Acı İlacı Bu Kez de Biz İçirsek (Emre Güntekin)
Günden güne fakirleştiğimizin artık hemen herkes farkında. Türk lirasının yabancı paralar karşısında yaşadığı değer kaybı durdurulamıyor. Dolar kuru 4,50 TL’ye merdiven dayarken bu artış emekçilerin yaşam standartlarını düşürecek hayat pahalılığını da beraberinde getiriyor. Akaryakıt fiyatları yükseliyor, beraberinden en temel tüketim maddelerine üst üste zamlar geliyor. Enflasyonun çift hanelerden tek hanelere düşme ihtimali artık bir rüya haline gelmiş durumda. Bu çöküşün erinde ya da geçinde geleceği belliydi. AKP’nin inşaat merkezli rant ekonomisi Lale Devri’nin sonuna geldi. Sırf yandaş müteahhitlerin ellerinde kalan beton yığınları alıcı bulabilsin diye kamu bankaları siyasi baskıyla faiz indirimine zorlanıyor ve kamusal zenginlik iktidarın kaderini belirleyerek seçim öncesi talan ediliyor.
Eğer 2001 benzeri bir krizin tam ortasında olmadığımızı düşünüyorsunuz, fazla iyi niyetlisiniz demektir. Aradaki fark o günlerde kriz yaşadığımızı bangır bangır bağıran medyanın ve iletişim kanallarının artık tek bir adamın emrinde olmasıdır. Erdoğan rejimi derenin sonuna geldiğini gördüğü için acil seçime gitti. Eğer olur da Erdoğan yeniden seçimi kazanacak olursa Türkiye emekçi sınıfları daha kötüsüne hazırlıklı olmalıdır. Nitekim seçime kadar kamusal kaynakları kullanarak yürütülecek seçim ekonomisiyle emekliye ikramiye, akaryakıtta ÖTV’nin dondurulması gibi uygulamalara gidilecek olsa da Erdoğan ve AKP’nin yeniden iktidar olmasıyla birlikte emekçilerin haklarına yönelik yeni saldırılar, özelleştirme hamleleri, zamlar gündeme gelecektir.
Erdoğan’ın sıkça eleştirir göründüğü 90’lı yılları yaşı yetenler hatırlayacaktır. Egemen sınıflar ne zaman ekonomik olarak zora girse, kapitalist sömürü ne zaman krizle yüzleşse buradan çıkışın yolu krizi yaratanlara faturayı kesmekte değil, emekçilerin eline acı reçeteyi tutuşturup acı ilacı içirmekte aranırdı. Hastalığın durumuna göre reçetenin ne kadar şişkin olabildiği geçmiş örneklerle sabit. Tabi asıl önemli soru emekçiler acı ilacı içecek mi içmeyecek mi?
Deneyimler bununla ilgili örneklerle dolu. Mesela 24 Ocak Kararları… Özal’ın hazırlayıp Demirel Başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe hükümetinin aldığı bu kararlar Türkiye’nin krizden çıkmak için korumacı modeli terk edip neoliberalizme doğru yol almasını sağlayacak rotayı belirliyordu. Tabi ki Demirel-Özal ikilisi bu kararları “istikrar paketi” olarak adlandırdı. Türkiye’de emekçilere ağır bedeller ödetecek olan 24 Ocak kararlarını MC hükümeti hayata geçirmeyi başaracak güce sahip değildi. Birçok Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de serbest piyasaya ancak darbenin sınıf mücadelesini bertaraf etmesiyle geçilebildi. Yani asker kollarından tuttu, Koçlar Sabancılar emekçinin ağzına acı ilacı dayadı.
Türkiye benzeri bir durumu 5 Nisan 1994’te yaşadı. Sıcak para girişi ile yaratılan tüketim ekonomisi ithalat-ihracat dengesini karşılayamamış ve Türkiye ekonomisi bugünküne benzer şekilde ciddi bir dış borcun altına girmeye başlamıştı. Türkiye ekonomisinin en büyük bütçe açığı bu dönemde gerçekleşti. Ocak 1994’te % 13,6’lık bir develüasyona gidilmiş ve Nisan ayına gelindiğinde dolar kuru Ocak ayına göre neredeyse iki katına ulaşmıştı. DYP-SHP koalisyonu çareyi 5 Nisan Kararları’nı almakta bulmuştu. Bu kararların Türkiye tarihindeki en büyük kemer sıkma hamlesi olduğunu hatırlatmak gerek. Neredeyse her şeye zam yapılması, emeklilik yaşının yükseltilmesi, kamu kurumlarının özelleştirilmesinin hızlandırılması, kamu emekçilerine yapılan zamların dondurulması, tarım ürünlerine uygulanan sübvansiyonların kaldırılması, vergilerin artırılması gibi emekçileri vuran önlemler krizi ortadan kaldırmamış sadece sermayedarların yükünü hafifletmişti.
Gelelim bugüne… Her iki örnekte derenin bittiği nokta da iktidarların, egemen sınıfların kriz karşısındaki politikalarının değişmez bir kuralını içeriyor: Krizin olanca yükünü emekçilerin sırtına yükle! Acı ilacı içir içmiyorsa asker kollarından tutsun, polis burnunu sıksın patronlar ve onların iktidarı gelsin ilacı ağzına dayasın.
Ama bugün bizim bir şansımız var. Bugünlere gelmemizin en büyük sorumlusu olan Erdoğan rejimine 24 Haziran’da acı ilacı biz içirelim. Krizin faturasını binbir alınteriyle ayakta kalma mücadelesi veren emekçiler, yoksullar değil; yüz binlerce dolarlık Hermes çantayla gezen hanımefendi, sarayında sırça koltuklarda oturan beyefendi, bugüne kadar baskı rejiminin kaymağını yiyen patronlar ödesin!