50 Yıl Sonra 15-16 Haziran – Erol Soğancı

50 Yıl Sonra 15-16 Haziran – Erol Soğancı

Erol Soğancı
Disk Genel İş Sendikası Aydın Şube Sekreteri (1978-80)
Tes-İş Sendikası Yatağan Şube Başkanı (1987-2006)
Türk-İş Muğla İl Temsilcisi (1993-2006)

İki yüzyıldır devam eden bir sınıf mücadelesinin içerisindeyiz. Başlangıçta özellikle inşaat sektöründe, saraylar, hanlar, hamamlar, camiler ve medreselerin inşaatlarında köle emeği ve ücretli işçiler kullanılıyor. Zamanla üretim alanları da çeşitlendi: Zeytin, yağ, sabun, incir, pamuk, ipek ve dokuma, tersane, liman, gemi, demiryolları…

Sınıf Mücadelesi

İşçi sınıfının genellikle ücretlerin artırılması, çalışma koşullarının düzeltilmesi, çalışma sürelerinin azaltılması için yaptıkları irili ufaklı çok sayıda mücadele ve bu mücadelenin şekil ve çeşitleri oldu.

Kapitalist düzende bir tarafta, patronlar, yani burjuvalar, yani sömürenler var. Bunun adı zaman zaman devlet de olabilir; padişah, çar, şah… Diğer tarafta ise karşıtları, sömürülen, ezilen, artı değerine el konulan işçiler var.

Sınıfların konumu, durumu, duruşları var. Her sınıf kendi çıkarları doğrultusunda mevzi alıyor. Yani sınıflar ve sınıf mücadelesi var. Patronların ezip sömürmesi, işçilerin de buna karşı direnci, mücadelesi ve topyekûn başkaldırısı var.

Cumhuriyet öncesindeki 100 yıllık süreyi de kapsayacak şekilde yaşadığımız bu topraklarda işçi sınıfı mücadelesinin zirveye çıktığı günlerdir 15-16 Haziran 1970. İşçi sınıfının bağımsız bir sınıf olarak düzene karşı topyekûn ayağa kalktığı büyük kalkışmanın dönemidir 15-16 Haziran. Yaratanlara selam olsun!

Elli yıl geçti üzerinden tam tamına. 15-16 Haziran, işçi sınıfı için bir milat, çok sert bir kırılmadır işçi sınıfının mücadelesi açısından. İşçi sınıfımız 15-16 Haziran öncesinde de sonrasın da bu görkemli şanlı 2 güne ulaşabilmiş değildir.

Fransız işçi sınıfının 1871 Paris Komünü ile zirve yapan mücadelesi, ABD işçilerinin 1886 1 Mayıs’ı ile en üst noktaya çıkmış mücadele günleri ne ise, Türkiye işçi sınıfı için de 15-16 Haziran aynı içeriktedir.

Sınıf mücadelesi gizli ya da açık şekilde ama kesintisiz süren bir durumdur. Mücadele, bir boşluk, bir gedik bulmaya görsün. Gizil haldeki potansiyelini hemen açığa çıkarır.

27 Mayıs, 61 Anayasası ve Sendikal Hareket

1960 darbesini yapan cuntacılar kitle tabanı yaratmak, destekçi bulmak kaygısıyla, öğrenci gençliğin ve aydın zümresinin yetmediği sanısıyla toplumsal sınıflara yöneldi. Köylülere toprak, işçilere grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı sözünü duvarlara astıkları afişlerine taşıdılar. Oysa amaçları hiç de filmlere konu olan acımasız ağa sömürüsü altındaki köylülere destek olmak, yoğun artı değer sömürüsü altındaki işçi sınıfına destek olmak değildi. Cuntacıların kendi düşünce ve ilkelerine uygun değildi bu yaklaşımlar. 1961 Anayasası’nı işçi sınıfı ve sendikal mücadelenin yeni ve önemli bir dönemi olarak bu açıdan ele almak gerekir.

İşçi sınıfı bu süreçten kendi mücadelesi için bir boşluk yaratmıştı. 31 Aralık 1961’de 150 bin işçinin toplandığı İstanbul Saraçhane mitingi, Türkiye işçi sınıfının ayağa kalktığı gün olarak bilinir. Devamında “henüz yasal olmayan” Kavel grevi ve diğerleri geldi. 13 Şubat 1967’de sadece devlet politikalarına sadık olan Türk-İş’ten kopan 5 sendikanın DİSK’i kurmaları bu yükselen mücadele sürecinin sonucudur. Hemen ertesi yıl, 1968’de dünyada esen işçi, emekçi, öğrenci, gençlik rüzgârları bizde de çok kuvvetli esti.

Günümüzde çok daha belirgin olarak görüldüğü üzere, mevcut sömürü düzeninin en önemli kurumlarından olan Türk-İş, devlete, onun politikalarına ve kapitalist sisteme sıkı sıkıya bağlı bir çizgi izliyor. Çoğu yöneticisi bunu çok açık bir şekilde üst perdeden söylemekte bile sakınca görmüyor.

Bu dönemde DİSK’in kurulması, bu nedenle işçi sınıfının bağımsız hareketi açısından ileri doğru atılmış önemli bir adım oldu. Sermaye de bunun farkındaydı tabii ki…

AP’nin DİSK Düşmanı Yasası

DİSK büyüyüp gelişerek işçiler arasında güven ve itibarını artırdı ve toplumsal yaşamın önemli bir unsuru haline geldi. Bunun üzerine sermaye sahipleri ve o dönemki siyasi temsilcisi Adalet Partisi (AP), DİSK ve DİSK’e bağlı sendikaları etkisiz ve yetkisiz hale getirecek 20 maddelik 1317 sayılı kanunu hazırlayıp komisyondan geçirdi. Bu komisyonda o dönem CHP Yozgat milletvekili olan Abdullah Baştürk ile AP’li sendikacı milletvekilleri, sonradan Türk-İş’e Genel Başkan olacak Şevket Yılmaz ve Tes-İş Genel Başkanı Enver Turgut bulunuyordu. Bunlar ve başka sendikacı milletvekilleri DİSK’e yaşam hakkı tanımayacak bir yasa hazırlamışlardı. Tasarı AP’nin teklifi, CHP’nin de yüksek desteği ve TİP’in militanca karşı çıktığı koşullarda meclisten geçerek yasalaştı.

Bunun üzerine DİSK ve bağlı sendikalar, işyerlerinde işçilerle toplantılar yapmaya başladılar. Amaç, bu yasanın iptali için kampanyalar düzenlemek ve sonrasında da Saraçhane mitingine benzer yüksek katılımlı etkili bir miting yapmaktı. Amaç meşru ve yasal sınırlar içerisinde tepki göstermekti.

15-16 Haziran Direnişi

Süreç bu şekilde devam ederken, DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin inisiyatiflerinden çıktı. Doğal olarak bu tarz dönemlerde önceden birer hiç olan öncü işçiler öne çıktı ve yeni öncü işçiler de ortaya çıktı. Öncü işçiler ile 15 Haziran günü 70 bin, 16 Haziran günü 150 bin işçi iş bırakarak İstanbul’da dalga dalga yollara döküldü. İzmit’te de işçiler Ankara yolunu kapatarak İstanbul’a doğru harekete geçtiler. Hareket 17 Haziran’a kalsaydı işçi meskenleri olan başta Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir ve Bursa’dan da işçilerin harekete geçeceğinin kuvvetli sinyalleri vardı.

Devlet, zabıta, güvenlik güçleri, azgın esen rüzgârdaki denizin dalgaları gibi kabaran işçi hareketini bastıramadı. İktidar, orduyu da devreye sokmak zorunda kaldı.

DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, radyo konuşmasında yasanın geri çekileceği sözü verildiğini, hareketin amaca ulaştığını söyledi, eylemin sona erdirilmesi çağrısı yaptı.

Eylemler boyunca işçiler polis ve askerle çatıştı. 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf hayatını kaybetti. İşçiler askerlerin kendilerine zor kullandığına, hatta saldırdığına tanık oldular. Bu konuda da bir bilinç kırılması yaşandı.

Takip eden süreçte 15-16 Haziran hareketine önderlik eden 5.000’in üzerinde öncü işçi, işten atıldı. DİSK ve Türk-İş bu konuda etkili bir şey yapmadı.

İki gün süren büyük ayaklanma, başlangıcından farklı olarak yasa değişikliğinin çok ötesinde nedenleri de içermeye başlamıştı. 15-16 Haziran, işçilerin sömürü düzenine karşı topyekûn başkaldırısı halini aldı. İşçi sınıfı mücadelesi açısından bir milat, büyük kırılma oldu. Bazı siyasi ve toplumsal kesimlerden katılımlar ve destek olmuşsa da 15-16 Haziran bir işçi hareketidir, işçi kalkışmasıdır.

Toplumsal bilinçlenme ve uyanışta çok önemli olan tiyatro ve sinema sanatında “Zengin Mutfağı” süreci çok iyi aktarmaktadır.

15-16 Haziran’ın hemen sonrasında gerçekleşen 12 Mart’ı sermaye, işçi sınıfından adeta öç almak için değerlendirdi. 12 Mart’çıların Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi geçti” sözü 15-16 Haziran’ın sermaye açısından özetlenmiş bir yorumudur.

Hareketin Kapsamı

15-16 Haziran’a tespit edilebildiği kadarıyla 168 işyerinde işçilerin tamamı katılmıştır. Bu işyerlerinden 121’inde Türk-İş’te örgütlü olan işçiler, 47’sinde ise DİSK’e bağlı sendikalarda örgütlü olan işçiler bulunmaktaydı. Yani ezici bir çoğunluğun Türk-İş üyesi olduğu da görülmektedir.

Bu da gösteriyor ki mesele sendika yasasındaki değişiklik değildi. Sorun, sömürü düzeniydi. İşçiler, mevcut düzene karşı topyekûn ayaklanmıştı.

Hâlâ 15-16 Haziran direnişi özgünlüğünü korumaktadır. Onu oluşturanlar, olabilirliğin heyecanını yarattılar. Önderlik edenler, katılanlar, destek olanlar, bil cümle yaratanlar binlerce selamı hak ediyorlar. Selam olsun!

Sendikalar ve Sendikacılar Üzerine

Ellinci yılında 15-16 Haziran’ı değerlendirirken sendikaları ve sendikacıları iyi değerlendirmek, kavramaya çalışmak, sorgulamak, yargılamak da önem arz etmektedir. Üç yıla yakın DİSK’e bağlı Genel İş Sendikası’nda, 20 yıla yakın Türk-İş’e bağlı TES-İŞ sendikasında yönetici ve başkan olarak bulunmuş biriyim. 13 yıl Türk-İş Konfederasyonu’nun Muğla İl Temsilcisi görevini yaptım.

Sendikaları ve sendikacıları kalıplaşmış, bilindik, ezberlenmiş sözlerle değerlendirmemeliyiz. Bu, toplumsal mücadeleye bir şey katmaz.

Sendikalar, mevcut düzenin yasalarla kurulmuş düzenin öngördüğü şekilde işler. Her konuda olduğu gibi sendika ve sendikacılar da homojen değildir, bir uçtan diğer uca kadar farklılık gösterir. Bu alanda da siyah ve beyaz yoktur; açıktan koyuya, koyudan açığa doğru binlerce ton vardır.

Sendikacıların çoğu işçi kökenlidir, bilinç düzeyleri ortadadır. Onların eğitenleri, yönlendirenleri, destekleyenleri yoktur. Toplumsal değerler, kendi yetenekleri, o anki koşullar, en yakınlarındakiler ve diğer etmenler davranış, tutum ve izledikleri yolu belirler. Ama şu da bir gerçektir ki uzun süre sendikacılık yapanlar, bulundukları topluluğun en uyanık kesimine dönüşür.

Çoğunlukla sosyal kişiliği gelişmiştir, dayanışmacı yanı yüksektir, pratik bir zekâya sahiptir. Sorunları kavrama ve çözme yeteneği yüksektir. Çok seçim geçirip yine de seçilmeye başardıysa egoları çok yüksektir. Bilinç ve kültürel altyapı çok düşüktür. En üst düzeyde görev yapmış sendikacılar bilirim. Kitap okumayı bırakın, günlük gazete bile okumazlar. Sendikanın ekonomik ve manevi imkânlarını kullanma ve insanları ikna etme becerileri çok gelişmiştir. “Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’nin külahını Ali’ye giydirme” konusunda uzmanlardır.

Bazıları bu imkân ve yetenekleri, koşullar elverdiği ölçüde işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi açısından erdemli şekilde olumlu kullanır. Ama bazıları özellikle bu dönem daha net şekilde görüldüğü gibi bu olanakları ihanet düzeyinde kullanır.

Sendikacıların görev yaptığı kurumlar, düzen kurumları olduğu için düzenin dışına çıkma anlayışları pek gelişmemiştir. Düzenin dışına çıkanlar sayılıdır; güçlü bir işçi desteğinden yoksunlarsa sistemin operasyonlarına uğrayıp bertaraf edilirler.

ETİKETLER