Sosyalizm Kazanacak!
/ Emre Güntekin / La Casa De Papel Üzerine – Emre Güntekin

La Casa De Papel Üzerine – Emre Güntekin

on 27 Mart 2018 - 18:52 Kategori: Emre Güntekin, Kültür-Sanat, Yazarlar

Sokak ortasında yürürken, birisi külüstür arabasıyla yanınıza yaklaşıp birlikte 2,4 milyar avroluk bir soygun yapmayı teklif etse delidir diye düşünüp, geçer gidersiniz. Son dönemin en popüler yapımlarından olan La Casa de Papel dizisi baştan sona bu deliliğe ve sıra dışılığa yapılan bir övgü olarak karşımıza çıkıyor.

Dizinin merkezinde Kraliyet Darphanesi soygununu belki de yıllar boyunca kafasında ince ince planlayan Profesör bulunuyor. Kimdir, ne iş yapar bilinmiyor; kendisi hakkında bilinen tek şey sorunlu bir çocukluk yaşadığı ve babasının kendisi üzerindeki ilham verici etkisi. Kapitalizme ve finansal piyasalara geçmişten gelen öfkesi mevcut ve bu öfkesi darphane soygununun itici gücü oluyor.

Dizinin iç sesi yine hayatında pek çok hırsızlık olayına karışmış Tokyo, ekibin darphanedeki lideri eski bir soyguncu Berlin, sorunlu bir hayat yaşamış olan kalite kontrol ustası Nairobi, 6 yaşından beri kod yazan genç Rio, ömrü madenlerde geçmiş ve çocuğuyla beraber hayatını kurtarmak için pek çok başarısız soyguna girişmiş Moskova ve serseri, bar kavgacısı oğlu Denver, ömrü savaşlarda geçmiş Sırp kuzenler Helsinki ve Oslo… Hepsi iyi veya kötü olma arasındaki ince çizgide dizi boyunca salınıp duruyorlar.

Dizi başından sonuna kadar izleyiciyi iyi veya kötü nedir sorgulamasına sokuyor. Soygunu yapanlar mı kötü ya da dışarıda bu soygunu durdurmaya çalışan polis, asker, medya ve diğerleri mi? Tabi ki dizide zaman zaman soygun ekibinin geçmişine, şimdiki hayatına odaklanmamız isteniyor ve bu da seyircinin empati kurmasını kolaylaştırıyor. Dışarı da ise devletin nasıl bir aygıt olduğu açık bir şekilde yansıtılıyor: Rehinelerin tamamını bir kenara itip İngiliz büyükelçisinin rehin olan kızına odaklanan, soyguna yönelik kamuoyundaki sempatiyi kırmak için medya aracılığıyla iftiralar atan ve yalan makinesini işleten polis ve istihbarat. Profesör tek kırmızı çizgi olarak insan öldürülmemesini belirlerken, kendi yaptıkları işin kamuoyu gözünde suç olarak nitelendirilmesine yol açabilecek en ufak bir kazaya bile izin vermeyecek şekilde planı kurguluyor.

En sonunda ise seyircinin kafasında gerçek suçlunun kim olduğu sorusu beliriyor. Dizinin bir bölümünde bizzat bunun tarifi yapılıyor: Profesör ekibine Brezilya ile Kamerun’un yaptığı bir futbol maçında genel olarak insanların zayıf olan Kamerun’u tutma psikolojisinde olduğundan bahsediyor. Bütün silahlı gücüyle devlet kapının dışında bir Azrail olarak beklerken, Profesör sıradan insanın kendilerine sempati duyacağını öngörüyor. Öngörüsü tutuyor ve dizi ilerledikçe iyi ve kötülerin yer değiştirdiği ve bunun hem dizinin senaryosu dahilinde kamuoyuna hem de ekran karşısındaki izleyici ye anlatıldığı bir akışla karşılaşıyoruz.

Avrupa’da son yıllarda siyasal arenada da radikal eğilimler kendisini hissettiriyor. Liberal sosyal demokrat eğilimler, merkez sağ partiler giderek zayıflarken tabandan yükselen muhalefet bir yandan sol unsurları ya da toplumun umutsuzluğa ve geleceksizliğe mahkûm edilen kesimlerini sağ-popülist, ırkçı söylemleri kullanarak arkasına alan radikal sağ unsurları öne çıkarıyor. Ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk, göçmen akını, kesinti programları, kemer sıkma programları Avrupa toplumunu da huzursuzluğa ve yeni alternatif arayışlara itiyor. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos bu çelişkilere karşı sol bir alternatif olarak öne çıktılar. Fakat tersinden aynı kriz koşulları bünyesinden Yunanistan’da faşist Altın Şafak’ı, İtalya’da sağ popülist Beş Yıldız Hareketi’ni öne çıkardı. Sıradan olan giderek buharlaşırken, çağımız olağanüstü olana kapı aralıyor. Dali maskesi, kızıl tulumlar, ara ara kulağımıza çalınan çav bella… La Casa De Papel umutsuz kitlelere ilham verebilecek ve kolaylıkla sahiplenilebilecek sembolik muhalif öğeler vermeyi ihmal etmiyor. Profesör’ün özellikle final bölümünde polisi ikna etmek için kullandığı “Avrupa Merkez Bankası gizli para basınca hırsızlık olmuyor da biz basınca neden oluyor” söylemi finansal kurumların dayattığı kemer sıkma politikalarından bıkan Avrupa halklarının muhalif damarını okşayacak cinsten. Türkiye için de aynı durum geçerli. Koyu bir karanlığın her yeri kapladığı bir dönemde sisteme karşı yükselen en ufak bir unsurun bile ön plana çıkmasında tuhaflık aramamak gerekmektedir.

Fakat bu söylem dizinin aynı zamanda olup olabileceği sistem karşıtlığının ölçüsünü belirliyor. Yine de dünya genelinde popüler kültürün hepsi birbirine benzeyen, fabrikasyon dizi, sinema, edebiyat eseri üretim sürecinin yarattığı sıradanlık ortamında bu tarz ufak dokunuşlar bile üretileni farklılaştırmaya yetiyor.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı