Sosyalizm Kazanacak!
/ Kültür-Sanat / Nazım Hikmet’e Dair…

Nazım Hikmet’e Dair…

on 13 Eylül 2014 - 00:54 Kategori: Kültür-Sanat

(01.06.10)

1902’de Selanik’te bir paşa torunu olarak dünyaya gelen Nazım Hikmet, öğretmenlik yaptığı Bolu’da sosyalizmden etkilenip Rusya’ya gitti ve 1920’li yıllarda itibaren komünist olarak kendini nitelendirmeye başladı. 1923’te ise TKP’ye üye oldu.

Komünistliği her fırsatta övülen, vatan haini değildir diye üstüne basa basa ulusalcılar tarafından sahiplenilen Nazım hangi değerlerin taşıyıcısıydı; devrimciliğin mi, ulusalcılığın ve vatanseverliğin mi? Bu konuda Nazım Hikmet’in bir değerlendirmesini yapmayı amaçlıyor bu yazı. Ona yazılan methiyeleri her yerde okuyabiliriz; şairliğine ve sanatı adına alabildiğine güzel sözler biz de söyleyebiliriz ancak politik duruşunu da sorgulamanın zamanıdır.

Nazım’ ı en iyi kendi şiirlerinden tahlil edebiliriz. Kuvay-i Milliye destanı şiirini inceleyecek olursak duruşu hakkında pek çok ipucu bulabiliriz. Kurtuluş Savaşı dönemini Nazım bu ‘destanı’yla öylesine büyük bir coşkuyla anlatıyor ki savaşın amacını, taraflarını ve neye hizmet ettiğini tamamen gözden kaçırıyor. “Dayandık Urfa’da, Maraş’ta, İzmir’de” mısrası ne kadar epik duyguları besliyorsa da, ne yazık ki bir o kadar da İzmir yangınını veya azınlıkların malları üzerinde yükselen milli burjuvazinin eleştirisini yapmaktan uzakta kalıyor. Kuvay-i Milliye Destanı’nda tanımlanan “düşman” emperyalistlerin paylaşım savaşları uğruna cepheye sürdüğü Yunan emekçiler olurken; savaş da sanki “Vatan ve namus müdafaası” için yürütülüyormuş gibi yansıtılıyor. Oysa Türkiye egemenlerinin derdi bu savaştan kendi ulus devletini yaratarak çıkmaktan başka bir şey değil.

Yine Nazım’da “inanmış adam” diye tanımladığı Mehmet Akif’inkine benzer bir biçimde, Batılı “tek dişi kalmış canavar” anlayışı söz konusudur. Türkiye halkına, ki Nazım buna Türk Milleti der, bakış açısı emek-sermaye çelişkisini ve sınıfsal farklılıkları ortaya koymaktan çok bütünleştiren bir portre ortaya sunmaktadır. Vatan millet edebiyatı üzerinden ve hiç de sosyalist olmayan bir perspektiften yaptığı değerlendirmelerle Nazım, Kurtuluş Savaşı’nı ve yeni kurulan burjuva rejimi kutsamaktadır.

Nazım’ ın politik tutumu aslında o dönemin hem TKP’si hem de Stalin’in sosyalist vatan savunması ve III. Enternasyonal’in ulusal burjuvaziyle ittifak vurgusu ile bire bir örtüşmektedir. Aşamalı devrim anlayışının Komitern’in ve emperyalistlere karşı milliyetçilerle ittifak çizgisinin bir timsali niteliğindedir.

Nazım, Kemalist rejimin gerek işçi sınıfına gerekse diğer etnik gruplara yönelik baskılarını da -en önemli örneği Dersim’ de vuku bulan- görmezden gelmiştir; Kuvay-i Milliye’ ye destanlar düzerken Kürt halkının katledilmesine ses çıkarmamıştır.

Şiirleri yayınlandıkça hem Sovyetlerin reel olarak varlığı hem de Nazım Hikmet’in Sovyetleri öven ve bununla gurur duyuşunu açıkça dillendirişi Kemalist rejimi iyiden iyiye rahatsız etmeye başlamıştı. 1938 yılında ‘inkılâp ordusunu isyana teşvik’ sebebiyle henüz çıktığı hapishaneye yeniden gönderilmek istenirken çareyi 1921 yılında Mustafa Suphileri öldürten Mustafa Kemal’den yardım istemekte bulmuştur. İşte o ‘Cumhur Reisi Atatürk’ün Yüksek Katına’ adıyla yazdığı şiirinden birkaç mısra; “Senin eserin ve sana aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim/ Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin/ Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum…”

Ancak Nazım, Mustafa Kemal tarafından bağışlanmamış ve uzun süre hapiste kalmış, yasaklanmış ve hatta vatan haini ilan edilerek idamı dahi istenmiştir. Özellikle idamının istendiği dönemde başlatılan imza kampanyasına yüz binlerce insan katılarak Nazım’ı sahiplendiğini göstermiştir. Böylesine büyük kitlelere hitap edebilen Nazım o dönemlerde TKP içerisinde Troçkistlik suçlamasıyla partiden uzaklaştırılmaya çalışılıyordu. Fakat Nazım Hikmet, adına şiir bile yazdığı TKP içerisinde muhalefetini büyütmek, mücadele içerisinde aktif bir figür olmak gibi bir çaba içerisinde değildi. Pasif bir tutumla her fırsatta komünistliği ile gurur duydu ve bu gücünü hayatı boyunca da kullanmadı.

Nazım Hikmet’in kafa karışıklığı yalnızca Kemalizm ile sınırlı değil, Stalin konusunda da pek çok çelişki taşıyor. ‘Rusya’ya Veda’ adlı şiirinde örneğin Stalin için“Seviyorum onu/Marks’ı Engels’i, Lenin’i sevdiğim gibi”  demiş, ağıtlar yakmış; fakat 1961 yılında, yani Stalin öldükten sonra;“yok, oldu çizmesi meydanlardan,/gölgesi ağaçlarımızın üstünden/çorbamızdan bıyığı,/odalarımızdan gözleri/ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce taşın tuncun alçının ve kağıdın” diyerek bir Stalin eleştirisi yapmıştır.
Nazım, 1950’lerin Stalin SSCB’sinin yirmili yıllarda geldiği aynı ülke olmadığını şöyle anlatmaktadır:

“Söz gelişi ben, yirmili yılların başlarında Sovyet Rusya’ya gelince, herhangi bir Sovyet yurttaşının bütün haklarına sahip olmuştum. Rus arkadaşlarım gibi Sovyet seçimlerine katıldım. İstediğim resmi görev için adaylığımı koyabilir, bütün cumhuriyetin başkanı bile seçilebilirdim. Kısıtlamalar, yöntemsel farklılıklar, kırk yıl önce bizim için modası geçmiş kavramlardı. Burjuva saplantıları! Her şey ne kadar değişmiş! Ellili yıllar başında Sovyetler Birliği’ne geldiğimde Sovyet vatandaşı olabilmem söz konusu dahi edilmediği gibi, parti üyeliğine adaylığım, devrim uğruna yıllarca sürmüş mücadeleme, devrimcilikten dolayı yıllarca hapis yatmış olmama rağmen “iç tüzük uyarınca” kabul edilmedi. Böyle cevap verdiler bana.”

Nazım, yine Stalin SSCB’sinde yükselen Rus şovenizmini de çarpıcı bir şekilde anlatır, sonuçları ve nedenlerini gözler önüne serer:
“Altı ay önce Sovyet Ortadoğusu’nu gezdim. Azerbaycan’ı, Ermenistan’ı, Özbekistan’ı! Her tarafta ulusallık duygusunun muazzam uyanışı. Ruslara karşı kin! Lenin’in aşırı büyük-Rusya milliyetçiliğinin, Çarlık döneminde ezilmiş halkların milliyetçiliğini alevlendireceğine dair öngörüleri vardı ya, ne kadar doğrulanmış olduğunu görmek olanağı buldum. Bu aşırı büyük-Rusya milliyetçiliği, hile ve zulümle, Stalin’in uzun diktası boyunca gerçekleştirilmiş.”

Öte yandan Nazım üretken bir şair ve şiirleriyle işçi sınıfına ve devrimcilere ilham veren bir ustadır. Hayatının tamamına bakıldığında o ne gelecek ne de işçi sınıfı adına tek bir umutsuz satır yazmamıştır ve tartışmasız işçi sınıfının, mücadelenin en güzel ve ilk örneklerini vermiştir. Hayata ve işçi sınıfına inancı tamdır. Güzel günler görüleceğinden bahseder başı dik… Hiroşima’dan, Japon balıkçılardan ve hapiste olduğu sürece dışarının umudundan; insan olma onurundan bahseder.

Hiç şüphe yoktur ki Nazım Hikmet, baskıya ve ezilmişliğe başkaldırının unutulmaz eserlerinin şairidir. Biçimsel olarak da şiirde ilklerden biridir; Türkçe şiiri biçimsel olarak geleneksel üsluptan koparmayı başararak serbestleştirmiş, dili yalınlaştırmış ve sosyalist edebiyatın ilk gerçek temsilcisi olmuştur. Çok uzun süre kendi ülkesinde, kendi dilinde yasaklanmış olan Nazım’ın şiirleri onlarca dilde tüm dünya tarafından okunur hala. Ve okunacaktır da çünkü o aşıladığı umuduyla, direngenliğiyle devrimciler için bir değerdir ve tüm Nazım’lığıyla Usta’dır…

0 YORUM YAP

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir