1954 Dünya Kupası: Macaristan’ın Beklenmeyen Hüsranı – Fikret Seyhan
1954 Dünya Kupası’na hiç kuşkusuz Gusztav Sebes’in Puşkaşlı, Hidegkutili, Kocsisli Aranycsapat (Altın Takım) Macaristan’ı damgasını vurdu. Geçmişinde sendikacılık deneyimi de bulunan Sebes 1950lerin başında Avrupa’nın ve dünyanın futbol devleriyle boy ölçüşebilecek, taktiksel açıdan çığır açan bir takım inşa etmeyi başarmıştı. Sebes’in en önemli etkisi milli takımı adeta bir kulüp takımı devamlılığına ulaştırmayı başarmış olmasıydı. O döneme değin milli takımlarda gelenek en iyi futbolcuların takıma seçilmesiydi. Sebes ise her biri ayrı birer yıldız olan ama uyum konusunda sıkıntı yaşayabilecek futbolcular yerine, bir araya geldiklerinde takımı bir yıldıza dönüştürecek birbirini yakından tanıyan ve birbirinin eksiklerini özveriyle tamamlayan futbolcuları biraraya getirmeyi başardı. Puskas, Kocsis, Czibor, Grosics ve Bozsik Sebes’in Honvedinin omurgasıydı.
Macarlar, uzunca bir dönem siyasi ve ekonomik anlamda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun gölgede kalan halkıydı. Bu durum 20. yüzyılda özellikle futbol alanı için de devam etti. Avusturya Wunderteam (Harika Takım) ile Avrupa’yı domine ederken; Macaristan benzeri bir hakimiyet kurabilmek için 1950’leri beklemek zorunda kalmıştı. Futbol Taktikleri Tarihi kitabının yazarı Jonathan Wilson şunu dile getiriyor: “20. yüzyılın ilk yarısında hem futbol hem de siyasi açıdan Macaristan, Avusturya’nın gölgesinde kaldı… Düşünceleri, kaçınılmaz olarak Hugo Meisl ve Danubian Whirl’den etkilenmişti, ancak can alıcı nokta, düşünmekti. Viyana’da olduğu gibi Budapeşte’de de futbol entelektüel bir tartışma konusuydu.”
Sebes’in futbol üzerine düşünceleri etkisini bugün bile sürdürmeyi başaracak fikirlerin atasıydı. Macaristan’ın oynadığı futbol, total futbolun erken bir örneği olarak kabul ediliyordu. Takımın kalecisi Grosics, Sebes’in kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadelenin her yerde olduğu gibi futbol sahasında da cereyan edişini anlattığını aktarır. Sağ bek Jenő Buzánszky ise takım hücum ettiğinde defansında hücuma kalktığını, hücumla arasındaki boşlukların kapatıldığını ve böylelikle kaybedilen topların kolayca geri kazanıldığını belirtir. Bugün Guardiola, Klopp gibi futbol ekolü yaratan hocaların oyun mantığının temellerinde de bu tarzın izlerini bulmak mümkün.
Sebes’in takımında her futbolcu hemen her mevkide oynamayı başarabiliyordu. Böylece kafa karıştırıyor ve rakibi önlem alması zor durumlarla karşı karşıya bırakabiliyordu. Örneğin, en uçta gol atma görevini üstlenen 9 numaralar, Sebes’in oyununda derinde yerleşerek triquartista (ofansif orta saha da denebilir) rolünü üstlenirken sadece golcülüğüyle değil yaratıcılığıyla da ön plana çıkıyordu. Hidegkuti’yi bu takımın yıldızlarından biri yapan kendi yeteneği kadar Sebes’in taktiksel planlarında oynadığı bu özel roldü.
Bu takım 1950-1956 yılları arasında oynadığı 69 karşılaşmanın sadece birinden mağlubiyetle ayrılmıştı. 1950’lerin başında futboldaki bu yükseliş, Macaristan’da Moskova’nın baskısından rahatsız olan kesimler için önemli bir özgüven yaratıyordu. Aldıkları sadece bir yenilgi bu efsane takım için sonun başlangıcıydı.
FIFA’nın kuruluşunun 50. yıldönümü ve merkezinin Zürih’te bulunması vesilesiyle turnuvayı düzenleme hakkı İsviçre’ye verilmişti. İsviçre’ye giderken herkes Macaristan’ın dünya kupasını ülkelerine götüreceğine emin gibiydi. Macaristan 1953’te İngiltere’yi, İngiliz basını tarafından “Yüzyılın Maçı” adı verilen müsabakada 6-3 yenmiş ve İngiltere’yi ada dışından gelerek kendi ülkesinde yenen ilk takım olmuştu. Turnuvadan birkaç hafta önce ise bu kez Macaristan 7-1’le tarihi bir fark atmıştı. Kupaya da fırtına gibi girmişler G. Kore’yi 9-0, Batı Almanya’yı 8-3 yenmişlerdi. Çeyrek finalde 1950’nin kaybedeni Brezilya’yı Bern Savaşı adı verilen ve bu adı sonuna kadar hak eden bir maçın ardından, yarı finalde ise son şampiyon Uruguay’ı ezici bir şekilde elemişlerdi.
Finale geldiklerinde karşılarında Batı Almanya olacaktı. II. Dünya Savaşı’ndan ikiye bölünerek ayrılan Almanya’nın Batı yakası turnuvaya ilk kez katılıyordu. Nazi Almanyasında bir propaganda aracı haline gelen futbol savaşın altında kalan alanlardan birisi oldu. Birçok futbol takımı ve futbolcu, yönetici vs. Nazilerle ilişkisi nedeniyle yasaklandı. Ulusal lig ancak 1949’da tekrar başlama fırsatı bulabildi. Alman futbolunun ve milli takımın yeniden yapılandırılması ise kendisi de 1933 yılında Nazi Partisi’ne katılan Sepp Herberger’e düştü. Takımın yıldızlarından biri olan Fritz Walter de savaşın ardından tabiri caizse direkten dönmüştü. 1942 yılında askere çağrıldı ve esir düştü. Sibirya’ya sürülmek üzereyken, tesadüfen Ukrayna’da kampta yapılan bir futbol maçı hayatını kurtardı. Gardiyanlardan biri onu tanıdı ve onun Avusturyalı olduğunu söyleyerek kurtulmasına aracılık etti.
Almanya, Macaristan’a göre finale daha rahat gelmişti. Macaristan ise özellikle oldukça sert geçen Brezilya ve Uruguay maçlarında oldukça yıpranmıştı. Takımın yıldızı Puskas final maçına sakat sakat çıkmak zorunda kalacaktı. Finalde 1950 yılında gerçekleşen Maracanazo’nun Macar versiyonu gerçekleşti. Maça kendisinden beklenildiği üzere fırtına gibi giren Macaristan daha 6. dakikada sakat olmasına rağmen sahaya çıkan Puşkaş’ın ve 8. dakikada Czibor’un golüyle 2-0 öne geçti. Ancak doksan dakika sona erdiğinde tabela dünya şampiyonluğunun Almanya’ya gidişini haber veriyordu. Dört yıllık aradan sonra tüm dünyanın şampiyonluk beklediği bir takım daha hayal kırıklığı yaratmıştı. Almanlar ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra neredeyse ilk kez ulusça böyle bir mutluluk tadıyordu. Maç halen Bern Mucizesi adıyla hatırlanır. Beckenbauer şunu söyler: “Savaş sonrası yılların sefaletinde büyüyen herkes için Bern olağanüstü bir ilham kaynağıydı. Bütün ülke özgüvenini yeniden kazandı.”
Altın Takım ise bu yenilgiyle dağılma aşamasına geldi. Futbolcular Macaristan’da yoğun protestolarla karşılandı. Sebes ve kaleci Grosics başta olmak üzere takımın yıldızları toplumun olduğu kadar devletin de hedefi haline geldiler. Takımın kalecisi Grosics zaten 1949 yılında Macaristan’dan kaçmaya çalışırken yakalanmış ve casusluk suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Milli takımdan da 1952 yılına kadar yasaklanmıştı. Onun suçlanması rejim için bir nevi eşyanın tabiatı gereğiydi. Grosics Tatabanya adı verilen bir maden kasabasına sürgün edildi ve 1956 yılına kadar orada kaldı. Sebes ise sakat olmasına rağmen Puskas’ı oynatmakla suçlandı. Ancak ona bu konuda Spor Bakanı yoğun bir baskı kurmuştu. Eleştirilere ve suçlamalara rağmen Sebes iki yıl daha takımı yönetti; 1956’da Belçika maçında aldığı bir yenilgi ve iktidarın da devrilmesiyle kendini sanık sandalyesinde buldu; halk düşmanı olmakla itham edildi.
Son olarak Puskas’a özel bir parantez açmakta fayda var. Macaristan’ın yıldızı tartışmasız o dönemde Avrupa’nın en iyi solağı olan Ferenc Puskas’tı. Puskas futbola babasının koçluğunu yaptığı Budapeşte kulübü Kispest’te başlamıştı. Ancak Komünist Parti, kulübü 1948’de ordunun bir takımına dönüştürürken adını da Honved (Anavatanın savunucuları anlamına geliyordu.) olarak değiştirdi. Takıma katılanlar askerlikten muaf tutularak ve yurt dışından getirdikleri kaçak mallara göz yumularak ödüllendiriliyordu.
“Süvari Binbaşı” rütbeli Puskas 1956 yılına kadar Honved’de oynadı. Onun kaderini değiştiren SSCB’nin 1956 yılında Macaristan’da patlak veren ayaklanmayı tanklarla ezmesi oldu. Birçok Macar futbolcu gibi Puskas’ta bu olayın ardından Macaristan’ı terk etti. Kulübü Honved’in Avrupa Kupası maçı için gittikleri deplasmandan geri dönmedi. Avusturya Puskas’a kapılarını açarken, tam da en iyi zamanlarını geride bıraktığını düşündüğü bir zamanda, 30 yaşında Real Madrid’e transfer oldu. Puskas efsanesini yaratan Altın Takım dönemi kadar, oynadığı süre boyunca Alfredo Di Stefano’yla ölümcül bir ikili oluşturdukları ve birlikte 6 La Liga, 2 Şampiyon Kulüpler Kupası kazandıkları Real Madrid dönemidir. Hatta burada kazandığı başarılar sonrasında 1962 Dünya Kupası’nda İspanya milli takımında oynamaya davet edilir.
*****
Türkiye Dünya Kupası’na Franco’nun İspanyası ile oynadıkları eleme maçlarının ardından katılma hakkını kazandı. İspanya ile oynanan ilk maçta Türkiye 4-1 kaybederken, rövanş 1-1 beraberlikle sona ermişti. İki takım kural gereği üçüncü maçta karşı karşıya geldiler ve sonuç yine beraberlik oldu. Kazanan kurayla belirlendi ve Türkiye dünya kupasına katılmaya hak kazandı. Dünya Kupasını düzenleyen FIFA için Türkiye sürpriz bir konuktu. Turnuvada Türkiye forması giyen Şükrü Ersoy İsviçre’ye gittiklerinde karşılaştıkları manzarayı şöyle aktarıyordu: “Biz çıkınca birbirimize girdik tabii, muazzam bir hadise. Ama İsviçre’ye gidince olayın kıymetini anladık, daha da heyecanlandık, çünkü her şey İspanya’ya göre hazırlanmıştı. Bütün tabelalarda falan hep İspanya yazıyor. Sonra üstünü çizmişler. Türkiye yazmışlar.”
*****
1954 televizyonda ilk kez yayınlanan dünya kupasıydı. Ticarileşme kendisini birçok alanda gösteriyordu: Adidas ayakkabılar ilk kez Almanya milli takımının ayağında sahaya çıkıyordu. Dünya kupaları 1954’ün ardından hem stadyum dışındaki seyircilerin hem de büyük şirketlerin radarına daha fazla takılmaya başlayacaktı.