındaki MHP kadrolarıyla ters düşmek istemeyen üniversite yönetimi, zorbalıkla okulda her istediğini yapan grubun kılına dokunmuyor.
Üniversiteler toplumsal sorunların sıkça gündeme geldiği ve bu sorunlar etrafında toplumsal muhalefetin geliştiği, çeşitli eylemselliklerin gerçekleştiği yerler. Bu, sadece AKP döneminde değil tarihin birçok anında böyle oldu. Buna karşılık iktidarlar her alanda yaptıkları gibi üniversitelerde de solu etkisiz kılmanın türlü yolunu arıyor. Ülkücü hareket eliyle üniversiteler sosyalist hareket için, toplumsal muhalefet için çölleştirilmeye çalışılıyor. Üniversitelerdeki özgür düşünce ortamıyla, ortak yaşam kültürüyle hiçbir zaman uyuşamamış ve uyuşamayacak olan bu yapılanmaların kampüslerdeki güçlerini arttırdıkları dönemler iktidar eliyle açıktan desteklendikleri dönemler oluyor. 16 Mart Beyazıt Katliamı, 7 TİP’li öğrencinin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı gibi örnekler devlet eliyle yetişmiş kadroların elinden çıkıyor. Günümüzdeyse solun güçlü olduğu kampüslerde öğrencisinden işçisine ortak bir yaşam kültürünün korunduğunu, ülkücü hareketin güçlü olduğu kampüslerin ise yaşanamaz hale geldiğini görüyoruz.
Nasıl Mücadele Edeceğiz?
Türkiye’deki milyonlarca gencin ne kapitalist düzenle ne de AKP Türkiyesi’yle uyuştuğu söylenebilir. Dolayısıyla üniversite gençliği bu düzende bir geleceğe sahip olmadığı ölçüde düzene karşı muhalefetin odak noktalarından biri olacak her zaman. OHAL dönemiyle bütün güçleriyle kampüsler üzerinde denetim-baskı mekanizmalarını ağırlaştıran iktidar, gençliğin sadece kendi problemleriyle ilgili değil aynı zamanda Türkiye ve diğer ülkelerdeki sorunlarla ilgili eylemlerinin önüne geçmeye çalışıyor. AKP döneminde toplumsal muhalefetin en dinamik yerlerinden olan kampüsler adeta ablukaya alınıyor. Cihatçı çetelerin kampüslerde semirtilmesi, ülkücü hareketin polis desteğiyle kampüslerde hakimiyet kurma çabası Ceren Damar cinayetinde de gördüğümüz yıkıcı sonuçları doğuruyor.
Gençliğin hem yaratılan zorbalık-baskı-korku atmosferiyle toplumsal sorunlardan uzaklaştırılmak istendiği hem de yaratılan rekabetçi düzenle herkesin sadece kendi geleceğine odaklanmasının sağlanmaya çalışıldığı bir dönemdeyiz. Ancak halkın büyük çoğunluğu gibi üniversite gençliği için de dayanılmaz olan AKP Türkiyesi kader değil ve değişimi ancak kendi ellerimizle, ortak mücadelemizle sağlayabiliriz. Kendi geleceğimiz için mücadele vermek ve aslında bunun, bizlerle aynı kaderi paylaşan insanlarla yürüteceğimiz ortak bir mücadele olduğunu bilmek zorundayız.
Ya düzene bağlılık yemini etmişlerin yok ettiği bir dünya ya da bizlerin kuracağı eşit, özgür bir dünya. Başka seçeneğimiz yok.