Kaptan Fantastik – Ali İhsan İbkal
Kapitalist düzen içinde gündelik yaşamın çalışan sınıflar için ne kadar yıpratıcı olduğu su götürmez bir gerçek. Ağır sömürü koşulları, yabancılaşma, işyerlerinde pompalanan rekabet, menfaate dayalı bireysel ilişkiler, kadına yönelik şiddet ve kişinin dini, cinsel yönelimi ya da kimliğine yönelen baskılar da göz önünde bulundurulursa birçok kişinin neden bu hayattan kaçıp gitme hayalleri kurduğu daha rahat anlaşılır. Eğer bu sorunların sadece yerel etmenlerden kaynaklandığı yanılgısına kapılırsanız bu sizi başka ülkelere tabiri caizse “kapağı atmak” planlarına götürür ki ülkemizde yaygın görüş de budur. Türkiye’de 20’li yaşlarda pek çok gençten buna benzer yorumlar duyabilirsiniz. Peki ya bu dertlerin diğer ülkelerde de baki olduğunun farkındaysanız? O zaman kaçış planlarınızı medeniyetin (ve ayın zamanda kapitalizmin) merkezlerinden uzağa taşırsınız. Böyle bir planın ise tek sıkıntısı –tabii ki- maddiyattır. Bu tarz bir hayatı bırakın yaşamayı, bu tarza geçiş süreci bile ciddi bir maddi birikim gerektirir. Bu da ancak toplumda belirli bir gelire ulaşabilen küçük bir azınlık için mümkündür. Geri kalanlar ancak balkonlarında domates biber yetiştirmekle ya da izin günlerinde kırlara, tatile, memlekete ya da köye gitmekle yetinebilirler. Buna rağmen medeniyetten uzak bir yaşam; tıpkı her hafta iddia, ganyan ve ikramiye çekilişi kuyruklarında bekleyen kitleler gibi, pek çok kişinin hayallerini süslemeye devam ediyor. Kaptan Fantastik’te filmin senarist ve yönetmeni Matt Ross; kendi geçmişinden taşıdığı anılarla birlikte, medeniyetten uzakta yaşamayı başarabilmiş bir aile üzerinden bu yaşam tarzının faydalarını ve zararlarını masaya yatırıyor.
Modern Yaşamdan Uzak bir Aile
Viggo Mortensen’in başrolde olduğu film, altı çocuğunu Kuzey Amerika’nın modern yaşamdan uzak ormanlarında yetiştirmeye çalışan Ben Cash’in (Mortensen) hikayesine odaklanıyor. Anne Leslie’nin bipolar bozukluk teşhisiyle hastaneye kaldırılmasından sonra çocuklarını tek başına yetiştirmeye çalışan Cash, eşinin hastanede intihar ettiği haberini almasının ardından cenazesini almak için çocuklarıyla beraber şehre gitmeye karar veriyor. Bu noktadan itibaren bir yol hikayesine dönüşen filmde gündelik kapitalist propagandadan uzak yetiştirilmiş çocukların şehir hayatı ile karşı karşıya kalışlarını izliyoruz. Film şehirli insanlar ile hikayenin konusu olan aile arasında karşıtlık kurarken bize anne ve babanın şehir yaşamından uzaklaşırken nasıl ekollerden etkilendiklerine dair de ayrıntılar veriyor. Film boyunca Platon’dan Pol Pot’a, Mao’dan Troçki’ye, Jesse Jackson’dan Naom Chomsky’e birçok kişiden bahsediliyor ve zaman ilerledikçe ailenin bu yaşam tarzını seçmedeki motivasyonunu net bir şekilde anlamakta güçlük çekiyoruz. Ailenin medeniyetten uzak yaşama sebeplerini, çocuklarını yetiştirme tarzlarını, giyimlerini, geleneklerini ve girdikleri tartışmaları izlerken birbiriyle çelişen birçok nokta bulmak görebiliriz. Bunun bilinçli bir tercih olması da mümkün. ABD ve Avrupa’nın pek çok yerinde eko-köylere ya da komünlere rastlayabileceğimizi düşünürsek, yönetmen odağını geniş tutmak adına daha geniş bir fikir yelpazesini işlemek istemiş olabilir.
Platon ve Chomsky Bu Ailede Buluşuyor
Etkilenilen şeylerden ilki ve filmde en baskın olanı anne Leslie karakterinin mektubunda özellikle bahsettiği Platon’un Devlet kitabı. Filmden alıntılayacak olursak: “Ben’le burada yarattığımız şey insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bir şey olabilir. Platon’un Devlet’inden bir cennet yarattık. Çocuklarımız birer filozof kral olacaklar.” Platon’un yaşadığı dönemi göz önüne alırsak; yemeklerini kendileri avlayan, dağlara tırmanan bu kir pas içindeki filozof kralları görse kendisinin pek bir şaşıracağını söyleyebiliriz. Lakin ailenin etkilendikleri kısım zaten Platon’un sofra adabı ya da moda anlayışı değil. Baba Ben Cash çocuklarını sistemin verdiği eğitim yerine kendisi eğitmektedir ve bu yolla gerçekten teorik anlamda donanımlı, üç beş dili birden konuşabilen çocuklar yetiştirmiştir. Çocukların bu yanının vurguladığı sahnelerde ailenin arada “Power to the People!” (“İktidar halka!”) gibi sloganlarla gözümüze sokulan halkçı damarı rafa kalkıyor ve özellikle baba karakterinin daha kibirli, yukarıdan bakan bir karaktere büründüğünü görüyoruz. Çocuklarını eğitme tarzları eleştirildiğinde; İnsan Hakları Beyannamesi hakkındaki fikirleri üzerinden, (ki bu kıstasın anlamsızlığı da cabası) aileleri tarafından okullara -çok bir şey değil- ileride iş bulabilsinler diye gönderilen yeğenlerini açıkça aşağılıyor. Başka bir sahnede arabada çocuklar Esperanto* dilinde konuşurlarken film bu sahnelerde altyazı koymamayı tercih ediyor ve ailenin yukarıdan bakışını bu sefer seyirciye çevirmiş oluyor. ABD sağı da filme bu yanından vurmayı ihmal etmiyor. Library of Economics and Liberty sitesindeki makalesinde Bryan Caplan “ailenin favori sloganı ‘İktidar Halka’(Power to the People)” diyor ve ekliyor: “Eğer gerçekten dikkat ediyorlarsa o ‘halk’ın kendilerine antipatiyle bakacağını nasıl anlayamıyorlar.”
Filmde adını duyacağınız ikinci en baskın figür ise Noam Chomsky. Aile yılbaşı gibi geleneksel kutlamalar yerine kendi buluşları olan “Noam Chomsky Günü”nü kutluyorlar. Chomsky’nin medya ve propaganda üzerine görüşlerinin aileyi etkisi altına aldığını anlamak zor değil. Çocuklarını medeniyetten uzak tutarken aynı zamanda burjuva medya aygıtından ve böylece kapitalist propagandadan da uzak tutuyorlar. Fakat bahsettiğimiz çelişkili yapıyı burada da görüyoruz. Chomsky insanları bu propagandaya karşı uyarırken aynı zamanda 1967 yılında yayınladığı “Aydınların Sorumluluğu” isimli makalesinde aydınları devletin ve medyanın yalanlarını teşhir etmeye ve insanlara gerçekleri anlatmaya çağırıyordu. Ben Cash ve ailesinin ise işin bu tarafını tamamıyla atladığını görüyoruz. Aksi takdirde aydın olarak yetiştirdiği çocuklarını dağ başına hapsetmek yerine kitlelere gerçekleri anlatmaları için teşvik etmesi beklenirdi.
Hatalardan Ders Çıkarmak
Filmin senarist ve yönetmeni Matt Ross, belki benzer bir yaşam süren kendi ailesi ile geçirdiği yıllardan edindiği deneyimlerle Cash ailesine karşı mesafeli tavrını film boyunca koruyor. Kapitalist düzenin bireyler üzerinde yarattığı sıkıntıları tüm çarpıcılığı ile ortaya koyarken, öte yandan ailenin bundan kaçış için kurduğu planın sıkışmışlığını da yansıtmayı ihmal etmiyor. Bu sıkışmışlığı en iyi ailenin en büyük çocuğu Bodevan üzerinden izliyoruz. Gitar çalan, birden fazla dil konuşabilen, ülkenin en iyi okullarına kolayca kabul alan bu genç, market kapısı önünde karşılaştığı yaşıtları karşısında nasıl davranacağını bilemeyip konuşma zorluğu çekebiliyor. Pratikten yoksun bir teorinin çaresizliği filmin bunun gibi pek çok sahnesine siniyor. Az önce bahsettiğimiz sahnenin sonunda babasının kendisine Troçkist demesi üzerine Bodevan’ın “Ben artık Troçkist değilim, Maoist oldum.” demesinde de aynı çaresizliği görüyoruz. Baba Ben Cash’in kendini Troçkist olarak tanımlayan oğlunu çalışan sınıftan uzakta tutuyor olmasının ne kadar acımasızca ve bir noktada gerici olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak, ailenin teorik açıdan donanımlı fertleri bu donanımlarını en iyi deney alanı olan modern toplumun içinde test edemedikçe tutarsızlaşıp o fikirden bu fikre salınıp duruyorlar.
Eğer büyük bütçeli Hollywood yapımlarını bir kenara bırakıp, bağımsız yapımları takip etme fırsatını bulursanız yıllarca “Amerikan Rüyası” adı altında pudralanan Birleşik Devletler’de yaşayan insanların ne durumda olduklarını daha rahat kavrarsınız. Bu noktada merak edenlere ABD’li komedyen Louis C. K.’in “Horace and Pete” isimli dizisi de örnek olarak verilebilir. Trump’ın seçilmesine giden süreçte çekilen dizi, toplumun içinden geçtiği bunalımı yansıtırken, aynı bunalımın nasıl Trump gibi bir şaklabanın başkan seçilmesinin önünü açtığını da sade bir dille anlatıyor. Bu toplumsal sıkışmışlık belli bir gelir düzeyindekiler için Kaptan Fantastik’teki gibi yöntemleri akla getirse de böyle bir kaçış planının da kurtuluş yolunu açmadığını Ben Cash ailesi gayet güzel anlatıyor. Gerçek kurtuluşun yolunu açacak olan sosyalist bir dünya için toplumsal mücadele ise hala tüm dünyada bir şeyleri değiştirmek isteyen gençlik kuşağı için bir cazibe merkezi olarak varlığını koruyor.
Kaptan Fantastik, ne kaçıp saklanmanın ne de düzene entegre olmanın çözüm olmadığını açıkça anlatırken son sözü böylece bize bırakmış oluyor. Bireysel olarak tek tek yaşayabileceğimiz bunalımlar, toplumsal bunalımlar ile birbirine göbekten bağlı, tıpkı bireysel kurtuluş ile toplumsal kurtuluşun birbirine sıkı sıkıya bağlı olması gibi. Bu bunalımlardan tek tek de kaçsak, hepimiz Elon Musk’un gemilerine binip Mars’a da gitsek uzaklaşamıyoruz. Çözüm ancak ve ancak düşmanımızı iyi belleyip elimizi taşın altına koymaktan; yani işin adını koyalım, kapitalizme karşı savaşta örgütlü mücadelede yerimizi almaktan geçiyor.