Sosyalizm Kazanacak!
/ Polemik / Küba’da Reform Süreci: İllüzyonlar Yıkılırken…

Küba’da Reform Süreci: İllüzyonlar Yıkılırken…

on 12 Eylül 2014 - 21:34 Kategori: Polemik
Küba’da reform süreci Raul Castro’nun Ağustos başında yaptığı açıklamaların ardından hız kazandı. Bugüne gelinen süreç içerisinde hükümet cep telefonu, bilgisayar gibi elektronik aletler tüketimini serbest bırakmış; Kübalıların yabancı turistler için inşa edilen otellerde konaklamalarının yolunu açacak yasa değişikliklerini onaylamıştı. Elbette bu tüketim serbestisinden yararlananlar yoksul Küba halkı olmadı. Turistlerin kaldığı otelde bir gece kalabilmek bir Küba işçisinin onlarca aylık maaşına denk düşüyor.
Reform süreci içinde işçiler için tavan ücret uygulaması kaldırıldı ve parça başı sisteminin öncülü olan bir uygulamaya geçildi. Reform programını yönlendirenler bu değişikliğin emek üretkenliğini artıracağını belirtmişlerdi. Ancak bu sistem ülke içindeki eşitsizliğin artmasına yol açtığı gibi, işçilerin dizginsizce sömürülmesinin de yolunu hazırlıyor. Geçtiğimiz bu süreçte kamu görevlilerinin konut mülkiyeti elde etmelerinin ve konutlarını miras bırakabilmelerini sağlayacak yasalar da kabul edilmişti. Bugün ise bir adım daha ileri gidildi ve kendi evini yapmak isteyenlere inşaat serbesti tanınarak bireysel konut mülkiyetinin yolu açıldı.
Reformlar Ne Anlama Geliyor?
Bugüne geldiğimizde ise reformların, Küba halkını bireysel işletmelerin kuruluşuna izin verileceği bir döneme hazırladığı görülüyor. Bireysel girişimler üzerindeki engeller kaldırılıyor. Bu ise kapitalist temeldeki özel işletmelerin üretim hayatına girmesini kolaylaştıracak. Üretimdeki devlet kontrolünün kademeli olarak yerini özel girişimcilere bırakacağı bir döneme girileceğini söyleyebiliriz. Raul Castro liderliğindeki hükümetin reform sürecindeki temel programı bu yönde. Bunu sağlamak için tarım sektöründeki devlet hakimiyeti arka plana alındı ve üretimdeki merkeziyetçi kurallar gevşetildi, kişilerin kendi ürünlerini yetiştirip satmalarına izin veren yasalar geçirildi. Geçtiğimiz günlerde berberlerin yasayla kendi dükkanlarına sahip olmalarının yolunun açılması pek çok yerde Küba’da “sosyalizm”in çözülüp çözülmediğine dair tartışmalar doğurmuş, Küba’nın nereye gittiğinin sorgulandığı bir döneme girilmişti. Berberlerle ilgili değişiklik aslında yapılmak istenenlerin ancak küçük bir adımıydı ve salt bir prova niteliği taşıyordu. Önümüzdeki dönemde ise bu uygulamalarının yaygınlaştırılması ve serbest mesleğin önündeki engellerin kaldırılması gündemde. Ki Raul Castro da bu iddiayı olumlayarak küçük işletmeler üzerindeki devlet kontrolünün azaltılacağını belirtmişti.
Bugüne kadar yapılan değişiklikler toplumu serbest piyasa kapitalizmine yavaş yavaş ısındırmak amacı taşıyor ve bu amaç sebebiyle de bir sıçrama tahtası görevi görüyor. Fidel Kastro’nun başkanlıktan çekilişiyle hız kazanan süreç, Küba’nın uluslararası kapitalizmle tam entegrasyonunun sağlanacağı bir aşamayla neticeleneceğe benziyor. Gerek Küba Komünist Partisi yetkililerinin gerek hükümete yakın çevrelerin yaptığı çeşitli açıklamalarda kamu sektöründe şişirilmiş bir istihdamın bulunduğu, üretici güçlerin yeterince kullanılmadığı ve verimliliğin artması için yeni yollar bulunması gerektiği vurgusu var. Yeni plana göre devlet sektöründe maliyet artışına sebep olan artı nüfus bireysel işletmelerin teşvik edilmesiyle yaratılacak yeni istihdam olanaklarından faydalanacak. Bu özel işletmelerin sahip olabileceği işçi sınırı henüz belli değil, ancak bunun da kademe kademe arttırılacağını söyleyebiliriz.
Ekonominin yapısal dönüşümünde yabancı sermayedarlara da artan oranda imtiyazlar sağlanıyor. Yeni yasaya göre yabancı sermayedarlar devlet arazilerini 99 yıllığına kiralayabilecekler. Bu imtiyazların amacı ise Küba’nın son dönemde ekonomisinin hayati önemdeki kesimini oluşturan turizm gelirlerinin devamlılığını ve artışını sağlamak. SSCB’nin çöküşünden sonra Küba turizm sektöründe yabancı sermayeye geniş alanlar açarak rahat bir nefes almıştı. 1991’deki çözülüşten sonra Küba hükümeti yabancı yatırımların önündeki engelleri kaldırarak ülkeye sermaye akışını serbest bırakmak zorunda kalmıştı. 20 yıl içinde şiddetle artan bir etki yaratan bu politika sonucu bugün Küba’daki doğrudan yabancı yatırım milyar dolara ulaşmış durumda.
Küba Ekonomisinin Niteliği ve “Devrimci” İllüzyonlar
Küba, SSCB’nin çözülüşünden beri yıllar boyu Stalinist sol tarafından “sosyalizmin taşıyıcısı”, “umudun kalesi” olarak methedildi. Kabesi büyük bir gürültüyle çökenler için biricik tutunacak dal olarak geriye Küba kalıyordu. Rusya hızla serbest piyasa kapitalizmine geçmiş, Çin 1970’lerden beri mevcut ekonomik sistemini “piyasa sosyalizmi” gibi ucube bir kavramla tariflemiş, Doğu Avrupa’daki bürokratik diktatörlükler yıkılmış ve bu bölge yeni bir pazar olarak kapitalizmin imdadına yetişmiş, batı merkezli sermaye gruplarının tahakkümü altına girmiş bulunuyordu. Doğu bloku hülyalarından geriye yalnız en koyu Stalinistlerin bile savunmaya cesaret edemedikleri Kuzey Kore ve SSCB’nin Karayipler acentası Küba kalıyordu. Peki tüm doğu bloku ülkeleri serbest piyasa kapitalizmine geçerken Küba neden aynı rotayı izlemedi ve bürokratik devlet kapitalizmi rotasında kalmaya devam etti?
Bu soruyu ancak Küba’nın kendi iç dinamikleriyle anlayabiliriz. Örneğin Çin, devrimden sonra hızla üretimi artıran bir sanayi programını hayata geçirmişti. Mao’nun “Büyük İleri Atılımı” on milyonlarca kişiyi açlıktan kırdı geçirdi ama bu atılım programı Çin’in geleceğini tayin edecek bir dönüşümün düğüm noktasıydı. Çin son 30 yılda emperyalistlere kök söktürecek konuma, kapitalizmini kademeli olarak geliştirerek geldi. SSCB sonrası Rusya zaten güçlü bir sanayiye sahipti. Küba ise hiçbir zaman kendi sanayisini geliştirme imkanını bulamadı. 60’lı yıllarda Che bu yönde hamleler yapmaya başladığında ise bir anda istenmeyen adam ilan edildiğini gördü. SSCB ile karşılıklı anlaşmaya göre Küba yatırımlarını sanayiye değil fakat tarıma ayıracak, şeker pancarı üretimine endeksli monokültür bir ekonomiye dayanacaktı. Nesnel koşulların elverişsizliği ulusal kalkınmacı Kastro önderliğinin elini kolunu bağlıyordu. Kastro arada sırada Latin Amerika’nın bağımsızlığından dem vuracak oluyor fakat ülke ekonomisinin güçsüzlüğü onu hemen tekrar SSCB ittifakının şefkatli kollarına teslim ediyordu.
Küba’da devrim bir işçi devrimi değil, ulusal kalkınmacı reformist önderliğin iktidarı ele geçirdiği bir toplumsal olay olarak gerçekleşmişti. Kapitalizmle ve özel mülkiyetle herhangi bir sorunları olmadığını açıklayan Fidel Kastro ABD’den yüz bulamayınca yüzünü SSCB’ye döndü ve planlı ekonomi, devlet mülkiyeti temelinde yutturulan bir “sosyalizmle” 50 yıl boyunca bürokrasinin sözcülüğünü üstlendi. Küçük burjuva önderlik üretimin başına çöreklenerek bürokratik denetimi hakim kıldı. Ancak düşük ölçekte sanayileşebilen Küba’da üretim tamamen devlet kontrolünde, tepeden bürokratlar tarafından denetlenen bir süreçten ibaretti. Küba’da ne işçi konseyleri oluşmuştu ne de üretimde işçi denetiminin nüveleri mevcuttu. İşçilerin ürettiği artı-değere el koyan bürokrasi yönetimde de tek hakim sınıf olarak kendini örgütlemişti.
İşte SSCB’nin çözülmesinden sonra kesilen yardımlar neticesinde bu bürokratik mekanizma reformlar yapmaksızın ayakta kalamayacağını anladı ve ilk adım yabancı sermayedarlara kapıların açılması oldu. Sanayinin dünya piyasalarındaki yetersiz rekabet gücü bürokrasiyi alternatif önlemleri düşünmeye sevketti. Şeker pancarının yerini turizm aldı ve Küba bir süre böyle ayakta durmayı denedi. Ancak gelinen noktada üretimdeki verimsizlik ve dünya pazarının sıkıştırmaları karşısında bürokratik önderlik kadiri mutlak bir devlet hakimiyetinin çözülmesi ve üretimdeki bürokratik kabuğun yavaştan çatlamasını ekonomik kalkınma için elzem görüyor. Böylece serbest piyasa kapitalizminin tohumlarının atılmasıyla işçi sömürüsünün koşulları da ağırlaştırılacak. Devlet güvencesinden yoksun bırakılan işçi sınıfından, sermayedarların insafına bırakılma pahasına, üretimi arttırmaları istenecek.
Elbette tüm bunlar Küba’nın özgün koşulları göz önüne alındığında derece derece yapılıyor ve aslında SSCB çözüldüğünden beri de sistematik reformlar dizisi işlemeye devam ediyor. Küba’nın ekonomik özgünlüğüne yukarıda değinmiştik. Bunun yanında Fidel’in yarattığı gelenek de Küba’yı geçmişteki Stalinist diktatörlüklerden ayıran bir görüntü sunuyor. Kastro önderliğindeki bürokrasi diğerlerinin aksine sanki üretimde ve yönetimde bir işçi denetimi söz konusuymuş gibi davranarak Küba’da sınıflar arası bir toplumsal mutabakat olduğu izlenimini vermek için özenle uğraştı. Eşitlikçi söylemler, Fidel’in popülizmi, ABD baskısının doğurduğu anti-Amerikancı histeriyle bütünleşti ve Fidel yönetimi kitle desteğini kendi iktidarı için bir meşruiyet aracı olarak hep kullandı. Geniş halk kitleleriyle ilişkiyi iyi tutmaya çalışan hükümet “halk yönetimi” söylemi altında devrimci muhalefetin önlemini daha doğmadan aldı. Fidel’in Havana mitingleri ve daha birçok ideolojik destek yönetimdeki bürokrasiyle emekçi sınıflar arasında bir uzlaşma ortamını bürokrasinin eline verdi.
Emekçi sınıfla bürokrasi arasındaki, diğer Stalinist devletlerden görünüşte oldukça farklı olan bu özgün ilişki reformların parça parça yapılmasını zorunlu kılan etmenlerden biri. Fidel’in iktidardan çekilişi de bu sürecin önemli noktalarından biri oldu. 50 yıl boyunca kitlelerin hafızasında devrim ve sosyalizmle özdeşleşen Fidel’in kapitalizme geçiş buyrukları vermesi derin bir sadakat kaybına yol açıp geniş kitleleri rejim muhalifliğine itebilirdi. Böylece Raul Kastro geçiş programını hayata geçirmek için hamleler yaparken Fidel de perde arkasından yaptığı açıklamalarla devrimci retoriği kullanmaya devam edebiliyor.
Ayrıca bürokrasinin ekonomik denetimini bir anda yitirmesi de kendi çıkarlarına ters. Zaman içerisinde özel kişilerin hizmetine tahsis edilecek devlet işletmelerinde de bu çok özel kişiler üst düzey bürokrasinin içerisinden seçilecek. Çin’de olan buydu. Küba’da da işçileri denetleyen fabrika müdürleri, üretim sürecinde ayrıcalıklı bir yer edinen ve toplumsal farklılaşmanın temelini oluşturan bürokratlar süreçten kazançlı çıkan unsurlar olacak.
Tek Ülkede Sosyalizm: Bir Teorinin İflası
Tüm bu saydıklarımızdan sonra Küba’da sosyalizmin iflası haykırışlarının boş laftan başka bir şey olmadığı görülecektir. Her fırsatta Küba’ya saldıran burjuva liberallerine bu kozu verenler de küçük burjuva sol unsurlar. Boş hayallere kapılanların, nihayetinde hayal kırıklığına uğraması kaçınılmaz bir durum. Oysa devrimcilik, kendine fırtınadan sığınacak limanlar aramakla, boş umutların telkin edici sarhoşluğunda manen rahatlamakla olmaz. Kendine küçük umut kaynakları yaratmak ve bu küçük dünyada teselli bulmak küçük burjuva rüyaların kaçınılmaz sonucudur. Küba örneği bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gösteriyor. Bundan 80 yıldan fazla zaman önce, Stalinist bürokrasinin teorik sığınağını oluşturan Tek Ülkede Sosyalizm teranesine verdiği cevapta Troçki kapitalist dünya sisteminin birbirine kopmaz bağlarla bağlı olduğunu teorik olarak açıklamıştı. Bunun pratik sonuçları SSCB örneğinde çok önceden görülmesine rağmen Küba konusundaki illüzyonlar ancak bugün yıkılıyor. Marksist teorinin yerine küçük burjuva hayal dünyasıyla karışık devrimci romantizm ikame edilince sonuç hep aynı oluyor: yine hüsran yine hasret… Oysa dünya devrimi şiarı, bir dünya sistemi olan kapitalizmi yeryüzünden silmek için yegane çözüm olarak önümüzde duruyor.

0 YORUM YAP

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir