24 Ocak Kararları 40 Yıldır Yaşıyor! – Emre Güntekin
İçinden geçtiğimiz ağır ekonomik krizin, mahkûm olduğumuz yoksulluk ve işsizlik gibi problemlerin ayak izlerini takip edersek bizi ulaştıracağı son nokta 24 Ocak Kararları olabilir. Bundan 40 yıl önce Süleyman Demirel ve Turgut Özal ortaklığıyla hazırlanarak açıklanan kararlar sadece gelecekteki Türkiye ekonomisini yapısal bir dönüşüme uğratmakla kalmamış, aynı zamanda politik ve kültürel olarak da yeni bir sürecin kapısını aralamıştı.
1977-1980 yılları arası Türkiye hem ağır bir ekonomik krizin hem de siyasal bir krizin ortasındaydı. Emekçi sınıflar bu süreçte ekonomik krizin etkilerini gündelik yaşamlarında ağır bir şekilde hissediyorlardı: Filmlere bile konu olan karaborsa ve uzun kuyruklar; yağdan benzine kadar temel tüketim maddeleri fiyatlarına 1978 yılında % 53, 1979 yılında % 64 olarak yansıyan zamlar; 1977 yılı sonundan 1978 Haziran’ına kadar 17,5 TL’den 47 TL’ye fırlayan dolar kuruyla birlikte yaşam şartları oldukça ağırlaşmıştı. Öte yandan egemen sınıflar ekonomik krize bir çözüm üretemezken, emekçi sınıfların mücadelesinde ve devrimci harekette muazzam bir yükseliş söz konusuydu.
Yakup Kepenek’in aktarımına göre grevler nedeniyle yitirilen işgünlerinin göreli ağırlığı 1977-1980 arasında, 1973-1976 dönemine göre iki buçuk kat artmıştı. Egemen sınıfların krizi emekçi yığınlar aleyhine çözmesinin önünde bu engel oluşturuyordu. Hatta emekçiler hem örgütlülükleri hem de mücadele güçleri sayesinde, yüksek enflasyona rağmen reel ücretlerinde 1976-1979 yılları arasında % 45’lik bir artış kazanabilmişlerdir. Bir başka göstergede ise imalat sektöründe ücretlerin katma değerdeki payı 1976’daki % 31,7 oranından 1979 yılında % 38,3’e yükselmiştir. Öte yandan Türkiye’nin birçok bölgesinde (Yeni Çeltek maden havzası gibi) patronlar açısından tehlike çanlarının çalmasına sebep olacak bir üretimde işçi kontrolü deneyimi ortaya çıkmıştı. Kısacası, emekçi sınıflar bu dönemde gülen taraftı.
Ancak 1980 yılına gelindiğinde sermaye sınıflarının, 1979 Kasım’ında iktidara yeniden gelen Demirel başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe Hükümeti’yle karşı saldırısını başlatacaktı. Bu süreçte ekonomik karşı-saldırıyı yönetecek isim ise adeta gölge ekonomi bakanı olarak hareket eden dönemin Başbakanlık Müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Yardımcısı Turgut Özal’dı. Onun hazırladığı 24 Ocak Kararları ise izlenecek yol haritasını oluşturdu.
Kararların temel unsurlarını dolar kurunun % 32,7’lik develüasyonu, devletin ekonomideki payının küçültülmesi, KİT’lerin özelleştirilmesi ve tarımdaki destek alımlarının, sübvansiyonların; fiyat denetiminin kaldırılması, dış ticaretin ve yabancı yatırımların serbestleştirilmesi; ihracatın vergi iadesi, gümrük muafiyeti, düşük faizli kredi gibi yöntemlerle teşvik edilmesi oluşturdu. Bu programın uygulanabilmesi için sermaye ve iktidarı tarafından emek hareketinin ezilmesi bir önkoşul olarak görülüyordu. MC hükümetinin bunu olağan yollarla gerçekleştiremeyeceği ise 1980 yılındaki deneyimlerle kanıtlanmıştı.
12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbe bu konuda sermayenin imdadına yetişti. Bu dönemin en ikonik ifadesi dönemin TİSK Başkanı Halit Narin’den gelmişti: “Şimdiye kadar onlar güldü, biz ağladık; artık biz güleceğiz.”. Darbeyle birlikte işçi sınıfı mücadelesi ve devrimci hareket topyekün ezilirken, Özal’ın saldırı programını uygulayabilmesinin önündeki bütün engeller askeri yönetim tarafından ortadan kaldırılmıştı. Yıllardır ekonomik yardımın bir şartı olarak IMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanması salık verilen neoliberal ekonomik program hızlı bir şekilde yaşama geçirilecekti.
Askeri yönetimin ekonominin iplerini eline bıraktığı Özal 80’ler boyunca, neoliberalizmin uluslararası siyasi önderleri olan ABD’de Reagan ve İngiltere’de Thatcher’ın ayak izlerini takip edecek ve Türkiye’de sermaye düzenini uluslararası sermayeyle tam olarak eklemlenmiş bir hale getirecekti. Ancak Türkiye’de bu süreç olağan parlamenter işleyişle gerçekleştirilebilecek kadar kolay olmamış, neoliberalizmin ilk laboratuarı olan Şili’deki gibi kanlı bir şekilde yaşama geçirilmişti. 90’ların fenomen deyimiyle ifade edersek asker emekçilerin boğazını sıkacak, Özal acı ilacı içirecekti. Özal bu durumu “12 Eylül olmasaydı bu ekonomik programın neticelerini alamazdık.” diyerek ifade edecek; TÜSİAD’ın sembol isimlerinden Rahmi Koç “askeri yönetimin zamanında ve doğru kararlar almasıyla çok değerli zaman tasarrufu” sağlandığını söyleyecekti. Emekçilerin bu süreçten nasıl etkilendiğine bir örnek vermek gerekirse reel ücretler 1988 yılına gelindiğinde 1977 yılına göre % 55 oranında geriletilmişti.
Elbette 24 Ocak Kararları’yla başlatılan neoliberal politikalar sadece ekonomi alanında etkisini göstermedi. Kapitalizmin tek alternatif olduğu iddiası, serbest piyasa ve hür teşebbüs kavramları, toplumsal dayanışmanın yok edilerek yerine bireyciliğin ve köşe dönmeciliğin ikame edilmesi, bankerler, hayali ihracatçılar, vurguncular bu dönemin simgesi oldular. Sermayenin elinin değdiği her alan, sanattan kültürel yaşama, eğitimden sağlığa kadar herşey hızlı bir metalaşma sürecine tabi tutuldu.
Sonraki bütün iktidarlar Özal’ın ve 12 Eylül darbecilerinin ayak izlerini takip ettiler ve güçleri yettiğince emekçi sınıfların kazanılmış haklarını budamaya gayret ettiler. Ancak bu konuda hiçbirinin AKP kadar başarılı olmadığını vurgulamak gerek. 24 Ocak Kararları’nın mantıki sonucunu görmek için bugüne bakmak yeterli. İktidar 40 yıl sonra bile yarıda kalan işi nihayete erdirerek, kıdem tazminatı gibi elde kalan son haklara da saldırmanın ve krizi emekçilerin sırtına yıkmanın fırsatını arıyor.
Sorulacak tek bir soru var: 40 yıldır gülen sermayedarları ağlatmanın ve artık bizim gülmemizin zamanı gelmedi mi?
Kaynakça
• Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2015, İmge Kitabevi, 24. Baskı
• Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, Yordam Yayınevi, 2. Baskı
• Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, Cilt 7
• https://tr.wikipedia.org/wiki/24_Ocak_Kararlar%C4%B1