1 Mayıs’ın Ardından: Sendikalara ve Geleceğe Dair Bir Değerlendirme – Emre Güntekin

1 Mayıs’ın Ardından: Sendikalara ve Geleceğe Dair Bir Değerlendirme – Emre Güntekin

1 Mayıs geride kaldı. Ancak 1 Mayıs’ta, özellikle Saraçhane’de ortaya çıkan tablo emek hareketinin bileşenleri üzerine bir değerlendirme yapmayı zorunlu kılıyor. 

Yine her yıl olduğu gibi 1 Mayıs tartışmalarının merkezinde Taksim bulunuyordu. 1 Mayıs’tan çok uzun süre önce başlayan Taksim tartışmaları DİSK ve KESK gibi konfederasyonlar için mevcut zafiyetlerinin üzerini örtecek, 1 Mayıs’ı emeğin acil talepleri etrafında örgütleyecek bir yoğunluktan kaçınmanın aracı haline geldi. Hemen her yıl aynı döngüyü yaşıyoruz: 1 Mayıs yaklaşırken ortaya Taksim meselesi atılır; DİSK ağaları yüksek perdeden atıp tutar, o gün geldiğinde ağaların şovunu izlerdik. Bu kez o bile olmadı. DİSK bürokrasisi, Saraçhane’de bunu yapmaya bile tenezzül etmedi. 

Oysaki iktidar emeğe ciddi saldırıları yaşama geçirmeye başladı. Yıllardır zaten yoksullaşan emekçiler, Şimşek programının uygulanmaya başlanmasıyla birlikte sırada hangi haklarının gasp edilmek isteneceğini bekler haldeler. Bu ortamda, hayatın normal akışı 1 Mayıs’ın kapsamlı bir emek seferberliğine dönüştürülmesini gerektirirdi. Bunu elbette mevcut DİSK yönetiminden beklemek gerçekçi olmayabilir.

Ancak böylesine devasa kaynaklara sahip sendikaların Taksim hedefini de bir kenara bırakmadan daha derli toplu bir plan yapması beklenirdi. Emekçilere, emeklilere, gençlere, kadınlara kısacası toplumun mevcut düzenle çelişkileri yoğunlaşan unsurlarına kitlesel bir gövde gösterisi yapmak üzere çağrı yapılabilirdi. Sendikalar bunun yerine tartışmayı salt Taksim’in açılıp açılmayacağı üzerine yoğunlaştırarak 1 Mayıs’ta emekçilerin taleplerinin geri planda kalmasına da sebep oldular.

Üstelik daha bir ay kadar önce gerçekleşen seçimlerde iktidar büyük bir bozgun yaşayıp afallamışken ve de toplumsal muhalefet bir özgüven yakalamışken…

Elbette bunlar bizim dünyamıza ait senaryolar. Belli ki DİSK bürokratları 1 Mayıs’ta Taksim yolunu açmak için işçi sınıfının gücü yerine CHP öncülüğünde iktidar kanadıyla yapılacak müzakerelere, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu gibi isimlerin Saraçhane’de boy göstermelerine bel bağladı. Hem de elimizde kapı gibi AYM kararı vardı, iktidar bu saatten sonra Taksim’i nasıl kapatsındı?

1 Mayıs günü yaşananlar DİSK ve onun ardına takılan KESK bürokrasileri için tam bir fecaat oldu. Öncelikle DİSK, KESK ve tertip komitesinin diğer bileşenlerinin, iktidarın Taksim yolunu olanca polis gücüyle kapatacağı ortadayken, bu durumu emekçilerin lehine değiştirebilecek tek bir alternatif yönteme bile sahip olmadığı kabak gibi ortaya çıktı. Arzu Çerkezoğlu ve beraberindeki DİSK bürokratları Özgür Özel ile poz verdikten sonra, uzunca bir süredir yaptıkları Taksim çağrısını bir yana bırakarak alandan adeta yok oldular. 

Tertip komitesinin bir diğer bileşeni olan KESK ise onlarca yıldır oluşan “mücadeleci” KESK imgesine yakışmayacak ve tabanında Taksim için direnmeye istekli kadrolarını da yüzüstü bırakacak şekilde sessizce DİSK’in peşine takıldı. Hal böyleyken Saraçhane’deki Taksim iddiasını sahiplenmek devrimci gruplara ve tertip komitesinin alanı terk ediyoruz çağrısına kulak asmayarak alanda bekleyen emekçilere kaldı. İktidar için de bu elverişli bir fırsat yarattı: Neticede Bozdoğan Kemeri önünde barikata yüklenenlere “muhalif” görünümlü gazeteciler korosunun da katılımıyla “marjinal gruplar” yaftası yapıştırıldı; sonrasında yapılacak operasyonlara zemin hazırlandı. Sonuç olarak onlarca kişi evleri basılarak gözaltına alındı; 49 kişi tutuklandı. Bu tablo baştan aşağı, alana Taksim iddiasıyla çağrı yapıp sonrasında alanı kaçarcasına terk eden sendikalara yazar.

Sendikal Bürokrasilerin Aşılması Nasıl Mümkün?

1 Mayıs’ta yaşananlar bize mevcut sendikal bürokrasilerin, emekçilere yönelecek kapsamlı saldırılara karşı etkili bir mücadele yürütmekten aciz olduğunu da gösterdi. İlk barikatta geri adım atıp, taşıdığı kitleyi devlet şiddetiyle baş başa bırakanlara sınıf mücadelesinin hiç bir dönemecinde güvenilmeyeceği açık. Bu mevcut sınıf mücadelesi açısından önemli bir soruna işaret ediyor. 

Önümüzde iki seçenek bulunuyor: İlk olarak DİSK ve KESK gibi aktörler içerisinde mücadeleci unsurların öne çıkması için mücadele vermek. Elbette bu konfederasyonların yönetimleri Türkiye sol hareketinin ve CHP, DEM Parti gibi yüksek siyaset sahnesinden aktörlerin al gülüm ver gülüm ilişkileriyle şekilleniyor. 

Ancak ne 1 Mayıs’taki fiyasko ne de bu sendikaları elinde tutan bürokrasinin çürümesi bu sendikaları yok saymamız için yeterli değildir. Tepe noktalarındaki yozlaşmışlığa rağmen tabanda mücadeleye dönük unsurların halen var olduğu unutulmamalıdır. Bu sendikalarda mevcut statükoları parçalamak için tabandaki mevcut yönetim anlayışlarından hoşnutsuz unsurların bağımsız bir inisiyatif geliştirmesine ve elbette sınıf mücadelesinin itici gücüne ihtiyaç var. Bu tarz gericilik dönemlerinde sendikal bürokrasiyi aşabilmenin kestirme bir yolu yok! 

Bir ikincisi sosyalistler olarak bize düşen görev sınıf mücadelesinde öncü rol üstlenebilecek işçi katmanlarını örgütleyip yetiştirecek bağımsız, devrimci sınıf örgütlenmelerini inşa etmektir. Bu aynı zamanda Lenin’in bize miras bıraktığı Bolşevik parti modelinin ana damarını oluşturmak anlamına gelecektir.

Sınıf mücadelesi adına keskin bir dönemeç yaklaşıyor. İktidarın emeğin haklarına yönelik pervasız saldırıları karşısında her zamankinden daha fazla enerjiye ihtiyacımız olacak. Şimdi bunu örgütlemenin zamanıdır!