Sosyalizm Kazanacak!
/ Ekonomi / Küresel Ekonomide Tıkanma İktidara Yarar mı? – Güneş Gümüş

Küresel Ekonomide Tıkanma İktidara Yarar mı? – Güneş Gümüş

on 4 Ocak 2019 - 14:32 Kategori: Ekonomi, Güneş Gümüş, Yazarlar

2017 yılında küresel ekonomiyi derinden sarsan 2008 krizinin geride kaldığı konuşulurken şimdi bambaşka bir manzara karşımızda. Burjuva iktisat çevrelerinden 2019 ve 2020’nin küresel resesyon dönemi olacağı yüksek sesle dile getirilmeye başladı. AB ekonomisi tat vermiyor, aksine Almanya’da 2018 üçüncü çeyreğinde durgunluk işaretleri görülmeye başladı; 2008 sonrası küresel ekonomiye itki vermiş Çin’de tekleme daha da netlik kazandı; Trump’un şişirilmiş kamu harcamaları ve teşvikleriyle ısınan ABD ekonomisinin gidişatı parlak görünmüyor…

2008 krizinden sonra gelişen uluslararası ekonomik ve siyasal konjonktürden çok beslenen AKP iktidarı şimdi de küresel ekonominin yeniden içine girdiği durgunluktan medet umuyor; ellerini ovuşturuyor. Ağustos ayında rahip Brunson üzerinden ABD ile yaşanan gerilimin tetiklediği döviz krizi geriye çevrilemese de dolar karşısında TL değerlenmişken, petrol fiyatları inanılmaz düşmüşken küresel ekonomiden kötüye gidişten Türkiye nasıl etkilenir sorusuna yanıt vermeye çalışalım…

ABD: Parlak Günler Geride mi Kaldı?

2008 krizinin merkez üssü ABD olmuş, kriz dalga dalga dünyanın geri kalanına yayılmıştı. ABD’nin krizden çıkış haritası iflas etmesi gereken şirketleri kurtarmak, Merkez Bankası (FED) eliyle piyasaya ucuz ve bol para sunmak (parasal genişleme) ve böylece sermayenin dünyanın dört bir yanındaki artı-değerden nemalanarak toparlanmasından medet ummak olmuştu. FED, parasal genişlemeye son vermeye başladığı Ekim 2014’e kadar yaklaşık 4 trilyon dolar piyasaya para sürdü hem de çok çok düşük faizlerle. Bu paralar da yüksek faiz öneren gelişmekte olan ülke piyasalarına akarak sermayenin kesesini şişirdi. Böylece krizin yaratacağı dibe vuruş ertelendi, sermaye aynı finansal spekülasyonlar üzerinden yükselmeye devam etti. Yani küresel krizin ilk alameti olmuş finansal balon bırakın patlayıp yok olmayı daha da şişmiş durumda.

Trump sonrası dönem ise kamu harcamaları, vergi indirimleri ve son olarak korumacılık önlemleriyle üretimin ve tüketimin teşvik edilmesiyle şekillendi. 2018 yılının önemli bölümü ekonomik göstergelerin iyileşme gösterdiği, müteakibinde FED’in faiz artırdığı bir süreç olarak işledi. 2018’de Trump’un vergi kesintileri üçüncü çeyrekte büyüme rakamını %4 üstüne bile çıkarmıştı, işsizlik 1969’dan beriki en düşük rakamına gerilemişti. Ancak 2018 sonuna gelirken ABD için zor bir 2019 olacağı beklentisi yaygınlık kazandı. Dolar dünya çapında yerel para birimleri karşısında değer kaybetti; borsa 2018’in bütün kazanımlarını yerle bir edecek şekilde geriledi. 2019’da FED’in faiz artırımlarına ara verip vermeyeceği şu an belli olmasa da planlanandan daha az artırıma gideceği kesinleşmiş gibi.

Bir Türlü Toparlanamayan AB

Avrupa Birliği, 2008 krizinden ikinci dalgada etkilenen bölge olmuştu. Tabii ki AB ülkeleri krizden aynı şekilde etkilenmedi. Sanayi üretimi ve ihracatı ile fark yaratan Almanya bu sürecin kazananı olarak AB patronluğu konusunda epey yol aldı. Fransa, İtalya gibi güçlü ortakların Birlik içinde ekonomik ve dolayısıyla siyasal gücü zayıflarken borç batağına saplanmış ve artık AB periferisi haline gelmiş Yunanistan gibi ülkelere sunduğu borçlanma imkanlarıyla Almanya ihracat kapasitesini artırarak ipi göğüsledi.

AB, ekonomik krizin etkilerini ortadan kaldırmak adına Merkez Bankası (ECB) eliyle FED’in parasal genişleme politikasına katılarak her ay 30 milyar euro piyasaya sürmüştü. Ancak bu önlemler, Almanya’nın sağladığı itki AB’yi toparlamaya yetmedi. Euro bölgesinde 2017’nin Aralık ayında 60,6 olan imalat sektörü satın alma yöneticileri endeksi (PMI), 2018 Aralık’ta 51,4’e geriledi. Bu endeksin 50 puan altına düşmesi kriz işareti olarak kabul ediliyor.

AB’nin toparlanması için belirleyici olan Almanya ekonomisinin tepesinde de kara bulutlar var. 2015’ten bu yana ilk defa ekonomi 2018 üçüncü çeyreğinde küçüldü. ABD-Çin arasındaki ticaret savaşının bir yansıması olarak araç satışlarındaki ve ihracattaki azalma bu noktada etkili oldu. Şimdiden Almanya için 2019 büyüme tahminleri yüzde 1,8’den yüzden 1,5’a gerilemiş durumda. AB üyesi ülkelere verilen batık krediler nedeniyle Almanya’nın büyük bankası Deutsche Bank’ın bilançolarındaki büyük delikler de bir sıkıntı kaynağı. Banka, 2018 yılında borsada hisse senetlerinde %50’lik bir değer kaybı yaşadı. Önümüzdeki dönemde Almanya’nın başında sadece AB’nin batmasına izin verilemeyecek İtalya gibi ülkelerini kurtarmak derdi olmayabilir; 2018’de dünyanın en büyük 15. bankası olan Deutsche Bank da kurtarılması gerekenler listesini kabartabilir.

Çin Tökezliyor

2008 krizinden sonra küresel ekonominin dibe çöküşünü engelleyen en önemli aktör Çin olmuştu desek abartmış sayılmayız. Çin, 2008 sonrasında ekonomik büyüme ivmesi zayıflasa da dünyanın sanayi motor gücü olarak gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri için hammadde alımlarıyla büyük bir destek güç olmuştu. Bu süreç Çin’de de borç balonunun giderek şişmesiyle sürmüş; Çin Merkez Bankası faiz oranlarını %11’den %4,3’e düşürmüş ve piyasaya 3 trilyon dolar değerinde yuan sürmüştü. Ki Çin’de hiçbir denetime tabi olmayan büyük bir gölge bankacılık sektörü ve bu sektörde biriken borç da var. Çin’in toplam borcu (30 trilyon dolar), milli hasılasının (12 trilyon dolar) neredeyse %270’ine ulaşmış durumda. 2008’de bu oran %160lardaydı. Çin’de üzerine konuşulması gereken bir balon da konut sektöründe kendini gösteriyor. Şu an 55 milyondan fazla boş konut bulunuyor ki inşaat sektörü ekonominin motor sektörlerinden hala biri.

Çin ekonomisindeki yavaşlama alametleri, Çin-ABD ticaret savaşından öncesine gidiyor. Çin, 2008 krizine rağmen küresel ekonomide 2010’a kadar çift haneli büyüme oranlarıyla göz doldursa da küresel ihracattaki tıkanma karşısında iç talep ve yatırımlara ağırlık veren Çin’in bu adımları ekonomik büyüme temposunu sürdürmesine yetmedi. Şu an ekonomik yavaşlama iyice görünür durumda. Çin ihracatının neredeyse dörtte birinin gittiği ABD’de de uygulanacak ekstra gümrük vergilerinin ekonomik daralmaya katkı sunacağı kesin. İstihdamda gerilemenin görüldüğü Çin’de dış talepteki azalma zayıflayan bir iç taleple birleşince iyice can sıkıcı oluyor. Örneğin Kasım 2018’de Çin’de oto satışları yıllık %18 düşerek ekonomide yavaşlamanın en somut işaretlerinden biri olmuştu. Ülkede son 3 yıldır ilk defa sanayi getirilerinde yavaşlama görüldü ve Çin sanayi şirketlerinin karı 2016’dan bu yana ilk kez daraldı.

Küresel Durgunluk, AKP’ye Yarar mı?

Kriz markerı kabul edilen imalat sanayi PMI verileri küresel düzeyde Eylül 2016’dan bu yana en düşük seviyesi olan 51.5’a gerilemiş durumda. Bir yanda 2017 ve 2018’de ekonomik toparlanmasıyla küresel ekonomi üzerinde olumlu etkilerde bulunan ABD’ye yönelik kötü beklentiler diğer yanda Çin’in ticaret savaşlarıyla pekişen ekonomik daralması küresel resesyon beklentilerini artırıyor. 2008 krizi sonrasında kullanılan taktikler de artık tıkanıyor. FED parasal daralmasını durdurup faiz oranlarını yükseltmese bile gelişmekte olan ülke ekonomileri tat vermiyor; yani sermayeye ballı börek artı-değer aktaracak kaynaklar azalmış durumda. Peki bu gidişatın Türkiye’ye etkisi ne olur? Ağustos’taki döviz krizi, devamında füze gibi artan enflasyon, borca bağımlı şirketlerin yaşadığı tökezlemeler iktidarı çok yıpratmıştı. Döviz krizini tetikleyen ABD ile diplomatik kriz, iktidarın tavizleriyle çözülünce biraz toparlanma mı oluyor sorusu akıllara gelmişti. Sonrasında ABD’de ekonomisinde geri gidiş dolar karşısında TL’ye bir süre değerlenme imkanı verdi. Şimdilerde petrol fiyatlarındaki düşüş, cari açığın önemli bir kısmını oluşturan yakıt harcamalarını azaltacak gibi görünüyor. Bu gelişmeler ülkedeki ekonomik krizi ertelemeye, durdurmaya yeter mi? AKP, yerel seçimlere kadar ekonomik krizin yakıcılığını azaltmak için eldeki imkanları seferber ediyor; ÖTV-KDV indirimleri, doğalgaz indirimleri, asgari ücret zammı… Ellerinden ne gelirse artık. Ancak bu çabaların ve küresel ekonomik gidişatın etkileri bir yere kadar iktidarı kurtaracaktır.

Küresel ekonomideki yavaşlama Türkiye’yi iki temelden vuracaktır. Birincisi ekonomik yavaşlama demek, Türkiye’nin ihracatının da gerilemesi demektir. Zaten iç tüketim, enflasyondaki sıçrama sonrasında azalmış; şirket batışlarının yaratacağı işten çıkarmalarla daha da kötüye gidecekken dış talebin de gümlemesi şirketleri daha da zora sokar. Ödemeniz gereken ciddi borçlar varsa dolar ucuzlasa da para elde etme kanallarınız kurduysa vay halinize. Zaten ülkenin uzun zamandır motor sektörü olmuş inşaat gümlemiş durumda. Bu yanına ihracatın daha da önem kazandığı beyaz eşya, metal, otomotiv sektörü eklenirse ekonomideki kriz hali kör göze parmak durumuna gelir.

Küresel ekonomideki gidişat daha da kötüleşse, döviz tl karşısında daha da değer kaybetse de ülke ekonomisi -özellikle de özel sökter- borca muhtaç. FED faiz artırmasa da parasal daralma devam ettiği sürece -ki ECB de katılıyor sürece- borç kanallarında ciddi bir kuruma yaşanacak. Erdoğan sürekli faiz düşürelim baskısı yaparken, sürekli gelişmekte olan piyasalardan negatif ayrışmasıyla kırılganlığını kanıtlayan Türkiye’nin sıcak para akışı için çok çekici olmayacağı açık. Dolayısıyla buradan yenilecek darbe tehlikesi geçip gitmiş değil.

Kısacası ekonomik büyümeyi yurtdışından dövizle borçlanarak sağlanan kaynaklarla iç tüketim talebindeki patlamaya angaje eden bir modelin, onun yarattığı yapısal sıkıntıların kısa vadede çözülme şansı yoktur.

 

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı