Sosyalizm Kazanacak!
/ Kültür-Sanat / Yarın Bizimdir Yoldaşlar

Yarın Bizimdir Yoldaşlar

on 13 Eylül 2014 - 00:55 Kategori: Kültür-Sanat

 

(01.07.10)

Bırakın dünyadaki bütün inançların rahipleri dünya ötesindeki cenneti anlatadursunlar. Biz, insan için cenneti yeryüzünde inşa edeceğiz.
Lev Troçki

Portekiz’de 1910 yılında monarşinin yıkılmasından sonra ilan edilen cumhuriyet, o dönemde kapitalist gelişimi ağır bir gelişme gösteren ülkede sınıflar arası çelişkiyi daha belirgin hale getirmiş; mücadele, işçi sınıfıyla birlikte büyüyordu. Ancak 1926 yılında gelen darbe sınıf mücadelesini bitirmeyi amaçlıyordu. Bu tarihten itibaren Portekiz emekçileri için zor günler başlayacaktı.1932 yılında darbeci hükümetin maliye bakanı Salazar, 50 yıllık bir diktatörlük ilan edecekti. Burjuvazi artık istediği her şeyi elde edebileceğini düşündüğü bir döneme girmişti. Köylüler yüksek vergilerle, el konulan ürünlerle mücadelede ederken küçük toprak sahipleri hızla işçileşiyor; işçiler ise neredeyse bedava iş gücü olarak kullanılıyordu.  Açlık ve yoksulluğun kol gezdiği oranda mücadelenin zemini de kuvvetleniyordu. Salazar diktatörlüğü kendisini artık o kadar da güvende hissetmiyordu. Çünkü hayatın diyalektiği sömürünün olduğu yerde –örgütlülük olduğu takdirde- beraberinde isyanı da getiriyordu. İşte, Yarın Bizimdir Yoldaşlar romanı tam bu dönemde örgütlenmeye çalışan komünistlerin kırsal bir alandaki mücadelelerini anlatıyor.
Devrimciler, bir yandan işçileşen, ırgatlaşan köylülere mücadele aşılamaya kalkarken diğer yandan bölgedeki fabrikalarda sınıfı hareketlendirmeye çalışıyorlar. Düşük ücretler, örgütsüzlük, yoksulluk üçgeninde kısılıp kalmış işçi sınıfı örgüt çalışmalarıyla beraber canlanmaya başlar. Örgütün militanları zor şartlar altında mücadele etmektedirler; bir yandan partinin hem legal hem illegal faaliyetleri diğer yandan da baskı koşulları işçi sınıfının örgütlenmesi yolunda uzun ve sabırlı bir çabayı gerektirmektedir.

Roman, dünyanın her yerinde sınıf savaşımları sona erip komünist bir dünya kurulana kadar devam edecek bu savaşımı öylesine mücadelenin ta en orta yerinden, öylesine yapmacıksız ve doğal anlatıyor ki, salt ajitatif amaç taşıyan pek çok eserden üslubunun başarısı yönüyle dahi açık ara ileride duruyor. Örneğin parti içerisindeki bireylerin gelgitleri, bocalayışları; legal alandan yeraltına çekilen militanların ailelerine duydukları özlemleri; hataları-doğrularıyla nihayetinde birer devrimci olarak mücadeleyi zor zamanda omuzlayışlarına tanık oluyoruz. Yazar, benzeri romanlardaki duygusuz ve mekanik devrimci anlatışının çok uzağında bir anlatımla tüm zaaflarına, zayıflıklarına ve hatalarına rağmen asıl olanın, toparlayıcı olanın örgüt olduğu sonucuna ulaştırıyor okuyucuyu.

Yoldaşlık ilişkilerinin düzeyini, örgütsel ahlakı, merkeziyetçi tutumu ve örgüt içerisindeki eleştiri-özeleştiri süreçlerini de romana ustaca yediren yazar örgütlü mücadeleye inanan herkese çok ciddi ipuçları veriyor ve mücadeleyi devrime giden yolda her doğru tutumun geleceğe bir yatırım olduğu gerçeğini çok somut ifadelerle zihinlere kazımayı başarıyor. Kitaptan bir paragraf;

“…Parti başlı başına bir amaç değildi. Eğer parti örgütleri halkın temel gereksinimlerini bilmiyorsa, bu örgütler kitlelerden kopuk ise, onları aydınlatmıyor ve onlara yön vermiyorsa, eğer örgütlenme savaşımı yürütme biçimleri bulmayı beceremiyorlarsa neye yarıyordu parti gerçekten?… Eğer örgüt parti içine kapanmış biçimde, partiyi kendileriyle sınırlandırarak yaşıyorlarsa, her şeyin iyi düzenlenmiş olması, her şeyin yerli yerinde bulunması, her şeyin şemaya uyması fazla bir yarar sağlamıyordu. Hayır, partinin görevi bu değildi!”

Parti militanları özverili bir çalışmayı emek emek örerken yayınların dağıtımı, para temini, işçi ve köy komitelerinin oluşturulması; günlük taleplerle mücadele deneyimlerinin artmasının yanında kitlelerin partiye güvenini sağlamak süreçleriyle genel grev ilanına kadar olan süreç romanın geçtiği zaman dilimi. Ve bu zaman dilimi öylesine büyük bir harekete gebe olmasına rağmen örgüt içerisinde örgütsüz davranmanın, ortak alınan kararların baltalanmasıyla genel grev parti için devamı işkencehanelerde süren bir hikaye halini alıyor. Yerel örgütün tespit edilen üyelerinin kimi öldürülüyor, kimi işkencede pes ediyor, kimi ise dışarıda kalmayı başarıyor. Ancak bunlar partiyi zayıflatmıyor. Çünkü parti, grevin ve öncesinin örgütlenme sürecinde kitlelerle bağını güçlü ve doğru yöntemlerle kurmuş ki bireylerden oluşan ancak bireyler üstü bu mekanizma ayakta duruyor ve daha da güçleniyor.
Mücadele konusunda güvensiz olanlar mücadelenin daha da içine sokuluyor, pes etmeyenler daha güçlü olarak çıkıyor süreçten. Kurulan doğru komşuluk ilişkileri bile partinin en önemli militanlarından birinin tutuklanmamasını sağlıyor. Yoğun çalışma temposu içerisinde zayıf düşüp verem olacak kadar inanan bu militanların omuzlarında her şey kaldığı yerden devam ediyor. Rejim ‘herkesi cezalandırma isteğiyle binlerce insanı yakalayıp yüz binlerce insanı kamyonlarla başkente taşısa da’ baskılar partinin saflarının daha da sıklaşmasına, üye sayısının da hızla artmasına sebep oluyor. Çünkü işçi sınıfı hala var çünkü parti sınıfın güvenine sahip asıl olan da budur.

Takma ası Manuel Tiago olan yazar( daha sonradan kitabın asıl yazarının Portekiz Komünist Partisi genel sekreteri Álvaro Cunhal olduğu öğreniliyor), en ince ayrıntısına kadar bu çok ders çıkarılacak mücadele sürecinin apaçık bir resmini çiziyor bizlere. Ders alacak çıkarılacak en önemli nokta ise bir örgütün yerellerde çalışma yürüten militanlarının özverisinin doğru bir liderlik altında bulunmadıkça romanda es geçildiği üzere sonucun hüsran olacağıdır. Portekiz Komünist Partisi genel sekreteri, takma ismiyle Manuel Tiagoi romanı yazarken ideal bir örgüt modeli çizmiş. Bu anlamda partinin gerçek tarihi durumu somut olarak bizlere sunuyor; 1974 yılında Salazar’ı deviren Karanfil devriminde, Stalinizmin boyunduruğundaki komünist parti, işçi sınıfını burjuvazinin kollarına bırakmıştır. Yazar, partinin liderliğine kadar yükselmiş, hükümette bakanlık görevi yapmıştı. Daha sonra 1987’deki hükümette komünist parti grev karşıtı yasalar çıkartmış, askeri emirlere uymayı emreden işçileri tutuklatmış, hatta ve hatta sosyalist iktidar çağrılarını gerçek dışı olarak ilan ederek karşı devrimciliğini ilan etmiştir.  Yani militanların büyük zorluklarla kıvılcımını yaktığı devrim ateşi, yangın olmuş ve bu yangın militanların kendi partilerince söndürülmüştür. Kısaca, disiplinli ve doğru örülen bir devrimci çalışma ideolojik olarak ayakları yere basan bir liderlikle buluşmadan başarı imkansızdır!

Mücadele dünyanın her yerinde benzer şekilde yürümektedir. Çünkü kapitalist sistem her yerde kendisini aynı sömürüyle var etmekte her yerde kendisini aynı yöntemlerle ayakta tutmaktadır. Bu yönüyle roman bizlere devrimci değerlerin ve mücadelenin evrenselliği gerçekliğini aşılıyor. Portekiz emekçileri üzerinden mücadeleyi okuyacak olan okur hiçbir yabancılık hissetmeyecektir. Devrimci edebiyatın, Portekiz işçi sınıfının mücadelesinin dünyaya armağanı olan eser Yarınların Bizlerin Olacağına inancıyla mücadele eden, yeryüzünde cenneti inşa etmeye çalışan ve arkada yitirdiklerine yas tutmayıp kavgaya daha bir inançla sarılan komünistlerin öyküsünü severek okuyacağınızı düşünüyoruz.

0 YORUM YAP

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir