Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Kapitalist Üretimin Değişen Çehresi ve İşçi Sınıfı – Güneş Gümüş

Kapitalist Üretimin Değişen Çehresi ve İşçi Sınıfı – Güneş Gümüş

P15322415_10154692114467980_25919837_oost-endüstriyel toplum, post-kapitalist toplum… Değişen ekonomik, toplumsal yaşama dair bu tanımlamaların listesini uzatmak mümkün.

Peki, öncesi ve sonrasında temel olarak farkı yaratan ne? Bu tanımlamaların sahiplerine göre başlıca değişim, mal üretiminden hizmet sektörüne geçilmesi (yani imalat sanayinin etkinliğini, merkezi pozisyonunu kaybetmesi). Post-endüstriyel toplum kavramını lügatımıza sokan Daniel Bell’e göre, “Endüstri sonrası toplumlarda esas önemli nokta eğitim, sağlık, sosyal hizmetler gibi insani hizmetler; bilgisayar, sistem analizi ile bilimsel araştırma ve geliştirme gibi mesleki hizmetler alanında yoğunlaşmaktadır.” (Bell, s.126-129, 128)

 

TARIM

ENDÜSTRİ

HİZMETLER

1999

2009

1999

2009

1999

2009

Dünya

40,2

35,0

20,6

21,8

39,1

43,2

Gelişmiş Ekonomiler ve Avrupa Birliği

5,6

3,7

27,6

23,4

66,9

72,8

Merkez ve Güney-Doğu Avrupa(AB dışı) ve BDT(Bağımsız Devletler Topluluğu)

27;0

20,2

24,5

24,6

48,5

55,2

Doğu Asya

47,9

36,9

23,8

27,8

28,3

35,3

Güney-Doğu Asya ve Pasifik

49,3

44,3

15,9

17,8

34,8

38

Güney Asya

59,5

53,5

15,4

18,9

25,1

27,6

Latin Amerika ve Karayipler

21,5

16,3

21,4

22,1

57,1

61,6

Ortadoğu

22,1

19,1

25,9

26,1

52,1

54,8

Kuzey Afrika

29,2

27,8

20,5

22,5

50,3

49,7

(Sub)Orta-Sahra Afrikası

62,4

59,0

8,8

10,6

28,8

30,4

 

İster endüstriyel toplum diye nitelensin ister kapitalizm, bu bakış açısına göre –ki oldukça da yaygın ve etkili- imalat sanayi aleyhine hizmet sektöründeki genişleme, “mavi yakalı” (ya da kol) işçilerin aleyhine “beyaz yakalıların”(ya da kafa işçilerinin) artışı, yapısal bir dönüşümün (hatta kapitalizmin ötesinde) emareleri olarak okunmaktadır.

Gerçekten durum öyle mi? Sanayisizleşme ile mi karşı karşıyayız? Kapitalist üretimin ürünü metalar sadece sanayi üretimi sonucunda ortaya çıkan somutlaşmış mallar mı? Kapitalist üretim ilişkileri sadece bunu mu ifade ediyor? Hizmetler altında toplanan geniş sektörlerin hepsi, kapitalist üretim süreci açısından aynı nitelikte mi? Bu soruları cevaplandırmak için Marks’ın kapitalist üretim sürecin özgün niteliğini ortaya koymasına olanak veren üretken emek kavramı çerçevesinde konunun incelemesine başlayalım.

Üretken ve Üretken-Olmayan Emek

Marks’ın Smith’ten devraldığı üretken emek kavramı, kapitalizmin üzerinde yükseldiği özgün emek biçimini ifade etmesi anlamında oldukça önem taşır:

“Üretken emek, kapitalist üretim süreci içinde emek-gücünün aldığı biçimin ve tarzın ve tüm ilişkinin kısa adıdır. Ancak onu emeğin öteki türlerinden ayırt etmek, çok büyük önem taşımaktadır; çünkü bu ayrım, tüm kapitalist üretim tarzının ve sermayenin kendisinin de üzerinde temellendiği emeğin özgül biçimini ifade eder.

Dolayısıyla üretken emek –kapitalist üretim sistemi içinde- işvereni için artı-değer üreten ya da emeğin nesnel koşullarını sermayeye ve onların sahibini de kapitaliste dönüştüren emektir; yani kendi ürününü sermaye olarak üreten emektir.” (Marks, 1998, s.371)

“Kapitalist üretimin dolaysız amacı ve asıl ürünü artık değer”dir diyen Marks açısından kapitalizmin incelenmesinde, bu artık-değerin tek üreticisi olan üretken emek, merkezi önemde durmaktadır. Sermaye birikimine dönüştürülecek artı-değerin üreticisi olan üretken emek ile üretken olmayan emeğin ayrımı; sermaye birikiminin seyrini; kapitalist krizleri anlamak açısından da temeldir.

Marks için üretken emek tanımlamasına girişmeden önce bu konuda Marks’a öncüllük eden ve bugün de yanlış kavramlaştırmalara (üretken olmayan emeği hizmet üreten emek olarak nitelemesi bağlamında) neden olan Smith’in tanımlarını ele alarak başlayalım. Tanımlamalar diyoruz, çünkü Adam Smith üretken emek için iki tanımlama getiriyor. Marks tarafından en büyük bilimsel başarılarından biri olarak övülen ilk tanımlamaya göre üretken emek sermaye ile doğrudan değişilen emek; üretken olmayan emek gelirle değişilen emek (yani üretimin büyümesine katkıda bulunmayan ve üretimin bir bölümünü de aldığı ücretle tüketen emek) olarak değerlendiriliyor. Marks’ın hatalı olarak gördüğü, Smith’in ikinci tanımlaması ise üretken emeği maddi bir ürün yaratan emek; üretken olmayan emeği ise bir hizmet üreten emek olarak niteliyor.

Marks, Smith’in birinci tanımından yola çıkıp onu ilerleterek üretken emekle ilgili şu değerlendirmeye ulaşıyor: “…doğrudan doğruya üretim süreci içinde sermayenin değerlenmesi için tüketilen emek üreticidir.” (Marks, 2010, s.800); “Kapitalist bir toplumda emek, artı-değer ürettiği sürece üretkendir.” (Marks, 1998, s.371) Dolayısıyla üretken olmayan emek, artı-değer üretmeyen emek olarak ifadeleniyor: “Ne zaman emek, canlı etmen olarak değişir sermayenin yerine geçmek ve kapitalist üretim sürecine katıştırılmak için değil, kullanım değeri olarak, hizmet olarak tüketilmek için satın alınırsa emek üretici emek, ücretli işçi de üretici işçi değildir.”(Marks, 2010, s.802)

Üretken olmayan emekle ilgili Marks’ın alıntısı, emeğin ürününün bir hizmette somutlanmasından çok, emeğin; kendisinin bir hizmet olarak satın alınmasından, kapitalist üretim sürecinde değil bireysel hizmet olarak kullanılmasından, değişim değeri yaratma aracı değil hizmet sunarak bir kullanım-değeri olduğundan bahsetmekte. Marks’ın üretken olmayan emeği üzerinden tariflediği bu emek biçimi, Smith’in ya da Marks’ın yaşadığı dönemlerde yaygın bir emek türünü, ev içi hizmette çalışan işçiyi tarifliyor ki bu şekilde çalışan işçiler sanayi işçilerinden bile kalabalık:

“Fabrikalar hakkındaki en son (1861 ya da 1862) rapora göre, Birleşik Krallık’ta böyle tanımlanan fabrikalarda istihdam edilen toplam insan sayısı (yöneticiler dahil) sadece 777.534 iken, sadece İngiltere’deki kadın hizmetçilerin sayısı 1 milyona ulaşıyordu.” (aktaran Braverman, s. 333)

“Amerika Birleşik Devletleri’nde 1820’de yapılan ilk mesleki sayıma göre, ev içi ve kişisel hizmetlerdeki istihdam imalat, madencilik, balıkçılık ve kerestecilik sanayilerinin birleşik istihdamının dörtte üçü büyüklüğündeydi; 1870’de bile söz konusu istihdam tarım dışı istihdamın yarısından daha az değildi.” (Braverman, s.332)

Harry Braverman’ın haklı olarak belirttiği gibi bu dönemde kapitalistler, hizmet emeğini sermaye biriktirirken değil, karlarını harcarken istihdam etmekteydi. Ancak bugün, gerek Smith’in gerekse Marks’ın yaşadığı dönemden farklı olarak, hizmet emeği kapitalist üretime dâhil edilmiş durumda. Hizmetler sadece karları harcarken istihdam edilmiyor; kapitalist hizmet üretimi söz konusu. Geniş hizmet sektörü sadece sanayide üretilen artı-değerin ortakçısı değil; aksine bu sektörün önemli bir bölümü artı-değer yaratan üretim alanlarını oluşturuyor. Marks da aslında, kendi döneminde bir nüve halinde olan, hizmet alanının bu yanına atıf yapmış; değişen üretim sürecinde hizmet emeğinin farklı bir nitelik kazanabileceğine –üretken emek olarak artı-değer ortaya koyabileceğine- vurgu yapmıştı:

“Maddi nesneler üretiminin dışında kalan bir alandan örnek alırsak, bir öğretmen, öğrencilerin kafaları üzerinde emek harcamasının yanı sıra, eğer okul sahibini zenginleştirmek için de eşek gibi çalışıyorsa, üretken bir emekçi sayılır. Okul sahibinin, sermayesini, sosis fabrikası yerine öğretim fabrikasına yatırmış olması hiçbir şeyi değiştirmez. Demek oluyor ki, üretken emekçi kavramı, yalnızca, iş ile yararlı etki arasındaki, emekçi ile emek ürünü arasındaki bir ilişkiyi anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda tarihsel gelişmeden doğan ve işçiye, doğrudan doğruya artı-değer yaratma aracı damgası vuran özgül bir toplumsal üretim ilişkisini de anlatıyor.” (Marks, K-I: 520)

Üretim sürecinin genişlemesi ile birlikte genişleyen gerek dolaşım alanı gerekse artan bireysel ihtiyaçların sonucunda büyük bir hizmet sektörü bugün karşımızda duruyor. Ama bu geniş hizmet sektörü, kapitalist üretim ilişkileri açısından hepsi aynı şekilde değerlendirilemeyecek çeşitli alt sektörlerin bir bütününü ifade ediyor; böyle tarifleniyor. Bu alanlardan bazıları artı-değer üretiminin parçası olurken diğerleri üretken sektörlerde yaratılan artı-değerin ortakçısı niteliğine sahipler. Dolayısıyla öncelikle kapitalist üretim sürecini ve bu çerçevede hizmet sektörünü ele almak, bugün kapitalizmin aldığı biçimi anlamak için gerekli.

Kapitalist Üretim Süreci ve Hizmet Sektörü

Kapitalist üretimin hakiki tezahürü; P-M…Ü…M’-P’ (Para-Meta… Üretim… Meta’-Para’) biçimindedir. Bu üretim sürecinde sermayenin tam döngüsü üç uğrakta gerçekleşir; para-sermayenin üretici-sermayeye, üretici-sermayenin meta-sermayesine ve meta-sermayenin para-sermayeye dönüşümü şeklinde. Sadece, üretim aşamasına denk düşen ikinci uğrakta artı-değer üretilirken; üretken olmayan birinci ve üçüncü aşama para ile meta (p-m ya da m-p) arasında bir biçim değişikliğinden başkasına tekabül etmez. Bu uğraklar dolaşım alanlarıdır ve değer ya da artı-değer üretmezler; sadece dolaşım alanının kapitalist üretim sürecinin vazgeçilmez bir parçası olması nedeniyle üretken sermaye aşamasında yaratılan artı-değerden pay alırlar. Marks’ın tanımladığı gibi maden, tarım, imalat ve ulaştırma sanayi maddi üretimin alanları olarak artı-değer üretiminin gerçekleştiricileri iken (ki artı-değer üreticileri bunlarla sınırlı değildir, ileri bölümlerde göreceğimiz gibi) dolaşım alanında faaliyet gösteren ticari ve finansal sermaye değer yaratmazlar, üretilen artı-değere ortak olurlar.

Marks’ın Kapital’de detaylıca açıkladığı bu kapitalist üretim süreci, üretim aşaması kadar dolaşımı (ticari ve finansal sermayenin faaliyet gösterdiği) da içerir. Bu gerçek, kapitalizmin ilk ortaya çıkışından beri böyledir ve Marks tarafından Kapital’de sermayenin tam dolaşımı, bu süreçte ticari ve finansal sermayenin işlevi tahlil edilmiştir. Ticari-finans sermaye, kapitalist üretim sürecinin bir parçasıdır; kendinden menkul faaliyet alanları değil. Demek isteriz ki dolaşım olmadan üretim; üretim olmadan da dolaşım olmaz. Sermayenin tam dolaşımında üretim ve dolaşım birbirlerinden ayrılamaz. Üretim sürecinde artı-değer üretilmezse dolaşım alanında da bu artı-değer paylaşılamaz. Bu bağlamda, finansal ve ticari sermayenin faaliyetlerinin genişlemesi, üretken sermaye aşamasının genişlemesinin bir ürünüdür.

Gelgelelim sanayisizleşme konusuna. Bu konudaki değerlendirmeler tartışmaya açıktır. Öncelikle sanayi üretimi ciddi oranda bir küçülme içinde değildir; hele ki kapitalizmin bir dünya sistemi olduğu göz önüne alınarak dünya çapında bir değerlendirme yapılırsa bu iddianın geçersizliği daha belirginleşir (bakınız ilk tablo, gelişmiş ülkeler dışında imalat sanayinin payı artmaktadır). Kaldı ki sanayi istihdamında azalma da doğrudan sanayisizleşmeyi ifade etmez. Üretim teknolojilerindeki, otomasyon sistemlerindeki gelişmeler çerçevesinde emek verimliliğindeki artış istihdamı azaltırken üretimi artırabilir. Dolayısıyla sanayi üretiminin merkezi rolü zayıflamaz.

Marks, Komünist Manifesto’da kapitalizmin durağan bir sistem olmadığını, üretimde dönüşümleri beraberinde getirdiğine vurgu yapar:

“Burjuvazi üretim araçlarını ve dolayısıyla üretim ilişkilerini ve toplumsal ilişkileri sürekli devrimcileştirmeden var olamaz… Burjuvalar dönemini tüm ötekilerden ayırt eden nitelikler vardır: üretimde sürekli dönüşüm, tüm toplumsal kesimlerin kesintisiz sarsıntıya uğratılması, sürekli çalkantı ve güvensizlik.” (Marks, 2006, s.34)

Kapitalizmin dinamik bir sistem olduğundan gelişimi boyunca kimi sanayi dalları etkinliğini kaybederken kimi yeni sanayiler(turizm, eğlence gibi hizmet üretimi ya da enerji) gelişmektedir. Kapitalizm daha önce sadece kullanım değeri olan unsurları (hizmetler gibi)  meta üretimine katmıştır. Örneğin Marks, yaşadığı dönemde hizmetlerin pazarlandığı bir topluma tanıklık etmemiştir(nüveleri var olsa da). Bu tür bir ekonomide hizmetler, kapitalist üretim ilişkilerine dâhil edilmemişti, meta üretiminin (kullanım değerine sahip değişim-değerleri üretimi) parçası değildi. Hizmet emeği, sermaye üretirken değil karlar harcanırken kullanılıyordu.

Oysa günümüzde, hizmet sektörünün meta üretimine dâhil edilmesiyle sermayenin önemli bir değerlenme alanı haline gelmiştir. Geniş bir alanı kapsar şekilde tanımlanan hizmet sektörü üst başlığı altında yer alan alt sektörlerin bir kısmı dolaşım alanının, diğerleri ise üretim alanının parçası olmaktadır. Dolayısıyla hizmet sektöründe meta üretmeyen alt sektörler bulunduğu gibi önemli miktarda, meta üretiminin, dolayısıyla artı-değer üretiminin gerçekleştiği alt sektörler bulunmaktadır.

Hizmet sektörü, genellikle şu alt sektörleri içerecek şekilde tanımlanmaktadır: Bilgi ve bilişim; finans ve sigorta işlemleri; gayrimenkul faaliyetleri; mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler; idari ve destek hizmetleri; kamu yönetimi ve savunma, zorunlu sosyal güvenlik; eğitim; insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri; kültür, sanat, eğlence, dinlence ve spor; diğer hizmet faaliyetleri. Bu sektörlerden devlet tarafından gerçekleştirilen genel kamu hizmetleri(idari ve adli); iç ve dış güvenlik faaliyetleri ile kamu sektörüne bağlı refah hizmetleri(eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi) ve finans sermaye ile ticari sermayenin faaliyet alanı banka, sigorta ve mortgage şirketleri, toptan ve perakende ticaret (reklâmcılığın da dâhil olduğu) alanı hizmet sektörünün artı-değer üretmeyen kollarıdır. Bunlar dolaşım alanındadır ya da toplumsal düzenin yeniden üretimine hizmet ederler. Bunlar dışında kalan hizmet sektörünün alt sektörleri –turizm, eğlence, dinlence gibi hizmet faaliyetleri ile Marks tarafından doğrudan üretim sürecinin parçası olarak tanımlanan ulaştırma- değişim değeri (meta) üretilen üretken sektörlerdir. Ki bu sektörlerin ekonomide geniş yer tutan hizmet sektörü içindeki payları büyüktür.

Kısaca toparlarsak, sanayinin istihdamdaki payının azalması sanayisizleşme anlamına gelmemektedir. Bir dünya sistemi olan kapitalizmin dünya çapındaki eğilimi bu yönde değildir; gelişmiş Batılı ülkelerde imalat sanayi yatırımlarında gerileme, başka ülkelerde (Hindistan ve Asya örneklerinde olduğu gibi) bir yükselmeyle birlikte gitmektedir. Kaldı ki gelişmiş ülkelerde üretim teknolojilerindeki gelişmeler, istihdam azalsa da aynı çapta üretim yapılmasına imkân vermektedir. Üretimde sürekli dönüşüm yaratan kapitalist sistem, üretken (değer yaratan) sanayilerin yanına yenilerini eklemiş; giderek genişleyen hizmet sektörünün önemli bir bölümü, piyasa için üretilen, alınır satılır metalar haline dönüşen hizmetlerin varlığında (hizmetlerin pazarlandığı koşullarda) artı-değer üreten sektörlerin parçası olmuştur. Hatta özelleştirme uygulamalarıyla devletin elindeki eğitim, sağlık gibi hizmetlerin piyasaya açılmasıyla bu alanlarda yeni artı-değer üreten sektörler arasında yerlerini almaktadır. Dolayısıyla sanayi denilince aklımıza imalat, enerji, ulaştırma, tarım, madencilik kadar hizmet üretimi de gelmeli ve bunların hepsi artı-değer üreten (kapitalizme özgü üretimingeliştiği) alanlar olarak görülmelidir.

İşçi Sınıfındaki Değişim

İşçi sınıfı üzerine tartışmalar da en az kapitalist ekonominin değişen biçimine yönelik tartışmalar kadar hararetli. Kapitalizme özgün üretim ilişkilerini kavramamış entelektüeller ya da bilinçli olarak bu yönde propaganda yürütenler, hizmet sektörün artan alanını yeni bir toplumsal düzenin emareleri sayıyorlar. Bu bağlamda da gerek Marks’ın devrimci fikirleri gerekse onun kapitalist sisteme yönelik çözümlemeleri artık(!) geçersiz kabul ediliyor, ne de olsa artık farklı bir düzenle karşı karşıyayız! İşçi sınıfı da bu propagandadan payını alıyor haliyle. İşçi sınıfını imalat sanayinde çalışan kol işçileri-mavi yakalılarla bir tutan anlayış çerçevesinde sanayisizleşmenin hüküm sürdüğüne inanılan koşullarda işçi sınıfı da zayıflayan, etkisizleşen ve toplumsal ağırlığını kaybeden bir kesim olarak resmediliyor. Gelişen sektörlerde (hizmet gibi) çalışan kesimler topyekûn orta sınıfların içine sokulurken hizmet sektöründe çalışan, kafa emekçisi ya da beyaz yakalılar sayılan işçiler de üretken olmayan çalışanlar (artı-değer üretmediği tespitiyle) olarak niteleniyor.

İşçi sınıfının kapitalist üretimin değişen çehresindeki konumlarını ele almak sınıf mücadelesinin ve dolayısıyla devrimci potansiyelleri kavramak adına olmazsa olmaz. Öncelikle yazının başlangıç kısmında belirttiğimiz bazı temel değerlendirmeleri sınıf tartışmalarını içerecek şekilde tekrar edelim. Bugün kapitalist ekonominin önemli bir parçası haline gelmiş hizmet sektörü, kapitalist üretim ilişkilerinden ayrı bir şekillenişe, işleyişe ve güdülere sahip değil; kapitalist üretimin bütün alanları kapsayan genişlemesinin bir ürününden başka bir şey değil. Geniş hizmet sektörü başlığı altında üretim sürecinin çeşitli uğrakları gerçekleşmekte. Hizmet sektörünün alt kolları olan turizm, eğlence, sağlık-eğitim (piyasaya açılmışlarsa) gibi hizmet alanlarında çalışanlar artı değer yaratan üretken emekçilerden başkası değiller. Kısacası hizmet sektörü denildiğinde; kapitalizm dışı, ötesi –ne denirse- bir sektörle değil, pazara yönelik üretim yapan (hizmet şeklinde, alınır satılır meta üreten) ve dolayısıyla Marks’ın ifadesiyle genelleşmiş meta ekonomisi olan kapitalizmin, tam da bu nedenle önemli bir yerinde duran bir sektörle karşı karşıya olduğumuzu unutmamak gerekiyor.

Gelelim hizmet sektörü çalışanların sınıfsal konumlarının belirlenmesine. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki hizmet alanında çalışan herkes kafa emekçisi-beyaz yakalı olarak tarifleniyor; ancak kol emeğiyle çalışan hizmet işçileri (hastane işçileri, liman işçileri, çöpçüler, posta işçileri ya da kamyon-otobüs-taksi şoförleri gibi) dikkate değer sayıda. Dolayısıyla kol işçilerinin azalmasından bahsedenler bu işçileri sadece sanayide çalışanlara indirgeyerek bu sonuca ulaşıyorlar ve resmin tamamını görmüyorlar.

Kapitalizmin son yüzyılda geçirdiği değişimler çalışan nüfus içinde kafa emekçilerinin-beyaz yakalı olarak nitelenen ücretli çalışanların sayısını büyük oranda artırdı. Marks’ın yaşadığı dönemde hizmet sektörü büyük oranda ev işlerinde çalışan hizmetçilerle sınırlıydı; büro çalışanları ise çok küçük bir azınlıktı:

“Amerika Birleşik Devletleri’nde 1870 nüfus sayımı, kırtasiyecilikle ilgili işlerde çalışan sadece 82.000 kişi ya da ‘kazançlı işçilerin’ tümünün yüzde 1’inin onda altısı kadar insan saptamıştı. Büyük Britanya’da, 1851 nüfus sayımı yaklaşık 70.000 ile 80.000 büro işçisi ya da kazançlı meslek sahiplerinin yüzde 1’inin onda sekizi kadar büro işçisi saptamıştı.” (Braverman, s.277)

Bu az sayıda çalışan, patronla yakın bir ilişkiye sahipti ve ayrıcalıklı bir pozisyona sahipti. Ancak büro işlerinin alanı giderek genişlemiş; bu süreçte büro işlerinin bölünmesi ve basitleşmesiyle büro çalışanları da vasıfsızlaşmaya başlamıştır. Büro işçilerinin sayısı gün be gün artarken bu çalışanların çoğunluğu, neredeyse, Braverman’ın ifadeleriyle “kol emeği dışında hiçbir şeyin yapılmadığı büro kategorileri”nde çalışır hale gelmiştir. Bırakın 150 yıl önceki ayrıcalıkları, kalifiye bir mavi yakalıdan bile daha düşük koşullara gerileyen büro emekçileri işçi sınıfı içindeki ağırlığı oldukça artmıştır:

“1961 sayımına göre, Britanya’da meslek sahibi nüfusun neredeyse yüzde 13’ünü oluşturan yaklaşık 3 milyon büro çalışanı vardı. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise 1970’de büro işi sınıflandırması, kazanç getiren meslek sahiplerinin neredeyse yüzde 18’ini oluşturan 14 milyonu aşkın işçiye ulaştı.” (Braverman, s.277)
Kapitalist sistem, Marks’ın Komünist Manifesto’da öngördüğü rotada ilerlerken geçmişin ayrıcalıklı beyaz yakalıları işçi sınıfının içine katılırken beyaz yakalıların daha vasıflı kesimleri de her geçen gün aynı kadere doğru ilerlemektedir:“Doktoru da, hukukçuyu da, rahibi de, şairi de, iktisatçıyı da, kendi ücretli emekçisi haline getirmiştir. (Marks, 2006, s.33)
Kaynakça1-      Bell, D. (1999). The Coming of Post-Industrial Society: A Venture in Social Forecasting. New York: Basic Books.

2-      Braverman, Harry (2008) Emek ve Tekelci Sermaye. İstanbul: Kalkedon.

3-      Callinicos, A. Harman, C. Değişen İşçi Sınıfı.

4-      Marks, K. Engels, F. (2006) Komünist Manifesto. İstanbul: Mephisto.

5-      Marks, K. (1998) Artı-Değer Teorileri – Birinci Kitap. Ankara: Sol Yayınları.

6-      Marks, K. (2010) Ek -Yayımlanmamış 6. Bölüm: Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları. Kapital – Birinci Cilt. İstanbul: Yordam Kitap.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı