12 Eylül AKP ile Sürüyor
Türkiye’deki siyaset yazınında (özellikle de sol literatürde) 12 Eylül askeri darbesine ilişkin binlerce yazı bulmak mümkündür. 12 Eylül, bugüne kadar bir çok yanından ele alındı. 12 Eylül’ün toplumsal ve siyasal dönüşüme ilişkin eylem ve rolleri kuşkusuz sol literatür içerisinde en çok ele alınan yanını oluşturuyor. Ayrıca sol hareket ve sınıf mücadelesi bağlamında daha önce Marksist Bakış ve bolsevik.org’un da aralarında bulunduğu yüzlerce yayın bu konuya ilişkin birçok yazı kaleme almıştır. Biz de 12 Eylül darbesinin 34. yıldönümü olması vesilesiyle 12 Eylül’ün getirdiği neoliberal dönüşümü sınıfsal ve küresel bağlamda ele alıp bugüne olan yansımasını inceleyeceğiz.
12 Eylül’ün yarattığı iktisadi ve piyasacı dönüşüme gelmek için için hızlıca Türkiye’deki iktisadi dönüşümleri hızlıca gözden geçireceğiz. 1960 sonrası Türkiye, sosyal devlet anlayışının yerleştiği, KİT’lerin işçi istihdamının önemli bir bölümünü sağladığı ve sosyal ekonomik haklar açısından dünyada yaşanan 1945 sonrası dönüşüme ayak uydurmaya başladığı bir dönem olarak tarihimizde yerini almıştır. Bilindiği gibi, 1945 sonrası üretim ve yönetim biçimleri, 1929 buhranı ve savaş koşullarının ardından üreticilerin yani işçilerin yüksek ücret ve sosyal haklar yoluyla tüketime teşvik edilmesi mantığına dayanır. 1973 Petrol krizi de bu sistemin çöküşünün habercilerinden biriydi. Artık yeni bir iktisadi dünyada yeni bir iktisadi dönem açılacaktı. Kapitalizmin doğasında var olan kâr güdüsü, neoliberal dönüşümleri dünyanın her yerinde kendine özgü ve acı öykülerle gerçekleşecekti. Kapitalizm, aşırı üretim ve yetersiz talep krizini aşmanın yeni bir yolu bulunmuştu. Emek yükünün kâr üzerindeki etkisinin azaltılması ve kredi ile talep yaratma.
Bu dönem politikalarının en tipik örneği ve acı öyküleri İngiltere’de Margaret Thatcher döneminde yaşandı. Kamuya ait (başta madenler olmak üzere) işletmelerin özelleştirilmesi, artan işsizlik ve yoksulluk, sendikasızlaştırma ve güvencesizleştirme ile birlikte İngiltere işçi sınıfı dünyadaki işçilerin kaderini paylaştı. Dönemin simge isimleri kuşkusuz, Thatcher’la birlikte Reagan ve Özal’dı. Muhafazakâr liberalizmin önemli isimlerinden olan olan Özal döneminde yürütülen iktisadi, siyasi toplumsal dönüşüm, günümüzde AKP eliyle hızlandırılan dönüşümün start noktası sayılacaktır.
12 Eylül’e Giden Yol
12 Eylül 1980 askeri darbesine giden yol daha 3-4 yıl öncesinde döşenmeye başlamıştı. Gelişen sınıf mücadeleleri ve sol hareketi hem kör bir dövüşün içine sokmak hem de terörize edebilmek adına faşist hareket, MHP ve ülkü ocakları, devlet ve CIA eliyle beslendi, devreye sokuldu. 1 Mayıs 1977 ve Maraş Katliamı ile başlayan süreç anti-faşist direnişler ve yoğun toplumsal olaylarla 1980’e kadar geldi. Bu sırada on binlerce işçinin grevlerde olduğu müthiş bir sınıf hareketliliği yaşanıyordu. Aynı zamanda sermaye sınıfının yukarıda bahsettiğimiz iktisadi önlemleri almak için bu hareketliliği bastırması gerekiyordu.
Solun ve sendikal hareketin bir takım hataları nedeniyle darbeye ciddi bir direniş gösterilememişti. 12 Eylül yaklaşırken sosyalist kanat, devrimci atılımı ileriye taşıyacak bir siyaset örgütleyemiyor, en iyi durumda antifaşizm alanına kendisini sıkıştırıyordu. Faşist terörden kaynaklı antifaşist direniş çizgisi kitleselleşme getirse de bu kitlesellik, devrime doğru kanalize edilemedi. Politika alanında çok kısır kalındı, devrimci siyaset üretilemedi, üretimden gelen gücü yıkıcı bir şekilde kullanacak olan örgütlü proletarya hareketin merkezine geçemedi böyle bir anlayış ortaya konamadı, sol birleşik bir cephe oluşturamadığı gibi kendi içerisindeki oldukça yıpratıcı mücadelelere girildi. Halk arasında sağ-sol çatışması olarak bilinen kamplaşma aşılamadığından darbenin meşruluk zemini göz göre göre inşa edildi. Darbe, huzur vaadine dönüşmüştü. Sınıfsal mücadelenin anti-faşizm konusundaki önemi kavranamamış ve neticede 1980’e girilirken devrimci harket kapana kısılmıştı. Sonuçta dönemin Devrimci Yol, Halkın Kurtuluşu, TKP gibi kitlesel örgütleri, cuntaya karşı ciddi bir direniş sergileyememiş ve örgütlerini çözülmüş halde bulmuşlardı. Sosyalist solun tamamen çökmesinin yanı sıra yaşanılan büyük hezimet sosyalist solun kadrolarında ve sempatizanlarda korkunç bir moral yıkıma yol açmıştı. Bu yükün altından kalkmak hiç de kolay olmayacaktı. Meşhur 24 Ocak kararları ancak 12 Eylül ile birlikte uygulamaya konulabilmişti.
24 Ocak 1980 ve Türkiye’de İktisadi Dönüşüm*
Süleyman Demirel, 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirdiği Turgut Özal’a yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi vermiş ve Özal programı sunmuştu. Kararların ana hatları şöyledir:
Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınacak ve KİT’lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılacaktı. Ayrıca kararlar dış ticaret serbestleştirilmesini ve yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesini, kâr transferlerine kolaylık sağlanmasını içeriyordu. Yine bu kararlardan sonra ithalat kademeli olarak liberalize edilmiş, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile teşvik edilmiştir.
Sınıf hareketinin direncinin kırılması ile birlikte 12 Eylül darbesinden sonra ekonomik durgunluğu aşmak ve kar maksimizasyonunu yeniden artırmak amacıyla sermayedarlar hızla harekete geçti. Bunun üzerine Türkiye’de yabancı sermayeye kapılar açıldı ve ihracata dayalı büyüme başladı. Burada esas olarak devletin fiyat mekanizmasına müdahale etmemesi öngörülüyordu. Bu da serbest piyasanın, yani vahşi kapitalizmin tam egemenliği demekti. O dönemde IMF, Dünya Bankası, OECD gibi kuruluşlar 24 Ocak kararları uygulanmadan Türkiye’ye herhangi bir yardım yapmadı. Özal, 8 Ocak 1980 günü projesini dönemin Genel Kurmay bakanlığına sundu ve bu konuda onların taktirini kazandı. 24 Ocak kararlarının yürürlüğe konulmasının ve 12 Eylül darbesinin ardından uluslararası finans kuruluşları ile çeşitli anlaşmalara varıldı.
12 Eylül 1980 askeri darbesi yoğun bir otoriter baskı ile toplumsal hareketleri, solu ve işçi sınıfını sindirmiş ve 1982 Anayasasını hazırlayıp, iktidarı Turgut Özal başkanlığında Anavatan Partisine devretmişti. Bundan sonra IMF ile yapılan anlaşmalarda IMF’nin şartlarını, ekonomide kamu ağırlığının azaltılması oluşturdu. Kamu harcamalarının azaltılması ve bütçe açığının küçültülmesi, tarım, hayvancılık ve diğer sübvansiyonların asgariye indirilmesi, esnek kur, günlük döviz kuru uygulamasına geçilmesi, 1980-1983 yılları arasında yapılan stand by anlaşmaları ile hayata geçirilen iktisadi politikaların ana hatlarını oluşturdu.
12 Eylül’ün Çocuğu AKP
24 Ocak 1980 kararları 12 Eylül diktatörlüğünün güvencesi ile hayata geçirilirken ABD, Avrupa devletleri ile ve Türkiye büyük sermayesinin hedefleri; özelleştirmeler, güvencesiz-örgütsüz çalışma ve işçilerin düşük ücretlendirilmesi politikası günümüze kadar kararlılıkla uygulandı. Devam eden yıllarda, siyasi mecrada süren koalisyonlar ve siyasi krizler dönemi, ekonomideki yüksek enflasyon ve krizler sonucunda Kemal Derviş transferi ve ardından AKP’nin iktidara gelmesi ile Türkiye 12 yıllık AKP yönetimine adımını attı.
AKP’nin iktidarı boyunca uyguladığı dönüşümleri incelediğimiz zaman, aslında 12 Eylül askeri darbesi ve ardından gelen yıllar boyunca küresel ve ulusal sermaye aktörlerinin Türkiye için uygun gördüğü politikaların hızlı bir şekilde hayata geçirildiğini görürüz. Ancak AKP’ye baktığımız zaman basit bir uygulayıcı ya da maşadan çok ideolojik bir aygıt görürüz. Kuşkusuz bu ideolojik aygıt da uluslararası bir tarihsel sürecin ürünü. Siyasal İslam, Ortadoğu’da yıllarca emperyalist güçler tarafından finanse edildi ve bir siyasal aktör olarak oyun sahasına sürüldü. Bu noktada Türkiye gündemini yıllarca meşgul eden İmam Hatip Liseleri (İHL) konuyu anlamak bakımından iyi bir örnek. 1980’den sonra İHL öğrencilerinin önü açıldı ve okul sayısı artırılarak yoğun öğrenci alımına başlandı. 28 Şubat sürecinde İHL’lerin tekrar önü kesildi ve AKP döneminde üniversiteye girişleri ile ilgili katsayı uygulaması kalktı. Son olarak 4+4+4 yasası ile hayata geçirilen uygulamaya göre Genel Liseler (Düz Lise) ortadan kaldırıldı. Yani herhangi bir Anadolu Lisesini kazanamayan öğrenci, doğrudan meslek liselerine (büyük çoğunlukla İHL) yönlendiriliyor. Bu yıl İHL’lere bir kısmı Alevi, Ermeni, Yahudi olan 40bin öğrenci yerleştirildi. Bu tabloya bakıldığında, 12 Eylül’ün hedeflediği ve AKP’nin hayata eğitimde yaşanan büyük dönüşüm rahatça görülebilir.
Muhafazakar dönüşüm kuşkusuz yalnızca eğitim alanında sınırlı kalmadı. 12 Eylül rejiminin zorunlu din dersleri, Alevi köylerine zorla cami yaptırılması vb. muhafazakarlaştırma politikalarında AKP eliyle adeta tekrar büyük bir canlanma yaşandı. 1980 sonrası dönemde tüm dünyada doğuşları itibari ile iki zıt ideoloji olan muhafazakarlık ve liberalizm iç içe geçti. Bunun nedeni, örgütsüzleştirilen ve güvencesizleştirilen halk kesimlerinin itaat altına alınma çabasıydı. Bu etki kuşkusuz Türkiye’de kendisini hem azgın işçi sınıfı düşmanlığında hem de muhafazakar toplumsal dönüşüm anlamında 12 Eylül sonrası dönemin hızlandırılmış politikaları ile AKP’de vücut buldu. Tüm bunların sonucunda bugün vahşi kapitalist, otoriter ve muhafazakar bir rejimle karşı karşıyayız. Yani AKP 12 Eylül’ün bir çocuğudur. Dolayısıyla 12 Eylül’le hesaplaşmanın yolu tüm bu iktisadi ve toplumsal dönüşümlere kavga ilan etmekten geçiyor.
*24 Ocak alt başlığı yazılırken milliyet.com.tr’nin 13.05.2013 tarihli IMF DESTEKLİ 24 OCAK TÜRKİYE’Yİ ‘DÖNÜŞTÜRDÜ’ haberinden yararlanıldı.