1976 Genel Yas Eylemi: DGM’ler Nasıl Püskürtüldü? – Deniz Ege Karayel

1976 Genel Yas Eylemi: DGM’ler Nasıl Püskürtüldü? – Deniz Ege Karayel

Geçmişten günümüze toplumsal sınıfların, sınıf mücadelesi içinde kullanacakları silahları üretim ilişkileri çerçevesinde belirlenir. Her sınıfın kendine özel silahları, eylem biçimleri vardır. İşçi sınıfını ele alacak olursak, ona gücünü veren olgu elinde tuttuğu şalterdir. İşçi sınıfı onu ancak kendi sınıfının çıkarları doğrultusunda kullanmayı öğrendiği zaman tarihi değiştirmeye muktedir hale gelebilir. Bunun aracı da tabi ki grevlerdir. Grevler sadece ekonomik talepler etrafında değil, yeri geldiğinde işçi sınıfı tarafından siyasal bir araca da dönüştürülmüştür. Türkiye tarihinde de bunun örneklerine rastlarız. 1970’lerde devrimci yükselişe ve sınıf hareketine karşı bir silah olarak Milliyetçi Cephe hükümetleri tarafından kurulmak istenen DGM’lere karşı verilen direniş siyasal grevlerin önemli bir örneğidir. 

1960’lı yılların ortalarında, Türkiye’de işçi sınıfı örgütlülük anlamında önemli bir yol kat etmişti. Bu dönemde, işçi sınıfı, çalışma koşullarını iyileştirmek ve sendikal özgürlükleri güçlendirmek amacıyla çeşitli eylemler ve hareketler başlatmıştı. İşçiler, adalet ve eşitlik talepleriyle bir araya gelerek, emeklerinin daha iyi değerlendirilmesini ve insanca çalışma şartlarını arzulamışlardı. Türkiye’de işçi hakları mücadelesi, bu dönemde toplumsal değişim isteği ve sosyal adalet talepleriyle şekillenmiş; sendikal örgütlenmeler güç kazanmıştı. Bu eğilim sendikal alanda DİSK’in kurulmasıyla meyvesini verecekti.

1970’li yılların başında egemen sınıflar yükselen sınıf mücadelesi ve devrimci hareket sonrasında 12 Mart Muhtırası ile demokrasinin sınırlarını daraltacaktı. Bu kapsamda Temmuz 1973’te özel yetkilerle donatılmış bir mahkeme olarak Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kurulması gündeme geldiyse de oluşan tepkiler sonrasında 1975’te DGM’ler kapatılacaktı. Ancak Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe hükümeti DGM’lerin kurulmasını 1976 yılında tekrar ele aldı. DGM’lerin görev alanına 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu kapsamındaki suçların da dahil edilmesi sonrasında DİSK, DGM yasasının püskürtülmesi için harekete geçti. Zira DGM’lerin kurulmasının amaçlarından birinin işçi sınıfı hareketini zapturapt altına almak olduğunun farkındalardı. DİSK DGM’leri “sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” olarak tarifliyordu.

DİSK yönetimi 15 Eylül 1976’da “MC iktidarının Anayasal ve demokratik yollardan düşürülmesine ve halktan yana bir iktidarın kurulmasına kadar” tüm ülkede “genel yas” ilan edilmesine karar verdi. Ancak böylesine kapsamlı bir saldırının evde oturup yas tutmakla geçiştirilemeyeceği ortadaydı; nitekim genel yas eylemi Türkiye işçi sınıfı mücadeleleri tarihinin en özel eylemlerinden birine dönüştü.

DİSK yönetiminin Taksim Atatürk Anıtı’na siyah çelenk bırakma eylemi sırasında, Türkiye genelinde yüz binlerce işçi iş durdurma eylemleri gerçekleştirdi. İşçi sınıfının eylemlere kitlesel ve aktif katılımı, Türkiye’deki birçok sektörde üretimin durmasına yol açtı. Aliağa ve İpraş Rafinerileri, Ereğli Demir Çelik, Türk Demir Döküm, Sungurlar, Pirelli, Goodyear, Tofaş, Renault, Profilo gibi onlarca fabrikada üretim durmuş, şalterler kapatılmıştı. Özellikle rafinerilerde üretimin durma noktasına gelmesi ile birlikte eylemlerin beşinci gününde akaryakıt sıkıntısı oldukça ciddi boyutlara ulaşmış; hükümet çareyi akaryakıt ithal etmekte aramaya başlamıştı.

Her yer, “MC’ye hayır” ve ‘’DGM’ye Hayır” sloganları ile dolup taşmıştı. Yüz binlerce işçinin katıldığı bu direnişe, uluslararası sendikalardan, demokratik kitle örgütlerinden büyük destek gelmişti. Türk-İş ise uzun süre yasaya karşı mücadele etme konusunda çekimser kalmış hatta DİSK’in eylem kararı sonrasında dönemin Türk-İş Başkanı Halil Tunç “Allende’nin ölüm gününde merasim düzenleyip yas tutanlar. Mao’ya ağıtlar yakıp genel yas ilan edenlerle Türk-İş elbette hiçbir konuda eylem birliği içinde olmaz.” ifadeleriyle ortak eylem çağrısını reddetmişti. Buna rağmen Türk-İş içerisinde yönetimleri sosyal demokrat eğilimli olan Yol-İş gibi sendikalar eylemlere güç bir şekilde destek vermişti.

DGM direnişine katıldığı için yüzlerce işçi işinden olmuştu; fakat işçileri işten atma korkutmamıştı. Polis ve jandarma ile yaşanan çatışmalar sırasında Yakup Keser isimli bir işçi hayatını kaybetmişti; ancak eylemler sırasında tutuklanarak cezaevine gönderilen 6 işçi 23 Ekim’de toplanan DİSK Genel Meclisine gönderdikleri telgrafta yazdıkları “…Bir Yakup ölmüş, bin Yakup var savaşacak. Bu olay ne ilktir, ne de son. İşçi sınıfımızın mücadele tarihinde bu gibi olaylar çoktur. Binlerce işçi kardeşimiz vurulmuş, işkencelere tâbi tutulmuş, ama hâkim sınıfların baskılarına rağmen sınıf mücadelesi durmadan ilerlemiştir.” ifadeleriyle kararlılıklarını vurgulamıştı.

İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Bursa, Antalya, Adana gibi büyük sanayi kentlerinde 16 Eylül’de başlayan grevler ve eylemler 21 Eylül’e kadar sürdü. Eylemlerin beklenmedik çapı DİSK yönetiminin sınırlarını da aşmıştı. Nitekim 18, 20 ve 21 Eylül tarihleri arasında yapılması planlanan Beşiktaş-Taksim arası sessiz matem yürüyüşleri iptal edilerek motorize eylemlere dönüştürüldü ve bu durum eylemlere katılımı sınırlandırdı. 

21 Eylül’de DİSK’in genel merkezi polislerce basıldı ve yöneticileri gözaltına alındı. Eylemlerin ardından 3000 işçi işlerinden atıldı ve kara listeye alındı. Aynı gün Kemal Türkler belediye işçilerinin çöp ve ulaşım sorununun çözülmesi adına işe dönmeleri çağrısında bulundu. DİSK yönetimi tarafından yaptıkları eylemlerin “bugün için tavır koyma hedefine ulaşmış olması” göz önüne alınarak durdurulması kararlaştırıldı. Bu karar üzerine ülke genelinde işçiler yeniden işlerine dönmeye başladılar. 

Eylemler ve grevlerin sonucu olarak DGM yasası meclisten geçirilemeyecekti. DGM’ler ancak 12 Eylül’ün ardından askeri dikta tarafından kurulacaktı. Ancak işçi sınıfının harekete geçtiğinde ve bir siyasal mücadele aracı olarak grev silahını çektiğinde nasıl büyük bir etki yaratabildiğini yasanın püskürtülmesinden anlayabiliriz.

Bugün de demokrasinin ve özgürlüklerin sahici bir savunusu ancak işçi sınıfının harekete geçmesiyle mümkündür.