Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / V.U. Arslan ile Röportaj: 10 Soruda Darbe

V.U. Arslan ile Röportaj: 10 Soruda Darbe

on 25 Temmuz 2016 - 13:59 Kategori: Devrimci Perspektif, Gündem, V. U. Arslan

page_new-york-times-15-temmuz-darbe-girisimi-her-turlu-muhalifi-bastirmak-icin-kullaniliyor_204778839

1)Darbe egemen sınıf içerisindeki hangi dinamikler üzerinden gelişti?

Egemen sınıf içerisindeki çatışmaların yakın tarihini şöyle kısaca bir özetlersek bu dinamikleri daha iyi görebiliriz. İlk olarak Feto’nun sahip olduğu sermaye gücü, devlet mekanizmasındaki ağırlığı ve uluslararası bağlantıları ile egemen sınıfın bir parçası olduğu tespitini yapmak gerekiyor. Egemen sınıf katında yaşanan hesaplaşmaların çetelesini fazla uzatmamak için Kemalist-Ulusalcı kanatların büyük ölçüde tasfiye edilmesinden başlatalım.

Feto-AKP ortaklığı, ABD ve AB’den gelen destekle ulusalcıların devlet mekanizmasındaki güçlerini adım adım tasfiye etmişti. Tarihsel olarak hep güdük kalmış olan ve başlangıçta AKP’yi destekleyen büyük sermaye (TÜSİAD), zamanla AKP’den rahatsızlık duysa da bu süreçte iyice etkisizleşti ve RTE’den nemalanmanın yollarına baktı. İçlerinde rahatsızlık çıkaran Doğan grubu ve benzerleri de kolay yoldan hizaya getirildi, TÜSİAD içerisinden de sahip çıkan olmadı.

RTE-Feto ortaklığı ise Gezi fırtınasını da birlikte atlattıktan sonra bozulacaktı. Ne de olsa bir ipte iki cambaz oynamazdı. AKP döneminde çok büyük bir süratle güçlenen cemaat ve lideri Gülen, RTE’nin gölgesinde kalmayı asla kabul etmeyecekti. RTE ise kitlesel desteğini korumasından gelen özgüvenle, İslamcı-milliyetçi eski Milli Görüş reflekslerinde ve kendi kişisel hırslarında ısrar ettikçe ABD-AB ile arasında soğuk rüzgârlar esmeye başladı.

Ayrıca Feto-RTE kavgasını ABD’den bağımsız düşünemeyiz. Feto’nun patlattığı 17-25 Aralık yolsuzluk skandalı sürecini ve arkasından gelen yerel seçimleri de atlatmasını bilen AKP, Gülen cemaatine ağır darbeler indirmeye başladı. Batı ile ilişkiler daha da bozuldu. Ve bu ortamda 7 Haziran virajından ağır hasarlı çıkan AKP, koalisyon kurulamayınca “tekrar seçimle” bir kez daha zafer elde etti. Toptan tasfiye süreci ile karşı karşıya kalan Feto’nun son çaresinin askeri darbe olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Ne var ki Kürt illerinde yürüyen savaş nedeniyle orduda herhangi bir hareketliliğin olması olası değildi. O yüzden 1 Kasım’dan beri mecburi bekleme ve hazırlık sürecinin geçirildiği anlaşılıyor. Tersinden AKP de Feto’nun ordudaki gücüne darbe vurmak için bu operasyonların bitmesini beklemek zorundaydı. İşte bu yüzden yaklaşan YAŞ kararlarının da sıkıştırmasıyla darbenin zamanlaması şekilleniyor.

2)Bu süreci TÜSİAD ile yeşil sermayenin çatışması olarak algılayan ve bunu sermayeler arası bir iç savaş olarak bir görüş var.

Bu, karikatür derecesinde indirgemeci bir yaklaşım. Feto’ya bağlı olan sermaye çevresi “yeşil” olarak biliniyordu. AKP yandaş sermayesi de yeşil. O zaman yeşil-yeşil savaşı mı söz konusu? Kaldı ki incelediğinizde MÜSİAD’ın en önemli patronlarının aynı zamanda TÜSİAD üyesi olduğunu görüyorsunuz. TÜSİAD içerisinde AKP ile iyi geçinenlerin büyük vurgunlar yaptığını da biliyoruz. Ayrıca kapitalistlerin yaşam biçimi üzerinden birbirleriyle savaşmayacağını yeri geldiğinde tıpkı Şahenk grubu gibi AKP’ye yanaşmakta “yeşillenmekte” tereddüt etmeyeceğini bilmek gerekiyor. Kaldı ki ne TÜSİAD’ın ne MÜSİAD’ın kendi başlarına böyle sert bir süreçte bağımsız bir güç olarak ağırlık koyabilecek kapasiteleri var. Geç kapitalistleşen ülkelerde kapitalistler tarihsel güdüklükle malüldür, dış güçlere bağlılık ve devlet aygıtından gelenlere zenginleşmek gibi semptomları dünya çapında görmek mümkündür.

 

3)O halde Erdoğan sınıflar üstü bir güç mü oluyor?

Elbette ki değil. AKP kapitalist ve saldırgan bir neoliberal programı yürürlüğe soktu, çok uzun bir süre emperyalizmin ileri karakolundaki bekçiliğini yaptı. Ama bu basitçe şu ya da bu kapitalist grubun adamı gibi indirgemeci bir yorumla değerlendirilemez. Ayrıca RTE devlet aygıtı üzerindeki kontrolünü arttırdıkça ve kent yoksulları ile küçük burjuvaziden gelen popüler desteği sürdürdükçe, vahşi kapitalist bir program temelinde, belirli bir serbestlik içerisinde hareket etme özgüvenini kazandı.

 

4)Peki, son darbe girişiminde ABD’nin rolü nedir sizce?

Darbe girişiminin arkasındaki esas organizatör gücün FETO olduğundan hareket edersek ABD’nin bu süreçten habersiz olduğunu düşünemeyiz. Hatta ABD’nin karşımıza bir “Turkish Sisi” çıkarmakta tereddüt etmeyeceğinden de emin olabiliriz. Diğer taraftan CIA’nın darbenin hazırlığı ve icrasında ne kadar rolü olduğunu kestirmek güç.

 

5) Darbedeki ABD parmağından hareketle yapılan antiemperyalist vurgular hakkında ne düşünmek gerekir?

İncirlik Üssü kapatılsın gibi talepler sosyalistlerin bu ülkede yükselttiği geleneksel taleplerden birisidir. Ama bağlama ve hegemonyanın kimde olduğuna dikkat etmek gerekir. Tarih boyunca antiemperyalizm çok hassas bir konu olmuştur. Antikapitalist olmayan bir antiemperyalizm çoğu kere gericiliğin hizmetine girmiştir. Bu yüzden bugün Türkiye’de yükselen milliyetçi ve İslamcı aşırı sağ bu söylemi kullanırken dikkatli olmak gerekiyor. İncirlik Üssü kapatılsın gibi taleplerden vazgeçilmeyecektir, ama bağlamı ve zamanlamasını bizim seçmemiz gerekiyor.

6) ABD ile ilişkilere ne olacak? ABD Gülen’i verir mi?

ABD ile ilişkiler konusunda Gülen’in iadesi meselesi bir hayli belirleyici olacak. ABD’nin Gülen’i Türkiye’ye iade etmesi bir hayli sıkıntılı, çünkü çok şey bilen Gülen’in neler anlatacağının, bu anlatacaklarının dünya kamuoyuna sızıp sızmayacağının hiçbir garantisi yok. Sürecin uzaması ve bu süreçte Gülen’in doğal ya da doğal olmayan yollarla ölmesi beklenebilir. Gülen meselesi karanlık işler ve kirli pazarlıkların konusu olmaya devam edecektir. RTE’nin elinde ABD’ye karşı Rusya’ya yakınlaşmak gibi bir koz var. Rusya ve İran bu ihtimalin üstüne atlamaya dünden razılar. Gerilim sürse de ne RTE ne ABD köprüleri atmak istemeyecektir. Kontrollü gerilim, pazarlıklar ve ayak oyunlarının devamını bekleyebiliriz.

 

7) Darbe gecesi sol da sokağa çıkmalıydı diyenler var?

Tekbir getiren, iyi örgütlenmiş, AKP’li belediyelerce yönlendirilen, hazırlıklı AKP’li kitlelerin yanında sol güçlerin sokağa çıkmasını beklemek her şeyi birbirine karıştırmak demektir. Sol da sokağa çıkmalı diyenler sokak eylemlerinin aşırı sağın kontrolünde olduğunu ya bilmiyorlar ya da bilmezden geliyorlar.

13735150_753896491380727_7147199965923739338_o

8)Sosyalistleri acil görevi nedir?

Sosyalistler darbe gecesi ve sonrasında “ne askeri darbe, ne de saray darbesi” şiarını yükseltti. Şimdi, bir oldu bittiyle demokratik hakların baskılanmasına karşı mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. Diktaya, OHAL’e, sömürü düzenine hayır bu dönemin mottosu olmalı. Bu dönemde bir araya gelerek ortak çalışma ve kampanyaları örgütlemek büyük önem taşıyor. Kitlelerdeki karamsarlığı dağıtmak ve örgütlü mücadele alternatifini geliştirmek, ancak bu şekilde mümkün olacaktır.

 

9) Sosyalist solda çok tartışılan CHP’nin çağırdığı Taksim mitingi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Aslında mesele sosyalist solun kendi kısırlığı ile ilgili. Sekterlik hastalığı Türkiye’de çok yaygın maalesef. Eğer CHP mitingi AKP ile milli mutabakat havasına hizmet edecekse katılmazsınız, yok eğer AKP karşıtı bir içerik ve özellikle tabandaki mücadeleci hissiyat varsa gider kendi bayrağınızla, kendi yayınınızla sözünü söylersiniz. Hatta CHP tabanı içerisinde sosyalizme kazanılabilecek birçok unsur var. Onları örgütlemeye çalışırsınız. Böyle bir dönemde kendi kendisini izole eden bir yaklaşım iflah olmaz derecede saçmalamaya alışmıştır ve maalesef kimseye de faydası dokunmayacaktır. Yıllarca gittiğimiz Türk İş, DİSK mitinglerinde farklı bir zihniyet mi vardı sanki?

 

10)  Sol hedefte mi? Çok sayıda insan çok fazla karamsarlığa kapılmış durumda?

Gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. RTE içeride önemli bir zafer daha kazandı. Ama dışarıda bir hayli zayıf. Bu da iktidar mekanizmasında gerilimlerin süreceği anlamına geliyor. Şu anda baş hedef açık ki cemaat ve ona bağlı unsurlar. Ama demokratik hakların iyice gerilemesi bizi asıl ilgilendiren. Bugün RTE’ye açıktan eleştiri yapmak cesaret isteyen bir iş haline dönüştü. Toplantı ve gösteri hakkının sınırlandığını görüyoruz. Açığa alınan kamu çalışanları arasında KESK üyesi birçok emekçinin olduğu bilgisi geliyor.

Diğer taraftan iktidarın sokakta toplamaya çalıştığı kesim, seferber edilen o kadar devlet imkanına, ücretsiz ulaşım ve yemeğe, RTE’nin cep telefonlarına attığı mesajlara, televizyondan yapılan çağrılara, selalara, camiden yapılan anonslara ve AKP’li belediyelerin katılımı mecburi kılmasına rağmen esasında cılız kaldı. Eminiz ki bunun moral bozukluğunu yaşıyorlardır. Oysa Gezi’de biz kafamıza gözümüze sıkılan plastik mermi ve biber gazı kapsüllerine rağmen sokaklarda daha büyük kalabalıkları toplayabiliyorduk. Milyonlarca insan ülkenin tek adam rejimine doğru kaymasına karşı oldukça öfkeli ve şiddetle bir şeylerin değişmesini istiyor. Bu milyonların çok küçük bir azınlığı bile örgütlü mücadelenin enerjik ve fedakâr çalışmasına çekilse AKP bir kenara fırlatılacağı gibi emekçiler de ayağa kalkacaktır.

Sistematik ve ısrarlı bir çalışma… Bunu hayata geçirmemiz lazım. Diğer bir noktaya daha parmak basmak istiyorum: Bakıldığında AKP’nin topladığı kalabalıkların büyük çoğunluğu kenar semtlerin emekçi halkından oluşuyor. Ülkedeki kimlikler ve kültürler kutuplaşmasının esiri olarak o insanlar alandalar. Oysa bu insanlara sömürüden bahsettiğinizde sizi dinliyorlar ve size sempati duyuyorlar. Ama bu maalesef o kadar az yapılıyor ki… Emekçilerle birebir temas ve onları kazanma çabası toplam içerisinde yok denecek kadar az. Bizim asıl başarmamız gereken konu bu.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı