Sosyalizm Kazanacak!
/ Kültür-Sanat / Shakespeare ve Othello’su – Tilbe Akan

Shakespeare ve Othello’su – Tilbe Akan

on 25 Mayıs 2015 - 18:48 Kategori: Kültür-Sanat

İnsanlık tarihinin en önemli eserleri tarihsel dönüm noktalarında ortaya çıkar. Shakespeare’in yaşadığı Elizabeth dönemi Fransız Devrimi ve Rus Devrimi süreçlerinde olduğu gibi, büyük kırılmaların yaşandığı bir dönem olmamasına rağmen toplumsal hayatta ciddi değişiklerin yavaş yavaş ortaya çıktığı bir dönemdi; özellikle İngiltere için. Yeni kıta keşfedilmiş, kolonilere yüzlerce insan gönderilmiş, Reform hareketleri ile sallanan bir İngiltere dönemi. Hala mezhepler arası boğazlaşmalar devam etmekte ve İngiltere’nin Amerika’daki kolonilerine gönderilen insanlar ve onların “anyazı içi akarada” bıraktıkları ailelerinin isyan etmeye başladığı bir dönemdi. Shakespeare işte bu dönemin mirasıdır. Günümüze ulaşan eserleri, bazı ortaklaşa yazılanlarla birlikte 38 oyun, 154 sone, iki uzun öykü şiir ve birkaç diğer kaynağı belirsiz şiirlerden oluşur. Bunlardan en çok bilinenleri “Romeo ve Juliet, Hamlet, Othello, Kral Lear, Macbeth” gibi oyunlarıdır.

Shakespeare’in kalıcılığını sağlayan, dönemin ruhunu bizlere hala anlatabilmesidir. Sınıf çelişkilerinin gittikçe gün yüzüne çıktığı, siyahilerin köle olarak kullanıldığı ve ne olursa olsun ön yargıların kırılamadığı, kadınların meta olarak görüldüğü, sömürgeciliğin toplumda travmalar yarattığı bu dönem, Shakespeare tarafından net bir şekilde aktarılabilmektedir. Yalnız şu anekdotu söylemeden geçmeyelim. O dönemde parasal durumu iyi olmayan sanatçılar- ki Shakespeare de bu gruba dahildir, bir zengin tarafından parasal açıdan desteklenir yani zenginler onlara sponsor olur (patronage). Bu da elbette çoğu yazarın kendine oto sansür uygulamasına sebep olmaktadır. Yine de Shakespeare vermek istediği mesajları vermeyi başarabildiği için eserleri kalıcılığını hala korumaktadır.

16. ve 17.yy İngiltere’si- Güneş Batmayan İmparatorluk

Sömürge Krallığı

Shakespeare’in yaşadığı dönem olan Elizabeth dönemi, İngiltere’nin siyasi istikrar sağlamaya başladığı, “güneş batmayan imparatorluk” olma yolunda büyük mesafe kat ettiği bir dönemdi. Elizabeth dönemine kadar farklı Hıristiyan mezhepleri birbirlerini gırtlaklamıştı. Bu dönemde Protestan olan Elizabeth iki taraf için de görece özgürlükçü politikalar uygulamıştı. Zira Elizabeth dönemine kadar tahta geçen iktidar hangi mezhebe mensup ise o mezhep ayrıcalıklara sahip olmuş, diğeri toplumsal alandan çekilmek zorunda bırakılmış, dini ayinlerini yapamaz ve kimliğini gizler hale gelmişti. Ancak mezhepsel çatışmalar bittiğinde sınıf çelişkileri gün yüzüne çıkmış, birçok köylü ayaklanması patlak vermişti.

Reform, Rönesans ve “coğrafi keşiflerin” merkezinde bulunan İngiltere en parlak dönemini yaşamıştı. Hatta bu dönem tarihe “İngiltere’nin Altın Çağı” olarak geçmiştir. Ama elbette devlet gücünü her zaman olduğu gibi ayakları altında ezdiği sınıftan alıyordu: köylü ve köle sınıfından.

Yeni kıtanın keşfi, bütün sömürgeci ülkeler için bir dönüm noktası olmuştu. Bu yeni kıtanın taşı toprağı altındı ve üzerinde yaşayan “vahşiler” bunun farkında değildi. “Vahşiler” katledildi, asimile edildi ve köleleştirildi. Yeni kıtadan gelen gelir İngiltere’ye refah getirdi; ancak yalnızca aristokrat sınıfa. Köylüye ve kolonilere zorla götürülen yeni peyda olmuş orta sınıflara değil.

Aksine, kolonilere götürülen insanlar milliyetçi söylemlerle kandırıldılar. Çünkü halk huzursuzdu ve kimse anavatanı terk edip yabancı bir yere gitmek istemiyordu. Zaten krallık da kolonilerde yaşayanlara İngiliz vatandaşı değilmiş gibi davranıyordu. Empoze edilen fikir, İngiltere’nin bilgisinin, medeniyetinin “vahşilere” de anlatılması ve onlara medeniyet götürülmesi gerektiğiydi. Hıristiyan olmayan barbarlara Hıristiyanlık anlatılmalı, medeniyetin dili olan İngilizce öğretilmeliydi. İnsanlar bir süre bu gerekçelere sessiz kalsalar da birkaç on yıl sonra şiddetli bir toplumsal huzursuzluk patlak verecekti. Ancak o zamana kadar dünyanın en güçlü ülkesi İngiltere’nin sopası ezilen halkların başından hiç eksik olmadı.

Çelişkilerin İçinde Bir Yazar: Shakespeare

İki yüzyıldan beri Shakespeare’in hayatıyla ilgili sayısız kitap yazılmasına karşın, yaşamına dair bildiklerimizin çoğu spekülatiftir. Bunun sebebi, Shakespeare’in İngilizler tarafından ancak bir yüzyıl sonra ilgi çekici bulunmasıdır. Dolayısıyla bu yazıda Shakespeare’in hayat öyküsünden bahsederken en geniş kapsamda geçerliliği olan bilgileri aktaracağız.

Bazıları Shakespeare’in gerçekten var olup olmadığına dair tartışmalar yürütmektedir. Ancak bu tartışmaların herhangi bir geçerliliği yoktur. Shakespeare diye bir adam yaşamıştır, zira zaten kısıtlı olan bres 3ilgilerimizi o dönemin resmi kayıtlarına dayandırıyoruz.

Shakespeare, aslen Snitterfield’lı olan belediye meclis üyesi ve deri eşya tüccarı olan John Shakespeare ve bir çiftçinin kızı olan Mary Arden’in oğlu olarak 23 Nisan 1564 yılında doğmuştur. Doğum tarihi net değildir. Ancak kilisenin vaftiz kayıtlarından 26 Nisan tarihinde vaftiz edildiğini öğreniyoruz. Bebekler doğduktan 2-3 gün sonra vaftiz edildiği için doğum tarihinin doğru olması muhtemeldir. Diğer bir kanıtımız ise 18 yaşındayken Anne Hattaway ile yaptığı evliliktir. Bu evlilikten çocukları olmuş ancak Shakespeare yazmaya başladıktan sonra hayatına karısı ve çocukları olmadan devam etmiştir.

Yazı hayatına gelecek olursak, Shakespeare soneleri ve şiirlerinde aşktan ve yalnızlıktan bahsetse de özellikle oyunlarında dönemin toplumsal koşullarını yansıtmayı bilmiştir. Yazının son kısmında Shakespeare’in her oyununa ayrı ayrı yer veremeyeceğimizden, toplum koşullarını ve feodal sistemin çelişkilerini Othello üzerinden incelemeye devam edeceğiz.

Othello, Bir Toplum Trajedisi

Othello bir siyahî (Moor) olarak kendi ezilmişliğinin çelişkilerini yaşarken diğer yandan da Desdemona’ya aşkının oldukça narsist olduğunu söyleyebiliriz. Othello karakteri bir siyahi olarak ezilmiş bir halkı temsil etmektedir. Normal şartlar altında pek görülmeyen bir şey olduğundan Othello’nun bir komutan oluşunu onun savaşlarda ne kadar iyi bir kasap olduğuna bağlayabiliriz. Oyun boyunca Othello’ya karşı hakaret içerikli söylemlerde bulunulmuştur (siyah keçi, mağripli gibi). “Ne kadar uğraşırsan uğraş üst sınıfın bir parçası olamazsın” denmiştir kısaca.

Othello, Desdemona’yı kendine kasaplık öyküleriyle âşık etmiştir. Bu sebeple narsistir. Desdemona’nın Othello’ya hayranlığı “savaşlardaki kahramanlıklarından” ileri gelmektedir. Dolayısıyla Othello Desdemona’ya sahip olduğu bir şey gibi bakmaktadır. Desdemona’nın onu aldattığı düşüncesi, Desdemona’ya özerk bir karakter kazandırır. Ancak bu çok sıkıntılı durumları beraberinde getirir. Çünkü “özgürlük” kavramı çift anlamlı bir rol oynar. Sınırları belirsizdir. Ataerkil feodal düzenin ikili bağı içinde Desdemona’nın Cassio’ya sürekli olarak münasebetsizce davranma endişesi taşımadan münasip bir şekilde yakın davranmasının hiçbir yolu yoktur: nezaket ile şehvet düşkünlüğü arasında sınır çizgileri muğlaktır. (Bu durum genel olarak o dönemin kadınları için yaygındır. Burjuva sınıfın “medeniyeti” kadının naif, kırılgan ve nazik olması gerektiğini ve üst sınıf bir kadının bu kurallara uygun davranmasını dayatır. Yazının devamında göreceğimiz alt sınıf bir karakter olan hizmetçi Emilia’nın Desdemona’dan çok daha sert ve erkeksi oluşunun aşağılanması gibi. Hatta daha da ilerisi köylü kadınlarının “orta malı” olduğunu ima eden cümlelerle de karşılaşırız oyun boyunca.) Kadın için özgür olmak her zaman fazla özgür olmak demektir; Cassio’ya karşı toplumsal olarak sorumlu olmak normu ihlal etme riskini arttırır.

Othello’nun kıskançlık krizleri ile beraber Iago’nun söylediği her şey Desdemona’nın onu aldattığına dair işaretler olarak yorumlanmaya başlanır. Böyle bir durumun topluma yansıması ise şu şekildedir: “kadın cinselliği ya tek bir yerdedir -erkeğin özel mülkiyetinde- ya da her yerde”. Kadın, erkek tarafından sahip olunan bir mülk olarak görülür. (“Onunla birlikte? Onun üstünde? – Başkasının olan şeyi gasp etmek için üstüne yatılır.”)

Öte yandan kadının sınıfsal pozisyonu ona bakışı etkiler. Emilia (Iago’nun karısı) alt sınıfa mensup olduğundan kadın olmanın ezilmişliğini çok daha fazla yaşar. Iago onu sürekli aşağılar, erkeksi olduğunu söyler. Bunun yanı sıra Othello’nun söylediği şu sözlerde köylü kadını olmanın bir adım geride olduğunu gösteriyor.

Bu kâğıt (İncil’den bahsediyor), bu güzel kitap üstüne “kahpe” yazılsın diye mi yapıldı? Ne günah işlemişmiş! İşlemek mi! Ortalık malı seni! [İngilizcesinde “public commoner” diye geçiyor, commonner- köylü anlamı taşıyor ve tam olarak köylü kadınların ortalık malı olduğunu ima etmek için söyleniyor.] Eğer senin yaptıklarını söylesem yanaklarım ateş kesilir, saffeti yakıp kül eder. Ne günah işlemişmiş! Korkusundan gök burnunu tıkıyor, manzarasında ay gözünü kapıyor; her rastladığını öpen zampara rüzgar arzın oyuk çukurlarında susup kalıyor. [Rüzgâr da aynı şekilde fahişe olduğu ima edilerek kullanılıyor.] Hayâsız orospu! (Othello, Perde 4, Sahne 2)

Bir yandan da bu kadınların birbirleriyle olan ilişkilerine dönelim. Emila ve Desdemona hizmetçi ve hizmet edilen olsalar da bir arkadaşlıkları var. Herkes Emilia’ya kötü gözle baksa da (ki Iago, Emilia’nın Othello ile yattığını düşünmektedir) Emilia, Desdemona’nın yanında olmuştur. Emilia ve Desdemona’nın bir konuşmasında Emilia kadınlar da aldatabilir ama bu bizim değil kocalarımızın suçu diyerek Desdemona’ya radikal gelen bir çıkış yapar: …

Ama ben, eğer kadınlar yanlış yola sapıyorlarsa kocalarının suçu vardır, derim. Tutup bize aldırış etmezler, hazinelerimizi yabancı kucaklara dökerler, ya da olmayacak kıskançlıklara kapılır, bizi baskı altına alır, döverler inat için eskiden verdiklerini geri almaya başlarlar. Bizim de damarımız yok mu sanki? İnce falanızdır ama intikam almayı da biliriz. Kocalar akıllarına koysunlar ki karıları da kendileri gibi duygu sahibidir, onlar da kocaları gibi görür, koku duyar, damakları tatlıyı ekşiyi hisseder. Başkalarını bize değiştikleri zaman yaptıkları nedir? Seks mi? Bence öyle. Sevgi hissediyorlar mı? Bence öyle. Böylece zaaflarına yenik düşüyorlar mı? Bence öyle. Bizim de erkekler gibi sevgimiz, ihtiyaçlarımız, arzumuz yok mu? O zaman bize iyi muamele etsinler, yoksa da bizim onları örnek aldığımızı bilsinler.

Othello, Shakespeare’in toplumsal koşulları nasıl yansıttığına dair küçük bir ayrıntıdır sadece. Sınıfsal çelişkiler, kadın sorunu, “üstün” beyaz ırk karşısında köle siyahlar… Külliyatı öyle kapsamlıdır ki diğer eserleri başka bir yazının konusu olabilir ancak.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı