Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Kitle Çalışmasının Temel Meseleleri – Güneş Gümüş

Kitle Çalışmasının Temel Meseleleri – Güneş Gümüş

on 5 Temmuz 2017 - 13:41 Kategori: Devrimci Perspektif, Güneş Gümüş, Marksist Teori, Yazarlar

Lenin’in Ulusların Kaderini Tayin Hakkı kitabında 1916 İrlanda Ayaklanmasını ele alırken devrim ve karşı-devrim güçlerinin tek bir büyük çarpışmasıyla devrim olacağını sananları sert şekilde eleştirir:

…bir ordunun belirlenmiş bir noktada mevziye girerek “biz sosyalizmden yanayız” ve bir başka ordunun da bir başka noktada saf tutarak “biz emperyalizmden yanayız” diyeceğini ve o zaman toplumsal devrim olacağını sanmak… “Saf” bir toplumsal devrim bekleyen kimsenin ömrü, bunu görmeye yetmeyecektir. Böylesi, gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde-devrimcidir (Lenin, 1992: 173).

Lenin’in çok güzel formülize ettiği “saflık” arayışı, kendini mücadele içinde farklı görüngüler altında sıklıkla gösterir: Kimi zaman kendi güçleri üzerinden hareket etme, kimi zaman kendi siyasal hattında olanlara hitap etme, kimi zaman kendi sosyalist kriterleri içerisinde eylemsel “saflık” arama şeklinde…

Bu durum, Marksizmin olmazsa olmazı olan dünyayı kavrama yöntemi diyalektikten uzak bir mekanik anlayışa ve dolayısıyla devrimci Marksizmin taktik-stratejik zenginliğinin bir kenara bırakılmasına denk düşer. Bunun anlamı da egemen sınıfların her türlü imkânı karşısında devrimci hareketin kötürümleştirilmesinden başkası değildir.

Lenin, devrimin temel yasasını şöyle tarifler; “…devrim olabilmesi için, sömürülen ve ezilen yığınların, eskiden olduğu gibi yaşamanın olanaksız olduğunu bilincine varmaları ve değişiklik istemeleri yetmez; devrimin olması için, sömürücülerin eskiden olduğu gibi yaşayamaz ve yönetemez duruma düşmeleri gerekir.” Bu demektir ki yönetici sınıfı sarsan kriz koşullarında onu daha da zora sokacak, krizini derinleştirecek politikalar üretmek ve bu politikaların ulusal çapta etki kazanacak şekilde hayata geçebilmesi için sömürülen-ezilen yığınların önderliğini kazanarak onları harekete geçirebilmek gereklidir. Kitlelerin önderliğini kazanma, devrim anının meselesi değil; bugünden o ana kadar sürecek bir mücadelenin; kitle çalışmasının ürünüdür. Kısacası adlarının hakkını verecek devrimciler için kitle çalışması olmazsa olmazdır. Peki nasıl? Kitle ve kitle hareketi ile parti ilişkisi nasıl olmalıdır?

Sınıf Mücadelesi

Devrimci parti teorisinin mimarı olan Lenin’in en uzak olduğu tutum herhalde kaderciliktir. Kaderci şekilde tarihin olağan akışını beklemeyi değil ona doğrudan müdahale etmeyi önüne koyan Lenin‘in bu doğrultudaki aracı devrimci partiden başkası değildir. Tarihe müdahale etmenin anahtarı, işçi sınıfının devrimci potansiyellerinin açığa çıkarılması ve ilerletilmesinden geçmektedir. İşçi sınıfı toplumu dönüştürecek ve yeniden örgütleyecek potansiyele sahip olabilir ama bunu yapıp yapmayacağı kesin değildir; ancak kendi çıkarının bilincine varmış bir özne olursa bu potansiyel gerçeklik kazanır. Bu özne olma süreci, sınıf mücadelesinin çeşitli merhalelerinde pişmeyi gerektirdiği gibi bu mücadelede onun ordusunun genelkurmayı olacak bir devrimci parti olmadan bu zafer imkânsızdır. Bu da sınıf bilincinin gelişimine bağlıdır. Bu bilincin gelişimi, yani işçi sınıfının bir sınıf olduğunun ve diğer sınıflarla çatışmalı ilişkisinin farkına varması, ancak sınıf mücadelesi içinde mümkün olabilir.

İşçi sınıfının özneleşmesini, Marks, kendisi için sınıf olarak nitelendirmiş; özellikle egemen sınıfların ekonomik ve dolayısıyla politik-düşünsel egemenliklerinin kırıldığı kriz dönemlerinin, devrimci potansiyellerin ortaya çıkması için en uygun koşulları yarattığını söylemiştir. İşçi sınıfının bir bütün olarak bilinç kırılması yaşaması için toplumsal-ekonomik kriz anları en uygun anlar olsa da işçi sınıfının tek tek üyeleri için durum farklıdır. Toplumda sahip olduğu ekonomik egemenlik nedeniyle düşünsel egemenliği de bulunan egemen sınıfların düşünsel hegemonyası işçi sınıfı ve elbette bütün sınıflar içinde eşit şekilde dağılmamıştır. İşçi sınıfı içinde küçük bir azınlık, işler burjuvazi için tıkırında giderken kendi ve diğer sınıfların konumları hakkında ileri bir bilince ulaşır. Bu azınlık bir devrimci parti içinde bir araya getirilebilirse – ki getirilmelidir – bulunduğu alanlardaki sınıf mücadelelerini öne çekeceği gibi devrim koşulları oluştuğunda devrimci partinin neferleri olarak işçi sınıfına ve müttefiklerine yanlış yollara sapmadan zafere doğru ilerlemesinde önderlik edebilir. Dolayısıyla devrimin gerçekleşmesinin yegâne yolu, nihai olarak işçi sınıfının öncü kadrolarından oluşan devrimci partinin sınıfın geri kalanının önderliğini kazanabilmesidir. Bu önderlik ancak içeriden kazanılabilir; sadece bu iddiaya sahip olmak ve hatta bunu gerçekten hak etmekle değil. Bu da an be an örülen bir mücadelenin ürünü olabilir ancak.

Sınıf mücadelesi, sadece ekonomi alanında şekillenen bir mücadele değildir. Lenin’in en büyük kavgaları verdiği, halen de yok olmayan “ekonomizm” ekonomik ve politik mücadeleleri ayırarak işçi sınıfını ekonomik mücadelenin kalıplarına hapsetmeye çalışır. Oysaki sınıf bilinci sadece ortak çıkarlara sahip bir toplumsal grup olduğunu anlamakla sınırlı değildir; hem karşıt sınıflarla çelişkileri kavramak hem de kendisini sömüren sınıfların politik yönetme araçlarını (devlet, ordu, polis, hukuk vb.) anlayarak kapitalist sistemin bütüncül bir kavrayışına sahip olmayı gerektirir. Piatnitskiy, Bolşevik fabrika hücrelerinin sınıf mücadelesini ekonomik ile politik mücadeleyi birleştirerek nasıl ilerletmeye çalıştıklarını şöyle anlatır:

Çarlık Rusyası’nda hücreler… fabrika tezgahında sözlü ajitasyon yapmak, bildiri dağıtmak, fabrika kapılarında ya da fabrika avlularında miting yapmak, daha sınıf bilinçli ve devrimci işçilerle ayrı toplantılar düzenlemek için, fabrikalarda şikayete sebep olan her şeyden yararlandılar; ustabaşının sertliğinden, ücretlerin azaltılmasından, para cezalarından, iş kazalarında tıbbi yardım sağlanmamasından vb. Bolşevikler daima fabrikalardaki kötü muamele ile otokrasinin yönetimi arasındaki bağlantıyı gösterdiler… Aynı zamanda, parti hücrelerinin ajitasyonunda otokrasi kapitalist sistem ile birlikte ele alındı; öyle ki, işçi hareketinin gelişmesinin daha başlangıcında Bolşevikler ekonomik mücadele ile politik mücadele arasında bir bağlantı kurdular (aktaran Molyneux, 2015: 103).

Sınıf mücadelesi, salt üretim alanında işçi ve patron arasında gerçekleşmez ya da sadece ekonomik meselelere dayanmaz. İşçinin çalışma saatini uzatan bütün uygulamaların (tuvalete gitmenin sınırlanması, işyerinde kart sisteminin varlığı, mesailer vb.) ve işçinin bunlara karşı alttan alta veya açıktan direnişinin olduğu gibi zorunlu bireysel emeklilik sistemi ile birikimlerimizin patronların kasasına aktarılması da veyahut politik temsillerimizin önüne geçen siyasi partiler kanunu da, seçim sistemi de… Hepsi sınıflar arasındaki mücadelenin arenalarıdır.

Marks’ın dediği gibi sınıf mücadelesi açık ya da gizli, zayıf ya da güçlü şekilde kapitalizm altında her daim sürmektedir. Sınıf mücadelesinin devrimci bir noktaya ulaştığı ana kadar bu mücadelenin gündeminde çoğunlukla sistemin sınırlarını aşmayan (ufak tefek ya da daha köklü) meseleler vardır. Aslında devrimci Marksistler, işçi sınıfı ve diğer ezilenlerin kapitalizm altında bir kurtuluşlarının olmadığının bilincindedirler. Öyleyse neden Piatnitskiy’inin örneğini verdiği ustabaşının sertliği, ücretlerin düşüklüğü gibi meseleler için mücadele yürütürler? Mesela burjuva düzende – ya da AKP iktidarı altında diye de okuyabilirsiniz bu önermeyi- adalet mi olur, olsa olsa burjuva adaletinden söz edilebilir: o zaman adalet talep etmek bir hata mıdır; burjuvaziden adalet mi talep edilmektedir? Bu soruların cevabı, önceki paragraflarda anlattığımız işçi sınıfının tarihin dönüştürücü öznesi olması sürecinin bu mücadeleler içinde mümkün olmasında yatmaktadır. Elbette ki sınıf bilinci tedrici olarak sürekli ileriye doğru bir gelişim içinde değildir; ileri doğru sıçramalar olduğu gibi geriye doğru düşüşler de yaşanır, ama bu küçük mücadeleler işçi sınıfının çok daha fazla sayıda mensubunun bilinçlenmesi için olmazsa olmazdır: “Lenin için bütün bu süreç, proletaryanın sınıf bilinci uğruna, bütün toplumsal sınıf ve grupların eylem içindeki ilişkilerini proletaryaya kavratabilmek ve böylece onu iktidarı ele geçirmeye hazırlamak için verilen savaşın parçası idi” (Molyneux, 2015: 73).

Devrimci Marksistler, reformistlerin aksine reformlarla kapitalizmin daha yaşanılabilir kılınacağını düşündüğü için değil; bu reform mücadelesi devrim mücadelesi yolunda işçi sınıfının ilerlemesinin taşlarını hazırladığı için bu mücadelelerin yürütücüleridir. Bugün daha az çalışma, daha iyi ücret ya da adalet için mücadele etmeyen bir işçi sınıfının devrim yapma şansı da yoktur. Ya da başka türlü bir örnek verelim: esas olarak sosyalistlerin önünü kesmek için 12 Eylül’ün koyduğu %10 seçim barajını kaldırmak için mücadele eden işçi sınıfı devrimcileşme yönünde ileriye doğru epey bir yol almış demektir. İlk bakışta devrimcilikle seçim barajı için mücadele etmek çelişik bir durum gibi görünebilir, ama gerçekte durum hiç de öyle değildir. %10 barajının asıl engellediği sosyalist partilerin parlamentoda temsili için verilecek bu mücadele işçilerin sosyalistleri kendi temsilcileri olarak görmeleri anlamına gelir ki işçi sınıfı bilinci açısından oldukça ileri bir noktaya tekabül eder. Ve bu durum, işçilerin mücadelede daha da ileri gideceklerini gösterir.

İşte bu durum, devrimci partinin güne uygun reform taleplerini içeren asgari programı ile nihai devrimci hedefe tekabül eden azami programı arasında bağlantının kurulma noktasıdır. Azami programa ulaşma yolunda mücadelenin gün be gün örülmesinin araçlarıdır asgari program: “Devrimci sosyal-demokrasi(1), reformlar uğruna savaşımı, eylemine her zaman katmıştır ve şimdi de katmaktadır… Devrimci sosyal-demokrasi, bütünün bir parçası olarak reformlar uğruna mücadeleyi, özgürlük uğruna ve sosyalizm uğruna devrimci mücadeleye, tabi kılar” (Lenin, 2004: 72).

İşçi sınıfının devrimci eylemini toplumsal kurtuluş için esas kabul eden Leninizmin temel özellikleri, kitlelerle bağı sürdürmek için her yolu kullanma ve burjuvazi ile her an yeniden şekillenen savaşta dogmatik formülasyonlara takılı kalmadan taktik zenginlik göstermedir. Lenin, bu özelliklere sahip olmayanları devrimcilikle uzaktan yakından alakası olmayan gevezeler olarak değerlendirmiştir: “…geri çekilmenin gereğini anlamayan, nasıl geri çekilmek gerektiğini bilmeyen, en gerici parlamentolarda bile legal olarak çalışmanın, en gerici sendikalarda, kooperatiflerde ve benzeri örgütlerde çalışmanın kesin gereğini anlamayan devrim gevezeleri…(Lenin, 1991: 17)

Ama Nasıl?

Her sınıflı toplumda olduğu gibi kapitalizmde de sınıflar arasındaki mücadele dur durak bilmeden sürmektedir ama bu mücadelenin açık bir hal kazandığı koşullar işçi sınıfının politik olarak ilerlemesi için en uygun anlardır. Sınıflar arası kavganın cisimleştiği koşullarda (mesela bir grevi, demokratik bir taleple yürütülen bir mücadeleyi, katliamlara karşı yapılan bir mitingi düşünün) sınıflar arası çelişkiler alenileşir; sınıfların sınırları ve müttefik güçleri netleşir; devletin ve onun organlarının/kurumlarının pozisyonu açıklık kazanır. Yani, dost da düşman da en iyi kavga içinde tanınır. İşte böyle anlarda sosyalistlerin özellikle eyleme yön vermek, kitleleri dönüştürmek için müdahil olması gerekir: Ama nasıl?

Kitlelerin bir taleple harekete geçtiği eylemlilikler çoğunlukla kendiliğinden şekilde gerçekleşmez. Elbette ki kendiliğinden şekilde patlayan mücadelelere bolca örnek bulunabilir ama genel eğilim çeşitli işçi sınıfı örgütlerinin bu mücadelelere önayak olması şeklindedir. Mesela sendikalar, dernekler, Lenin’in burjuva işçi partileri dediği sosyal demokrat partiler gibi.

Gerek sendikaların tepesini işgal eden sendikal bürokrasi gerekse sosyal demokrat partilerin liderliği yozlaşmış, düzene entegre olmuş; mücadeleye giriştiğinde bile ilk zorlamada geri adım atarak mücadeleye girişen kitleleri yalnız bırakacak, düzene sadık, orta yolcu unsurlardan oluşur. Peki, öyleyse bu örgütlerin önderliği altında hareket eden kitlelere ulaşma ve onları etkileme-yönlendirme derdinde midir sosyalistler ve bu nasıl yapılacaktır?

Sendikalar söz konusu olduğunda sosyalistler arasında kafa karışıklığı daha azdır. Lenin, çok açık biçimde, en geri sendikalarda bile devrimcilerin çalışmasının gerektiğini, emekçileri bu liderliklere terk etmenin doğru olmayacağını tartışmıştır: “Gerici sendikalarda çalışmamak demek, gerektiği kadar gelişmemiş olan ya da henüz geri olan işçi yığınlarını gerici liderlerin etkisine, burjuvazi ajanlarının, aristokrat işçilerin ya da ‘burjuvalaşmış işçilerin’ etkisine terk etmek demektir” (Lenin, 1991: 46). Lenin, sosyalist politikanın sadece sendikalı işçilere götürülmesinden bahsetmez elbette; kitlelere ulaşmak için onların bulunduğu her alana sirayet etmek gerektiğini belirtir: “…mutlaka yığınların olduğu yerde çalışmak gerekir. Asıl, kurumlarda, derneklerde, örgütlerde, proleter ya da yarı proleter yığınların bulduğu her yerde (bunlar en gerici eğilimde olsalar bile) yöntemli, azimli, inatçı ve sabırlı bir bilinçlendirme çalışmasıyla bütün özverileri göze almak, en büyük engelleri göğüslemeyi bilmek gerekir” (Lenin, 1991: 46).

Peki, sosyal demokrat partilerin önderlik ettiği hareketler için durum nedir? Elbette ki emekçi sınıfların içinde çok farklı kimlik ve siyasal düşünceden sosyalist harekete gelen unsurlar vardır, olacaktır da ama devrimcilere genel olarak en yakın kitle sosyal demokrat emekçilerdir. Dolayısıyla devrimcilerin bu emekçileri kendi siyasetine kazanmak temel görevlerinden biridir. Lenin, “bizim için zamanını doldurmuş olan bir şeyin, sınıf için, yığınlar için zamanını doldurduğunu sanmamak” (Lenin, 1991: 53) gerektiği konusunda bizi uyararak komünistlerin görevinin düzen içi bütün siyasetin “…“siyasi olarak eskimesine” yardımcı olmak” (Lenin, 1991: 55) olduğunu anlatır. Bunun yolu da kitlelere dışarıdan ahkâm kesmekle değil; onlarla birlikte mücadele ederken kendi deneyimleriyle bunu öğrenmelerini sağlamaktan geçmektedir: “…işçi sınıfının çoğunluğunun görüşünde bir değişiklik olmazsa, devrim olanaksızdır; bu değişmeyi ise, yığınların siyasal deneyimi sağlar, yalnızca propaganda değil. (Lenin, 1991: 81)

Peki, sosyal demokrat kitlelere ulaşmak için her koşulda sosyal demokrat partilerin eylemlerine müdahil olmak gerekir mi? Hiç aksi bir durum olamaz mı? Elbette ki vardır. Derdimiz sömürülen-ezilen yığınlara kendi siyasetimizi götürmek; mücadele ederken onlara doğru taktikler sunarak mücadelelerinin ilerlemesini sağlamak ve böylece onların önderliğini elde etmek ise kendi siyasal perspektifimizi ortaya koymamıza imkân vermeyen eylemliliklere müdahil olmak da düşünülemez. Böyle bir dahiliyet, o eyleme tabi olmak anlamına gelir ki bu büyük bir hata olacaktır. Öyleyse sosyal demokrat emekçilere ulaşmak için sosyal demokrat partilerin önayak olduğu mücadelelerin içinde yer alırken propaganda, ajitasyon, eleştiri ve siyasal eylem özgürlüğümüzün korunması temel kriterimiz olacaktır.

Burada bir soruya da değinmeden geçmeyelim… Sosyal demokrat partilerin mücadelelerine dâhil olmak bizi onların bulunduğu siyasal hatta mı çeker? Kendi siyasal perspektifini kendi araçlarıyla ortaya koyma özgürlüğü bulunduğu sürece hayır. Bu noktada belirtelim; reformist önderliklerin güçlü olduğu ve muhataplarını kendi etkisi altına alabileceği alan, üst siyaset alanıdır. Sendikal bürokrasinin tepe konumları ve bunlara dair anlaşma-ittifaklar gibi… Devrimcilerin güçlü olduğu alan ise sokaktır. Çünkü sokak mücadelesi, bir turnusol kâğıdıdır. Mücadeleyi ilerletme, geri çekilme açısından tutun da söylem ve taleplere kadar. Sokaktaki mücadele reformist önderliğin kendi sınırlarını, düzen içiliğini ortaya koyacağı; mücadelenin asıl önderliğinin ancak devrimciler olacağının görüleceği alandır.

Devrimciler açısından kitle çalışması sadece kitlelerin bulunduğu her alanda yer alarak onlara politikalarını götürmekten de ibaret değildir. Sistemin krizlerini derinleştirmek ya da gerici dönemlerde muhalefet cephesini saldırılar karşısında genişletmek için çeşitli ittifaklar, birleşik işçi cepheleri de kurulabilir. Bu ittifakların taraflarından biri de sosyal demokrat partilerdir. Örneğin Lenin, İngiltere’de krize giren sistemin krizini derinleştirirken kitlelere sosyal demokrat önderliklerinin de yetersizliğini göstermek için siyasi özgürlüğünü koruma şartıyla komünistlerin sosyal demokratlarla (Henderson ile Snowden’ların İngiliz İşçi Partisi) seçime birlikte girmeyi önermesi gerektiğini savunur:

Komünist Parti, Henderson ile Snowden’e, bir “uzlaşma”, bir seçim anlaşması önerir: Llyod George ve muhafazakârlar koalisyonuna karşı birlikte yürürüz; parlamentodaki milletvekillerini, işçilerin, İşçi Partisine olsun, komünistlere olsun verdikleri oylarla orantılı olarak paylaşırız. (Genel seçimlerdeki oy değil, özel bir oylamada) biz, tam bir propaganda, ajitasyon ve siyasal eylem özgürlüğünü koruruz. Bu sonuncu koşul olmadan, besbelli ki, blok da kurulamaz, çünkü siyasal eylem özgürlüğünü elde etmeden uzlaşmaya varmak ihanet olur… (Lenin, 1991: 83)

Lenin’in bu taktiğinin hedefi, hem muhafazakârları yenilgiye uğratarak İngiltere egemen sınıflarının krizini ilerletmek hem de birlikte mücadele ettikleri kitlelere kendi deneyimleriyle sosyal demokrat önderliğin ne olduğu göstererek onları komünistlerin saflarına kazanmaktır:

Eğer biz, salt bir devrimciler grubu değil de, devrimci sınıfın partisi isek; arkamızdan yığınları sürüklemek istiyorsak (ki böyle bir isteğimiz yoksa gevezeden başka bir şey olamayız), ilkin Henderson’un ya da Snowden’in Llyod George ile Churchill’i yenmelerine yardım etmeliyiz (daha doğrusu, birincileri, ikincileri yenmeye zorlamalıyız, -çünkü birinciler kendi zaferlerinden korkmaktadırlar!); ve sonra da işçi sınıfının çoğunluğunun, Henderson’larla Snowden’lerin hiç bir işe yaramadıklarını, bunların hain küçük-burjuvalar olduklarını, iflaslarının kesin olduğunu, kendi deneyimleriyle anlamalarına yardım etmeliyiz; ve son olarak, Henderson’lardan umudunu kesen işçilerin çoğunluğunun Henderson hükümetini düşürmede ciddi başarı şansları olacağı anı yakına getirmeliyiz (Lenin, 1991: 83).

Devrim yolunda ilerlerken çeşitli uzlaşma-ittifaklar yapma, birleşik cepheler kurma gereği kapitalizmin doğasından kaynaklanmaktadır; farklı sınıfları, işçi sınıfı içinde daha geri unsurları işçi sınıfının en ileri kesiminin (devrimci partinin) önderliği altında toplamak için bir gerekliliktir:

Proletarya, proleterden yarı-proletere (işgücünün satışından geçiminin ancak bir kısmını sağlayan yarı-proletere), yarı-proleterden küçük köylüye (ve kent ya da köydeki küçük zanaatçıya, genel olarak küçük işletmeciye), küçük köylüden orta köylüye vb. geçişi yansıtan son derece çeşitli toplumsal tiplerle çevrili olmasaydı; proletaryanın kendisi de, mesleksel gruplar gibi, bazen dinsel vb. gruplar gibi kategorilere bölünmeseydi, kapitalizm, kapitalizm olmazdı. Proletaryanın öncüsü için, onun bilinçli bölümü için, komünist partisi için, gerektiğinde zikzaklı, dolambaçlı yoldan yürümenin, ayrı ayrı proleter grupları ile, ayrı ayrı işçi partileri ve küçük üretici partileriyle anlaşmalar yapmanın, uzlaşmalara varmanın gereği, bundan doğmaktadır. Sorun, bu taktiği, proletaryanın genel olarak bilincini, devrimci ruhunu, savaşma ve yenme yeteneğini düşürecek değil, yükseltecek biçimde uygulamayı bilmektir (Lenin, 1991: 70).

Bolşevik parti bir kitle partisi değildir; en ileri bilince sahip öncülerin partisidir. Leninist modelde örgütlenmiş bir devrimci parti, bir kadro partisidir ama kurtuluşun yolunun kitlesel sınıf hareketinden geçtiğinin bilinciyle işçi sınıfına bu mücadelede zafere ulaşması için önderlik etme peşindedir. Bu önderlik, işçi sınıfının daha geniş kesimini kendi bilinç düzeyine çekme mücadelesidir de. Lenin’in belirttiği gibi “…komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onların arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan başka bir şey olmayan ‘sol’ sloganlar ileri sürerek onlardan ayrılmak değildir” (Lenin, 1991: 47).

(1) Lenin, kullanıldığı sosyal-demokrasi adlandırması döneminde bütün sosyalist hareket tarafından benimsenmiştir. Ancak Birinci Dünya Savaşı sırasında oldukça güçlü ve etkili sosyal demokrat partilerin kendi burjuva hükümetlerinden yana yer almasıyla Bolşevikler, devrimci sosyal-demokrasi olarak kendilerini adlandırmayı bırakarak komünist ismini öne çıkarmışlardır.

Kaynakça

Lenin, V.I. (1991) Komünizmin Çocukluk Hastalığı “Sol” Komünizm, Ankara: Sol.

Lenin, V.I. (1992) Ulusların Kaderini Tayin Hakkı, Ankara: Sol.

Lenin, V.I. (2004) Ne Yapmalı, Ankara: Sol.

Molyneux, J. (2015) Marksizm ve Parti, Ankara: İmge.

 

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı