Lenin’in Emperyalizm Teorisi – Lev Troçki (Şubat 1939)

Dördüncü Enternasyonal’in Editörleri Tarafından Hazırlanan 1942 Tarihli Giriş

Lenin’in 18. ölüm yıldönümünde (21 Ocak 1942) gezegenimiz İkinci Dünya Savaşı’nın gana resimirdabına kapıldı.

Lenin birinci dünya katliamının ortasında ikinci katliamı haber vermiş; emperyalizm var olduğu müddetçe dünya üzerinde çatışmaların hiç aralıksız süreceğini öngörmüştü. Emperyalizmin sürmekte olan savaştan sağ salim çıkması durumunda bunu üçüncü, dördüncü dünya savaşı takip edecektir.

Emperyalizmin mevcut hâkimiyet koşullarında olayların gidişatını öngörmesini mümkün kılan aynı bilimsel yöntem aracılığıyla Lenin, mücadelenin gerçekçi bir programına ulaştı – topluma içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulabilme yolunu sunan tek program.

Lenin, Birinci Dünya Savaşı süresince olgunluğuna erişmişti. Onun emperyalist savaşlara ilişkin çözümlemeleri ve vardığı sonuçlar Marksizmin en önemli başarıları arasındadır. Emperyalizme karşı Leninist program, Ekim 1917’de Rus halk kitlelerinin zaferinin yolunu döşemiştir ve bu zafer birinci emperyalist dünya savaşının sonlanması ile neticelenmiştir.

Bugün Lenin’in önerdiği programdan başka hiçbir program insanlık için kurtuluşu sağlayamaz.

1914-1918’deki savaşa ilişkin Lenin’in çıkardığı sonuçlara yönelik Troçki’nin bu berrak özetini yayınlamak için 1942’den daha uygun bir an düşünemedik. Metin Lev Troçki tarafından 1939’un başlarında yazılmış olup ilk kez İngilizceye çevrilmiştir. – Editörler (Dördüncü Enternasyonal)

Lenin, 1916’da “Ezilen sınıflar arasında popüler devrimci önderlerin ölümlerinin ardından düşmanlarının ezilen sınıfları aldatmak için adlarını bir haleyle süslemesi tarihin her döneminde var olagelmiştir” diye yazmıştı. Bu yönde bir girişim, tarihin hiçbir döneminde Lenin’in şahsına yapıldığı kadar acımasızca gerçekleştirilmedi. Kremlin’in mevcut resmi doktrini ve Komintern’in emperyalizm ve savaş sorunu üzerine politikaları, Lenin’in bu konu üzerine vardığı ve 1914’ten 1918’e değin partiye aktardığı sonuçların tümünün üstünü çiğnemektedir.

Ağustos 1914’te savaşın patlak vermesiyle ortaya çıkan ilk soru emperyalist ülkelerin sosyalistlerinin “anavatan savunmasını” benimseyip benimsemeyecekleriydi. Sorun sosyalistlerin bireysel anlamda askerlik görevini yerine getirip getirmeyecekleri ile ilgili değildi – firar devrimci bir yöntem olmadığından bunun dışında bir seçenek yoktu. Mesele esas olarak şu şöyleydi: Sosyalist partiler politik olarak savaşı desteklemeli mi? Savaş bütçesi için oy vermeli mi? İktidara karşı mücadeleden vazgeçip “anavatan savunması” adına ajitasyon yapmalı mı? Lenin’in bunlara yanıtı “hayır!”dı. Savaşa müdahil olunduğu için değil bu savaş gerici bir savaş olduğu için; köle sahiplerinin dünyayı yeniden bölüşebilmek maksadıyla giriştikleri it dalaşı olduğu için parti bunu yapmamalıydı; partinin bunu yapmaya hakkı yoktu.

Avrupa’da ulus-devletlerin oluşumu yaklaşık olarak büyük Fransız Devrimi ile başlayıp 1870-71’in Fransa-Prusya Savaşı ile sonlanan dönemi kapsamıştır. Bu hareketli yıllarda savaşlar ağırlıklı olarak ulusal bir niteliğe sahipti. Savaş üretici güçlerin ve bu süreçte belirgin biçimde ilerici bir tarihsel karaktere sahip olan kültürün gelişimi için ulus-devletlerin yaratımı ya da savunması adına gerçekleşiyordu. Devrimciler siyaseten ulusal savaşları yalnızca destekleme imkânına sahip değillerdi, buna mecburdular.

1871’den 1914’e kadar Avrupa kapitalizmi sadece ulus devletler temelinde gelişmekle kalmadı, tekelciliğe ya da emperyalist kapitalizme dönüşerek ömrünü de uzatmış oldu. “Emperyalizm kapitalizmin bir aşamasıdır; kapitalizm tüm gücünü tükettiğinde emperyalizm de düşüşe geçecektir.” Düşüşün sebebi bu noktadadır; üretici güçler özel mülkiyetin ve ulusal devletin çerçevesiyle engellenir. Emperyalizm dünyayı sürekli bölmek, yeniden bölmek ister. Ulusal savaşların yerine emperyalist savaşlar yaşanır. Bu savaşların karakteri tamamen gericidir ve tekel sermayenin içine girdiği açmazın, durgunluğun ve çürümenin birer dışavurumudur.

Emperyalizmin Gerici Doğası

Ancak dünya hala oldukça heterojen. Gelişmiş ulusların saldırgan emperyalizmi hayatta kalabiliyor çünkü dünya üzerinde hala geri ülkeler, ezilen uluslar, sömürge ve yarı sömürge ülkeler var. Ezilen ulusların ulusal birlik ve bağımsızlık için mücadelesi kuşkusuz ilericidir; çünkü bir yandan kendi gelişimleri için uygun koşulları hazırlarken diğer yandan da emperyalizme darbe indirir. İşte bu yüzden gelişmiş, emperyalist ve demokratik bir cumhuriyet ile sömürge bir ülkedeki geri, barbar bir monarşi arasındaki savaşta sosyalistler gelişmiş ulusun “demokrasisini” ve sömürge ülkenin monarşisini göz önünde bulundurmadan ezilen ulusun yanında yer alır.

Emperyalizm kendine özgü amaçlarını (sömürgelere, pazarlara, hammadde kaynaklarına, etki alanlarına el koyma), “saldırgan ülkelere karşı barışı korumak”, “anavatan savunması”, “demokrasinin savunusu” gibi söylemlerle kamufle eder. Bu söylemler tümüyle yanlıştır. Bütün sosyalistlerin görevi bunları savunmak değil aksine halkların önünde bu söylemlerin maskesini düşürmektir. Lenin Mart 1915’te şunları yazmıştı: “Kimin ilk saldırıyı ya da savaş çağrısını yaptığı sorusunun sosyalistlerin taktiklerini belirlemede hiç bir önemi yoktur. Anavatan savunması, düşman işgalini geri püskürtmek, savunma savaşı yapmak gibi ifadeler her iki taraftaki insanları aldatıcı söylemlerdir. Yıllar boyu üç haydut (İngiltere, Rusya ve Fransa’nın burjuvazisi ve iktidarları) Almanya’yı yağmalamak için silahlandılar. İki haydutun (Almanya ve Avusturya-Macaristan) diğer üç haydut bıçaklarını ellerine almadan saldırmış olması şaşırtıcı mı?”

Savaşın objektif tarihsel anlamı proletarya için belirleyici bir öneme sahiptir: Bu savaşı hangi sınıf sürdürüyor ve neyin uğruna? Belirleyici olan budur; düşmanı insanlara sadece bir saldırgan olarak resmeden diplomasinin dalavereleri değil. En az bunun kadar yalan olan bir diğer şey ise emperyalistlerin demokrasi ve kültür sloganlarını kullanmalarıdır. “…Alman burjuvazisi…işçi sınıfını ve emekçi kitleleri savaşın kültür ve özgürlük adına, Çarlık tarafından ezilen insanları özgürleştirme adına yapıldığını söyleyerek kandırıyor. İngiliz ve Fransız burjuvazisi işçi sınıfını ve emekçi kitleleri savaşın Alman militarizmi ve despotizmine karşı yapıldığını söyleyerek kandırıyor.” Birinin ya da diğerinin siyasi üstyapısı emperyalizmin gerici ekonomik temelini değiştirmiyor. Aksine, üstyapıyı kendine tabi kılan temel de budur. “Günümüzde burjuvazinin ilerici olduğunu, ilerici bir burjuva hareket olabileceğini düşünmek aptallıktır. Tüm burjuva demokrasisi gericileşmiştir.” Emperyalist “demokrasinin” bu şekilde değerlendirilmesi tüm Leninist kavrayışın mihenk taşını oluşturur.

Sonuçta bu savaş her iki emperyalist kamp tarafından anavatan ya da demokrasi için değil dünyayı bölme ve sömürgeci kölelik için başlatıldığından bir sosyalistin bir haydudu diğerine tercih etme hakkı yoktur. “Uluslararası proletaryanın bakış açısından hangi savaşan uluslar grubunun yenilgisinin sosyalizm için daha az ‘kötü’ olacağını belirlemek” beyhude bir girişimdir.

1914 Ekim’inin ilk günlerinde, Lenin emperyalist ülkelerin her biri ve bütün gruplaşmalar için savaşın anlamını zaten şu şekilde tanımlıyordu: “Pazar elde etmek ve yabancı ülkeleri sömürmek için çabalamak; her bir ülkedeki proletaryanın devrimci hareketinin başını ezme ve demokrasiyi baskılama istekliliği; her ülkeden proleterleri aldatma, bölme ve ezme dürtüsü; bir ülkedeki ücretli köleleri diğer ülkedeki ücretli kölelere karşı burjuvazinin çıkarları için kışkırtmak – sadece bunlar savaşın gerçek kapsamını ve anlamını oluşturur.” Bütün bunlar Stalin’in Dimitrov’un ve Co.’ın doktrininden ne kadar da uzak (alakasız)!

Pasifistlerin üslubundan sonra barış için iç çekerek emperyalist savaşa karşı mücadele etmek imkansızdır. “İşçi sınıfını kandırmanın yollarından biri de pasifizm ve soyut bir barış propagandasıdır. Kapitalizmde, özellikle onun emperyalist çağında, savaşlar kaçınılmazdır.” Emperyalistler tarafından sonuçlandırılmış bir barış, ancak yeni bir savaş öncesi soluklanma olabilir. Sadece savaşa ve emperyalizme karşı devrimci kitlesel bir mücadele gerçek barışı sağlayabilir. “Çok sayıda devrim olmadan, sözde demokratik barış bir orta-sınıf ütopyasıdır.”

Pasifizmin uyuşturucu etkisi ve elden ayaktan düşüren yanılsamalarına karşı mücadele Lenin’in doktrinindeki en önemli unsurlarından biri olarak sayılır. O, kesin bir muhalefetle silahsızlanma isteğini “kapitalizm altında açıkça ütopik” olduğundan reddetti.

Sosyal Şovenizmin Kökenleri

Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki çoğu işçi partisi savaş sırasında kendi saygın burjuvazisinin yanında saf tuttu. Lenin bu eğilimi sosyal şovenizm olarak adlandırdı; lafta sosyalist, hakikatte şovenist. Enternasyonalizme ihanet gökten düşmedi; reformist adaptasyon politikalarının gelişimi ve devamının kaçınılmaz bir parçası olarak geldi. “Oportünizmin ideolojik-politik anlamı sosyal şovenizminki bir ve aynıdır: sınıf mücadelesindense sınıf işbirliği, zorda kaldığında bu zorluklardan devrim için yararlanmaktansa kendi hükümetine destek vermek.”

Son savaşın hemen öncesindeki -1909’dan 1913’e- kapitalist refah dönemi proletaryanın üst tabakalarını emperyalizmle çok yakından ilişkilendirdi. Genel olarak sömürgelerden ve geri kalmış ülkelerden emperyalist burjuvazi tarafından elde edilen muazzam karlardan gelen çekici kâr zerreleri işçi aristokrasisi ve işçi bürokrasisinin payına düştü. Sonucunda, onların vatanseverliği emperyalizmin politikalarının doğrudan çıkarları tarafından dikte edildi. Savaş sırasında, ki bu bütün sosyal ilişkilerde bütün çıplaklığıyla kendisini ortaya koydu, “oportünistler ve şovenistler burjuvaziyle, hükümet ve genel kurmaylarla olan dostlukları nedeniyle büyük güçlerle donatılmıştı.”

Arada kalan ve belki de sosyalizmde en yaygın eğilim, reformizm ve Marksizm arasında barış zamanında bocalayan ve kendilerini düz pasifist söylemlerle korumaya devam ederken neredeyse hiçbir istisna olmadan sosyal şovenizmin esirleri olan sözde merkezdir (Kautsky vs.). O kadar ki kitleler yıllar sonra onlar tarafından yaratılmış olan kendi aygıtları tarafından tamamen savunmasız ve kandırılmış kalmalarıyla etkilenmişlerdi. Lenin, İkinci Enternasyonal’in işçi bürokrasisinin sosyolojik ve politik bir değerlendirmesini sunduktan sonra şöyle devam eder: “Oportünistlerle birlik, işçilerin kendi burjuvazileriyle anlaşmaları demektir ve uluslararası devrimci işçi sınıfın saflarında parçalanmalar olduğuna işaret eder.” Dolayısıyla da enternasyonalistlerin sosyal şovenlerle tüm bağlarını koparmaları gerektiği sonucuna ulaşır. “Şu anki koşullarda sosyalizmin gerekliliklerini yerine getirmek imkânsızdır. Oportünistlerle…” merkezcilerle olduğu gibi “sosyalizmdeki bu burjuvazi eğilimle ilişkiyi tamamen kesmeden işçilerin hakiki bir uluslararası kaynaşma yaşaması imkânsızdır.” Partinin isminin bile değişmesi gerekmektedir. “Lekelenmiş ve alçaltılmış Sosyal Demokratlar isminden kurtulup Komünistlerin eski Marksist ismine geri dönmesi daha iyi değil mi?” Şu an, İkinci Enternasyonalistlerden tamamen ayrılıp, üçüncüyü kurma vaktidir.

***

Geçen yaklaşık 20 yılda ne değişti? Emperyalizm daha şiddetli ve baskıcı bir karaktere büründü. Bunun en uygun ifadesi faşizmdir. Emperyalist demokrasiler birçok basamak geriledi; doğal ve organik bir şekilde faşizme doğru evrilmekte. Sömürge baskısı çekilmez bir hal aldıkça, ezilen halkların ulusal bağımsızlık için bilinçlenme ve isteklilikleri de o denli artıyor. Diğer bir deyişle, Lenin’in emperyalist savaşa dair kuramının temelinde yatan tüm o özellikler şu an daha keskin ve belirgin bir karakter gösteriyor.

Kesin olarak, komüno-şovenistler enternasyonel proletaryanın politikalarını baştan aşağı değiştirdiğini varsayarak Sovyetler Birliği’nin varlığına işaret edeceklerdir. Buna kısaca şöyle cevap verilebilir: Sovyetler Birliği’nden önce de desteklenmeyi hak eden ezilen ulusların, sömürgelerin, vb.’lerinin mücadeleleri vardı. Eğer kendi sınırlarının ötesinde devrimci ve ilerici hareketler kendi emperyalist burjuvazilerini destekleyerek desteklenebiliyorsa, demek ki sosyal yurtseverlik prensipte doğrudur. O zaman Üçüncü Enternasyonalin kurulması için ortada hiç bir sebep yoktur. Bu konunun bir tarafı; diğer bir yönü daha var. SSCB 22 yıldır varlığını sürdürüyor. 17 yıl boyunca Lenin’in prensipleri yürürlükteydi. Komüno-şovenistlerin politikaları ancak son 4-5 yılda şekillendi. Dolayısıyla SSCB’nin varlığı üzerinden oluşturulan bu argüman yanlıştır.

Çeyrek yüzyıl önce Lenin, demokrasi ve kültürü koruma bahanesi altında kendi milliyetçi emperyalizminin safına iltica eden sosyalistleri sosyal şovenist ve sosyal hain olarak nitelendirdiyse, bugün Lenin’in ortaya koyduğu ilkeler temelinde aynı politikalar daha büyük suçtur. Lenin’in İkinci Enternasyonel’in bütün safsafalarını kapitalist medeniyetin çok daha fazla çürümüş olduğu şu andaki koşullarda bile yeniden canlandıran Komintern liderlerine ne diyeceğini tahmin etmek hiç de zor değil.

Burada tehlikeli bir paradoks bulunuyor: bayraklarını Kremlin’in oligarşisinin izlerini silmek için kirli bir beze çevirmiş Komintern’in acınası taklitçileri Komünist Enternasyonal’in kurucusunun öğretilerine sadık kalanlara “hain” diyor. Lenin haklıydı: Yönetici sınıflar büyük devrimcilere sadece yaşadıkları süre boyunca sıkıntı vermez; öldükten sonra da daha incelikli önlemlerle onları görevleri “hukuk ve düzeni” korumak olan ikonlara dönüştürerek onlardan intikamlarını alırlar. Tabii ki hiç kimse Lenin’in öğretilerine göre bir bakış açısı geliştirmek zorunda değil. Ancak onun takipçileri olan bizler kimsenin onun öğretilerini gülünç duruma düşürüp anlattıklarının tam tersine dönüştürmelerine izin vermeyeceğiz!

 

 

KATEGORİLER
ETİKETLER