Kaşıkçı Cinayeti ve Emperyalizmin İkiyüzlülüğü

Kaşıkçı Cinayeti ve Emperyalizmin İkiyüzlülüğü

20 gün önce Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’na girdikten sonra bir daha kendisinden haber alınamayan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürüldüğü resme açıklandı. Suudi Arabistan Başsavcılığı’ndan yapılan açıklama şöyle: “Başsavcılığın Cemal Kaşıkçı’nın ortadan kaybolması üzerine yürüttüğü ön soruşturmada, Krallığın İstanbul Konsolosluğu’nda olduğu sırada tanıdığı kişilerle yaptığı görüşmelerin, kavgaya ve Cemal Kaşıkçı’nın neden olduğu bir çatışmanın onun ölümüne yol açtığını ortaya koymuştur.” Ayrıca Kaşıkçı cinayetinden sorumlu tutulan 18 kişinin gözaltına alındığı belirtilirken, bu isimler arasında Veliaht Prens Muhammed Bin Salman (MbS)’a olukça yakın kişiler bulunuyor.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Cübeyr ise yaptığı açıklamada MbS’yi bu vahşet tablosunun tamamen dışında tuttu. Cubeyr açıklamasında “Bu, korsan bir operasyondu. Bu, dahil olan kişilerin yetki ve sorumluluk sınırlarını aştıkları korsan bir operasyondu. Cemal Kaşıkçı’yı öldürerek hata yaptılar” dedi.

2 Ekim’den bu yana Kaşıkçı’nın öldürüldüğü konusunda hemen hemen herkes hemfikirdi. Fakat bu gerçeğin bilinmesi bir şeyi değiştirmedi: Yaklaşık 20 gün boyunca ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan olayı aydınlatmaktan çok olayın üzerinin nasıl örtüleceği konusuyla meşgul oldu. Her üç ülke arasında cinayetin şimdilik MbS’ye dokunmadan kontrolden çıkmış bir grubun üzerine atılması konusunda uzlaşıldığı anlaşılıyor; ancak her üç ülkenin karşılıklı beklentileri hesaba katıldığında Kaşıkçı meselesinin yakın vadede tamamen rafa kaldırılması söz konusu olmayacaktır.

ABD başlangıçta Suud rejimine fazla zarar vermek istemedi ve bu yönde suskunluğunu korudu. Trump yönetimi göreve geldiğinden bu yana ülkeyi demokrasi ve insan haklarına götürecek reform sürecinin mimarı olarak MbS’yi pazarlıyordu ve Yemen Savaşı, Katar ambargosu gibi konularda arkasında duruyordu. Öte yandan hırslı ve kural tanımaz prensi İran’a karşı mayın eşeği olarak kullanabileceği ayrı bir gerçekti. Kaşıkçı için elindeki böylesine kıymetli bir oyuncağı kırmak istememesi anlaşılır bir sebep. Ancak Kaşıkçı cinayetiyle birlikte Washington, MbS’nin sırtının fazla sıvanmış olduğu gerçeğiyle de yüz yüze.

Suudi Arabistan geçmiş yüzyıldan bu yana ABD’nin bölgedeki en önemli ve kullanışlı araçlarından birisi oldu. Her iki ülke de birbirine yaşamsal bağlarla bağlı. Suudiler dünyanın en büyük petrol rezervinin sahibi ve aynı zamanda en büyük üretici olarak OPEC içerisinde hayati bir role sahip. Petrolden elde edilen devasa gelir hem 1973’ten bu yana kurumsallaşan petro-dolar döngüsü aracılığıyla ABD ve Batılı büyük ekonomileri besliyor hem de kraliyet ailesi ABD’nin en yağlı silah ve askeri teknoloji müşterisi. MbS ile Trump geçtiğimiz yıl 110 milyar dolarlık bir silah anlaşmasının altına imza atmışlardı. Ekonomik boyutun yanında ABD’nin Ortadoğu planlarında Suudiler önemli bir aktör. Suudi Arabistan-Mısır-Birleşik Arap Emirlikleri ve Körfezin kirli rejimleri İran’ın çevrelenmesi ve bölgesel yayılımının kırılması için ABD ile kol kola yürüyor. Bölgedeki vekalet savaşlarına önemli bir siyasi ve ekonomik destek sağlıyorlar.

Ancak bütün önemine karşın MbS’nin Trump yönetiminden aldığı destekle yaptığı şımarıklıklar ABD kamuoyunda da tepki çekiyor ve egemen sınıf içerisinden de bu yapılan bir yaptırıma tabi tutulması talebi giderek yükseliyor. New York Times’ta Nicholas Kristof imzasıyla yayınlanan köşeyazısında yer alan “Sözün özü, deli prens yalnızca barbar değil, aynı zamanda güvenilmez ve beceriksiz de. Bizim çıkarlarımızı ilerletmez, onlara zarar verir. Gerçekten de şahsi endişelerimden biri, bizi İran’la yaşanması muhtemel bir savaşa sürüklemeye çalışacak olması.” sözleri MbS’nin müttefik olarak ne kadar güvenilebileceğinin tartışılmaya başlandığını gösteriyor.

Financial Times’ta 18 Ekim’de yayınlanan bir makalede de Batı’nın MbS gibi diktatörlerle çalışması sorgulanıyor: “…Batı’nın siyasi güç odakları sürekli aynı hatayı yapıp gençliği dönüşüm iradesiyle bir tutup yurtdışına giden, sanatla, dijital dünyayla ilgilenen genç hükümdarların daha sorumluluk sahibi davranacaklarını düşündü.”

Guardian’da da “Demokratik yolla seçilen devlet başkaları ve hükümetler, bu yolda mücadele vermek, bu kaybı geri çevirmek yerine sorumlu diktatör ve despotlara sessizce göz yumuyor ya da olanları görmezden geliyor. Benzer zulümler her gün yaşanıyor ve her gün bunlar cezasız kalıyor.” sözleriyle Batılı ülkelerin Suud rejimiyle ilişkisi göz önüne serildi.

Bütün tepkilere rağmen Batılı ülkelerin Suud rejiminin işlediği vahşi suçlara yaklaşımı tam bir ikiyüzlülük içeriyor. Trump şimdiye dek silah satışını durdurmak başta olmak üzere Suudilere yaptırım uygulamanın onlardan çok ABD’ye zarar vereceğini açıklayarak tepkileri göğüslemeye çabaladı. Bugüne kadar Kaşıkçı meselesinin dışında Yemen’de yürütülen ve milyonlarca insanı derin bir açlığın pençesine düşüren savaş için tek bir kelime bile söylenmedi. AB ülkeleri de yaptırım seçeneklerini ancak Suudi rejimi cinayeti itiraf ettikten sonra gündeme almaya başladılar, ancak bugüne kadar benzeri suçlar karşısında sessiz kaldılar. Geçtiğimiz yıl MbS ABD’yi ziyaret ederken Google, Microsoft, Amazon gibi dev şirketlerin sahipleri prensin karşısında ip gibi dizilmişlerdi.

Dahası 4 Mart’ta Londra’da eski Rus ajanı Sergey Skripal ve kızı sinir gazıyla suikast girişimine maruz kalmışlar ve bu olay sonrasında birçok ülkede yüzlerce Rus diplomat sınır dışı edilmişti. Üstelik Rusya kabul etmemesine rağmen! Bugünse ortada aleni olarak işlenmiş vahşi bir cinayet söz konusu; ancak çıkar ortaklığı kapitalist devletler açısından her şeyden önce geliyor. Trump yönetimi daha önce “biz olmasak iki hafta yerinizde oturamazsınız!” diye esip gürlediği Suud rejiminden ARAMCO’nun hisselerinin New York borsasına açılması, İran yaptırımları sonrası petrol fiyatlarının artma ihtimaline karşı petrol arzının artırılması gibi tavizleri alırsa MbS’nin kirli geçmişini görmezden gelecektir.

Başlangıçta Türkiye sessiz kalsa da bu pazarlıkta Erdoğan iktidarının da çeşitli hesaplarının olduğu unutulmamalı. Suudi Arabistan ve Erdoğan Türkiye’si Ortadoğu’da Sünni dünyanın liderliği konusunda apayrı hedefleri olan iki ülke ve Kral Salman’dan sonra ülkenin yönetimini eline alacak olan MbS Erdoğan için istenebilecek en son seçenek. Büyük ölçüde bu rekabetin bir sonucu olarak aradan geçen 20 günde Kaşıkçı’nın kimler tarafından, nasıl öldürüldüğüne dair birçok ayrıntı kamuoyuna sızdırıldı. MbS’nin ehlileştirilmesi ve Kaşıkçı meselesiyle birlikte geleceğinin belirsizleşmesi Erdoğan için güçlü bir rakibin zayıflaması anlamına gelir. Daha önce Katar ve İhvan meselesinde Suudlarla ters cepheye düşen Erdoğan Kaşıkçı cinayetini de gerekli tavizleri alamadığı takdir de eşeleyecektir.

Ortada açık bir cinayet var, ceset yok. Yaptırım da zaten yukarıda saydığımız gerekçelerden ötürü yok. Kaşıkçı cinayeti emperyalist kapitalizmin bütün kirli çıkar ilişkilerini, devletler arası suç ortaklığını bir kez daha gözler önüne sermiş durumda.

KATEGORİLER