15'lerden Bize Kalan – Emre Güntekin

15'lerden Bize Kalan – Emre Güntekin

25 Ocak, 2014

“Karadeniz

15 kere açtı göğsünü

15 kere örtündü

15’lerin hepsi

Birer komünist gibi öldü.”

Türkiye’de Bolşevik geleneğin ilk tohumunu atan Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı 28 Ocak 1921’de Karadeniz sularında bizce sebepleri çok açık, tarihçiler açısından tartışmalı bir şekilde katledildi. Türkiye’de sayısız devrimcinin kanını bu topraklara akıtan katliamcı gelenekle, 15’ler henüz yeni cumhuriyetin emekleme evresinde tanıştılar. Bir nevi gelecekte yeni kurulan burjuva cumhuriyetin neye benzeyeceğinin ilk işareti oldular.

Mustafa Suphi: İttihatçılıktan Bolşevizme Uzanan Bir Yaşam

Mustafa Suphi 1883 yılında Giresun’da dünyaya gelir. Babasının memuriyeti nedeniyle küçük yaşlardan itibaren birçok farklı bölgede yaşamak zorunda kalır. İlköğretim ve lise hayatı Kudüs, Şam ve Erzurum’da geçer. İstanbul Hukuk Mektebi’nde 1906 yılında noktalanan üniversite dönemi, Paris’te Siyasi İlimler Okulu’nda (I’Ecole libre des Sciences Politiques) 1910 yılına kadar devam eder.

Paris’te geçirdiği süre zarfında sosyalist fikirler Mustafa Suphi’nin düşüncelerini değiştirmeye başladı. Ancak bu dönüşüm henüz çok başındadır. Zira Paris’ten dönen Mustafa Suphi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakınlaşır. İTC ile yakınlığı çok kısa sürer. 1912 yılında İTC’den ayrılmasının ardından, Türkçü-Turancı fikirler üzerinden politika yürüten Milli Meşrutiyet Fırkası’na katılır ve fırkanın gazetesi İfham’da yazılar yazmaya başlar. İTC’nin 1913 yılında Bab-ı Ali Baskını’nın ardından yönetime mutlak olarak el koyması ve otoriterleşmesiyle birlikte muhalif kesimler üzerinde büyük bir taarruz yürütülürken, Mustafa Suphi’de bundan nasibini alır. İfham’da yazdığı bir yazı Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesiyle ilişkilendirilir ve bu bağlantı sonucunda Sinop’a sürgüne gönderilir. Sinop’tan 7-8 arkadaşıyla birlikte bir balıkçı teknesine atlayarak Karadeniz üzerinden Kırım’a kaçar.

Mustafa Suphi’nin Çarlık Rusya’sına kaçışının zamanlaması onun sonraki yaşamında önemli bir dönüm noktasına denk düşer. Osmanlı’ya karşı savaşan ülkeler arasında yer alan Çarlık Rusya Türklere sürgün yolunu gösterirken, Mustafa Suphi’de aynı kaderi paylaşarak Kaluga kentine sürülür. Bu sürgünü sırasında özellikle Bolşevizm’den etkilenme süreci başlar.

Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Mustafa Suphi’nin düşünceleri arasında paralellik bulmak zor olacaktır. Neredeyse bütün Marksistler gibi, Suphi’nin de ideolojik ve politik yönelimi mücadeleyle geçen yılların etkileriyle evrimleşir, olaylar ve özneler onu Bolşevizm’le yeni bir kimlik kazanmaya doğru iter. Savaş öncesi yurtseverlikle Turancılık, Ekim Devrimi’yle birlikte askeri ve politik örgütleyici, enternasyonalist bir devrimci… Okulunda Ruslar dışında sayısız yabancı ismi komünist davaya kazandıran devrimin en önemli öğrencilerinden birisi olan Mustafa Suphi’nin dönüşümünün özeti budur.

Bolşevizm’den sadece fikirsel olarak değil, pratik anlamda da beslenir. Devrimden sonra Türkleri Bolşevizm saflarına kazanmak amacıyla arkadaşlarıyla Moskova’da Yeni Dünya gazetesini çıkarır. Bu dönemki çalışmaları etkisini asıl olarak onun mücadeleyi Anadolu’ya taşımaya çabaladığı dönemde gösterecektir.

Özellikle Çarlık despotizmi altında yaşayan Türk ve Müslüman halklarının devrimin ardından başlayan iç savaşta Kızılordu saflarında örgütlenmesinde Sultan Galiyev ile birlikte doğrudan sorumluluk alır.

III. Enternasyonal ve Mustafa Suphi

Mustafa Suphi’nin yaşamını aktarırken olmazsa eksiklik yaratacak pek çok önemli olay söz konusu. Bunlardan belki ayrıntılı bahsedemiyoruz, ancak Suphi’nin asıl olarak özel kılan ve odaklanılması gereken yönü onun Ekim Devrimi’nin ardından gelişen devrimler zinciri sürecine Türkiye’yi de bir halka olarak eklemek amacıyla, kendi sonunu dahi göze alması gereken bir sürecin yaratıcısı olmasıdır. Çünkü Türkiye devrimci hareketinde kendisinden sonra gelen önderlerin tahrifatından en çok etkilenen yönü budur. Mustafa Suphi herkesçe bir önder olarak anılır, partilerinin kurucusu olarak yad edilir; ama Devrimci Marksistler dışında çok az kişi onun enternasyonalist bir devrimci, dünya devrimine adanmış bir ömür olduğundan bahseder.

Mustafa Suphi Mart 1919’da Komintern’in Birinci Kongresi’nde Türkiye delegesi olarak yer aldı. Her enternasyonalin karakteri aslında içinden geçilen dönemin bir yansımasıdır. Komintern, Ekim Devrimi’nin ardından Stalinist bürokrasi eliyle tahrif edilene ve işlevsizleştirilene kadar dünya devriminin bir silahı olmuştur.

Öte yandan Bolşevizm artık sadece Rusya’ya özgü bir örgütlenme ve devrimci mücadele geleneği olmaktan çıkmış ve tüm dünyada komünist hareketin örnek aldığı bir akım oluşturmuştu.

Mustafa Suphi’nin Komintern içerisinde yer alma sebebi sadece Rusya’da yürüttüğü mücadele ile Türkler arasında tanınmış bir komünist olması değil, dünya devriminin gerekliliğine güçlü bir şekilde inanmasıdır. Enternasyonalin Birinci Kongresi’nde yaptığı konuşmada bu güçlü inanışın izlerini bulmak mümkündür:

“Biz, Türk devrimcileri derinden inanıyoruz ki, Doğu’daki devrim sadece Doğu’yu Avrupa emperyalizminden kurtarmak için değil, aynı zamanda Rus devrimine destek olmak için de zorunludur.”

“Yoldaşlar, çok açıktır ki Fransız-İngiliz kapitalizminin başı Avrupa’da olsa da, gövdesi Asya’nın verimli topraklarındadır. Biz Türk sosyalistleri için önemli ve birinci görev, Doğu’daki kapitalizmin kökünü kazımaktır. Ancak bu yolla Fransız-İngiliz üretimini hammaddeden yoksun bırakabiliriz. Türkiye, İran, Hindistan ve Çin, Fransız-İngiliz endüstrisine kapılarını kapayarak, onu Avrupa borsalarına akma imkânından yoksun bırakacak, böylece iktidarın proletaryanın eline geçmesi ve sosyalist düzenin yerleşmesiyle sonuçlanacak, eli kulağında bir bunalıma yol açacaklardır… Bütün bunlar bizlere dünya devriminin gelecek safhasında Türk proletaryasının önemli bir yer işgal edeceğini gösteriyor. Eminiz ki Türk proletaryası dünya sosyal devrimine dayanak olmak ve onu ilerletmek için bütün gücünü kullanacaktır.”

Bu konuşma Mustafa Suphi’nin o dönem Anadolu’da var olan sosyalistlere göre Marksizm kavrayışının ne denli ileri olduğunu gösterir. Almanya, Macaristan ve İtalya gibi ülkelerde gelişen devrimler Batı emperyalizmini adeta kötürüm bırakmış ve dünya devriminin somut bir alternatif haline gelebileceğini göstermişti. Mustafa Suphi bu konuşmasında devrim mücadelesinde Doğu ile Batı arasında nasıl ayrılmaz bir ilişki olduğunu ve kapitalizmin kaderinin nasıl çizileceğine en az Batı kadar Doğu’nun da katkı yapabileceğini gösterir. Bunun için yapılması gereken Doğu’da da Rusya ve Batı ülkelerindekine benzer şekilde komünist öncüler örgütlemektir: “…Doğu halkları arasında devrimci ocakların kurulması III. Enternasyonal’in acil görevi olmalıdır.”

Mustafa Suphi hem Rus Devrimi’nin yalnızlığının önüne geçmek hem de Batı’da yükselen devrimci sürece Türkiye topraklarından da yanıt vermek için harekete geçti. İç savaş sürecinde de her fırsatta Anadolu ile bağlar geliştirmeye ve buraya hem propaganda faaliyeti örgütleyecek komünistleri hem de çıkardığı komünist yayınları gönderdi.

Savaş sırasında, Komünist Enternasyonal Kongresi’nde yaptığı konuşmada belirttiği gibi özellikle Kızılordu saflarında savaşan Türklerle yakın ilişkiler kurdu. Türkistan’da Türkler’den oluşan bir Kızılordu birliği örgütledi.

Bu dolaylı faaliyetlerin ardından, Suphi’nin Anadolu topraklarıyla doğrudan ilişkiye geçişi Bakü’de Sovyet yönetiminin oluşmasıyla daha da kolaylaşmıştı. Bakü’de Yeni Dünya gazetesini yeniden çıkarmaya ve Anadolu’ya göndermeye başladı. Özellikle Karadeniz kıyılarında taraftar kitlesi genişlemeye başladı.

Mustafa Suphi’nin Rusya’daki iç savaşta Türklerle geliştirdiği ilişkileri ilerleterek Türk Kızılordusu’nu örgütledi. Propagandanın ötesine geçen ve askeri bir güç haline dönüşen örgütlenme Ankara’nın da dikkatini çekecekti.

Bu dönemde Batı’da yükselen devrimci süreç Almanya ve Macaristan’da devrimlerin ezilmesiyle birlikte gerilemişti. Komintern’in İkinci Kongresi 23 Temmuz-7 Ağustos 1920’de bu atmosferde toplanmıştı. Batı’daki hayal kırıklığının ardından gözler Doğu halklarının emperyalizme karşı verdiği ulusal kurtuluş mücadelelerine çevrilmişti ve Kongre’de Doğu halklarının temsilcilerini biraraya getirecek bir kurultay örgütlenmesi kararlaştırılmıştı.

Doğu Halkları Kurultay’ı 1 Eylül 1920’de Bakü’de toplandı. Doğu halklarını temsilen Bakü’ye gelen 2000’e yakın delege sosyalist mücadelenin araç ve yöntemlerini, programını tartışacaktı.

Kongrenin önemli yanlarından birisi devrimi Türkiye topraklarına taşıyacak araç olan TKP’nin kuruluşu olmuştur. 10 Eylül 1920’de 74 delegenin katılımıyla Birinci ve Umumi Türk Komünistleri Kongresi toplandı ve TKP’nin kuruluş kongresi gerçekleştirildi. Kurulan partinin başkanlığına Mustafa Suphi, genel sekreterliğine kendisi de Karadeniz sularında aynı sonu paylaşacak olan Ethem Nejat getirildi.

Yeni TKP Anadolu’da var olan üç ana eğilimi kendi bünyesinde birleştirdi: Mustafa Suphi ve yoldaşlarına, İstanbul TKP olarak anılan Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, BMM içerisinde yer alan Anadolu TKP’de katıldı.

Rejimin Mustafa Suphi Korkusunun Kaynağı

Resmi tarih anlatımında Anadolu’nun kurtuluşu peygambervari bir şekilde ulusal mücadelenin başına geçen Mustafa Kemal ve hareketi dışında, başka ne bir siyasal akıma ne de herhangi bir politik örgütlülüğe rastlamak mümkündür. Kitleler yüce başkumandanı izleyen, etkisiz, edilgen nesnelerdir ve herhangi bir şekilde dünyada gelişen olaylar onları etkilemez.

Hâlbuki Ekim Devrimi’nin bu mücadele üzerindeki etkisi hiç kimsenin üzerinden atlayamayacağı bir gerçektir. Bu etki o kadar güçlüdür ki Mustafa Kemal’in yükselen devrimci dalgadan ürkmesine ve bunu dizginleyebilmek için resmi bir komünist parti örgütlemesine bile neden olmuştur. 18 Ekim 1920’de kurulan resmi TKP ancak 3 ay yaşama şansı bulabilmiştir.

Yine de Ankara’daki Kemalist iktidarın sosyalizm cereyanına kökünden kazıyabildiğini söylemek zordur. Orduda kılık kıyafetten tutun, yoldaş hitabına kadar her alanda Ekim Devrimi’nin etkisi hissedilir. İşçi ve emekçi sınıflar İstanbul, Zonguldak, İzmir gibi işçi kentlerinde hak talebiyle grevleri, sokak eylemlerini yükseltirler ki daha 10 yıl öncesine kadar aynı işçi sınıfı Abdülhamid’in 32 yıllık İstibdatını yıkan 1908 Devrimi’nin gerçekleşmesinde başroldedir. Mecliste 1920’de yapılan konuşmalarda mebuslar arasında“Daha ne bekliyoruz? Neden komünizm ilan edip de halkımıza yeni bir ruh, yeni bir heyecan aşılamıyoruz?” söylemlerinin yaygınlığı bilinmektedir. Mustafa Kemal’in iktidarına en ciddi tehlikeyi yaratan Çerkez Ethem önderliğindeki Yeşil Ordu Cemiyeti’nin çıkardığı Seyyare-i Yeni Dünya gazetesinin bile kendisini İslam Bolşevizm Gazetesi olarak tanımlayacak kadar rüzgârın soldan estiği bir dönemdir.
Bu rüzgârdan etkilenenlerin yanında, Ankara’daki Kemalist iktidar ölüm-kalım savaşında en önemli desteği genç Sovyet Cumhuriyeti’nden bulabilmiştir. İktidar bir yandan muhaliflere basınç oluştururken, diğer yandan destek karşılığında Anadolu topraklarında komünist faaliyete müsamaha tanıyacağını taahhüt ediyordu. Ancak kendi kurduğu oyuncak TKP’ye bile üç ay dayanabilen Kemalist rejimin, tarihsel bir iddia uğruna ortaya çıkan bu devrimci TKP’ye dayanabilmesi tarihin akışına aykırıydı.
Doğu Halklarının Ulusal Kurtuluş Hareketlerine Verilen Destek
Komintern’in ilk dört kongresinde izlenen politika ulusal kurtuluş hareketlerine desteği içermekle birlikte, bu burjuva iktidarlara alternatif bir işçi-emekçi iktidarının kurulması açısından bir gereklilik olarak öne çıkıyordu. Komintern’in İkinci Kongresi’nde Sömürgeler Üzerine Tezler’de alınan kararlardan biri şu şekildeydi:
“Komünist Enternasyonal, sömürge ve geri ülkelerde devrimci hareketleri, yalnızca, geleceğin ismen değil gerçekten komünist olacak proletarya partilerinin unsurlarını bir araya getirmek ve özel görevlerini, yani kendi ulusları içinde burjuva-demokratik harekete karşı mücadele görevlerini kavramaları için eğitmek koşuluyla desteklemelidir. Komünist Enternasyonal, sömürge ve geri ülkelerde devrimci hareketlerle geçici ilişkilere girmeli ve ittifak yapmalıdır ama hiçbir zaman bunlarla kaynaşmamalı ve proletarya hareketinin bağımsızlığını, embriyo biçiminde bile olsa, her koşulda korumalıdır.”
Mustafa Suphi’nin izlediği politikada bu yöndeydi. Suphi Ankara’da oluşan BMM’yi “sırf burjuvalardan ve safi zorbalardan oluşan” bir meclis olarak tanımlarken, Mustafa Kemal ve onun öncülüğünde gelişen ulusal kurtuluş hareketi hakkında yanılsamalara yer bırakmıyordu.
Benzeri bir sınıfsal nefreti Mustafa Kemal’in de Mustafa Suphi ve yoldaşları hakkında paylaştığına kuşku yok. 22 Ocak 1921’de, yani Mustafa Suphi ve yoldaşları 28 Ocak 1921’de katledilmeden bir hafta kadar önce meclis kürsüsünde şunları ifade ediyordu: “…İşte bu serseriler … Türkiye Komünist Fırkası diye bir fırka teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır. Bunlar (…) kendilerine para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova’daki prensip sahiplerine yaranmak için birtakım teşebbüsatı serseriyanede bulunmuşlardır… Bu suretle memleketimize, milletimize hariçten komünizm cereyanı sokulmaya başlanmıştır…”
Bu sözlerin ardından Türkiye’de Devrimci Marksizm’in ilk ve en önemli temsilcilerinin katledilmesinin arkasında ne olduğunu dair yapılacak akademik tartışmalar teferruattan ibarettir. Açık olan bir şey var ki, burjuva rejim tarihsel düşmanına ne pahasına olursa olsun yaşam alanı tanımak istememiştir. Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunda biliniyor ki en büyük savaş ne Rumlara ne de İngilizlere karşı verilmiştir. Asıl savaş içerideki düşmana Kürtlere, gayrimüslimlere, devrimcilere, muhaliflere karşı verilmiştir. 15’lerde bu karanlık dönemde açılan ilk kanlı sayfa olmuştur.

KATEGORİLER
ETİKETLER