Sosyalizm Kazanacak!
/ Polemik / Haziran Günleri ve Sınıf

Haziran Günleri ve Sınıf

on 12 Eylül 2014 - 22:03 Kategori: Polemik

Haziran Günleri vesilesiyle tartışılan konulardan birisi de isyanın sınıfsal karakteri idi. Daha önce isyanı orta sınıf hareketi olarak gören anlayışla polemiğe girsek de hareketin sınıfsal niteliğini biraz daha geniş bir perspektifle ortaya koymak gerekiyor. Bu anlamda harekete yönelik çeşitli tanımlamalar mevcut. Bu tanımlar neler, bu tanımlara nasıl yaklaşmak gerekli ve de bizim tanımımız nedir, yazıda bunları tartışacağız.

Genel olarak bu tartışmada 2 önemli eğilim var. Bir tanesi hareketi orta sınıf olmakla itham eden anlayış, diğeri de hareketi bir çeşit işçi sınıfı hareketi olarak gören ve esas olarak şabloncu olarak nitelendirmekte sakınca görülmeyecek yaklaşım. Hareketi orta sınıf olarak nitelendiren anlayışa yönelik daha önce bir tartışma yürüttüğümüzden dolayı bu meseleye çok fazla değinmeyeceğiz. ‘Orta sınıf’ konusu da uzun soluklu ve ayrı bir kavramsal tartışmanın konusu. Ancak bu kavrama, üretim temelli de, tüketim temelli de yaklaşacak olsak, isyanın bir orta sınıf hareketi olmadığı aşikâr. Özellikle eylemlerin hem yoksul mahallelerinde yankı bulduğunu, hem de şehir merkezlerindeki eylemlere katılan “alt sınıf” unsurların (yine hem üretim hem tüketim karşısındaki konumu ile) varlığı ve fiziksel olarak önemli katkıları bu iddiayı çürütüyor. Çatışmada hayatını kaybeden eylemcilerin işçi emekçi kökenleri de bu duruma işaret ediyor.

Tartışmaya ilişkin ikinci ve en önemli eğilim ise hareketin sınıfsal niteliğini abartıp meseleyi şabloncu bir boyutta ele alan ve hareketi kızıla boyamaya varacak kadar indirgemeciliğe giden bir yaklaşım. Korkut Boratav ve Metin Özuğurlu’nun sendika.org’a verdiği röportajlar *bu tür yaklaşımların bir örneğini sundu. Bu üç ismin ortak özelliği meseleyi orta sınıf eylemi olarak çözümleyen anlayışa karşı eylemlerin sınıfsal niteliğini ‘kanıtlama’ çabası. Ancak bu kanıtlama çabası eylemleri bir şablona sokmanın ötesine gidemiyor. İddiaların, kanıtların ve çıkış noktalarının sığlığı, maalesef kendilerinin indirgemeci yaklaşımlarında vücut buluyor.

Meseleyi ele almaya varlık sorunu ile başlayalım. “İşçi sınıfı eylemlerde var mıydı yok muydu?” tartışmaları, içinde yaşadığımız dönemde işçi sınıfı tanımlaması tartışmaları ile de ilgili. Üretken emek, üretken olmayan emek sınıflandırmasıyla ayırabileceğimiz ve emek gücünü meta üreterek değil, toplumsal yeniden üretimi sağlamak amacıyla harcayan bir kesimden bahsetmek mümkün. Peki ya bu kesimlerin eylemlere katılımı ne düzeydeydi? Kuşkusuz eylemlerin bileşenleri arasında üretken emekle geçinen işçi sınıfı da mevcuttu.  Ancak bu kesimler arasından en önemli katılım hiç kuşkusuz diğer tarafa aitti. Beyaz yakalı işçi sınıfının (öğretmen, sağlık emekçisi gibi) eylemlerdeki varlığı aşikâr olmakla beraber bu katılıma belirli bir düzeyin üzerinde anlam ithaf etmek anlamsız olacaktır. Eskiden genelde orta sınıfa mensup olan bazı meslek gruplarının da (mühendisler gibi) artık büyük ölçüde proleterleştiğini biliyoruz. Bu proleterleşen unsurların da eylemlerde önemli katılımı bulunmakta idi.

Ancak hareketin niteliğini tanımlarken eylemlere bu düzeydeki katılımlar baş faktör olarak ele alınamaz. Burası önemli çünkü meselenin sınıfsal bir başkaldırı olduğunu söylemek daha fazlasını gerektiriyor. Bunu söylemek için öncelikle ortada sınıfsal bir talep olması gerekiyor. Ancak ortada ne işsizlik, ne yoksulluk, ne de ekonomik geleceksizlik ekseninde gelişen talepler söz konusuydu. Yazarlar bu iddialarına kanıt sunmak için Gezi Direnişinin başlangıcı olan Taksim Meydanı’ndaki yağma ve talana, bir kentsel dönüşüm ve rant projesine karşı başlamasından yola çıkarak bu iddialarını pekiştirmeye çalışmaktalar. Hareketin bu yönüyle, özellikle İstanbul ayağının anti-kapitalist bir içerik taşıdığı söylenebilir ancak bu konuyu hareketin temeline oturtursak gerçek durumu epeyce farklı bir yere çekmiş oluruz. Hareketin genel olarak özgürlükçü bir nitelik taşıdığını ve AKP hükümetinin otoriter eğilimlerine yönelik bir başkaldırı etrafında şekillendiğini tekrar hatırlatalım. Ayrıca, meseleyi bu karşıtlık ekseninde ele almasak da eylemlerde Alevi dinamiği başta olmak üzere bir ezilen dinamiği olduğunu söylemek mümkün. Yine öğrenci dinamiğinin eylemlerde bir hayli önemli bir yer tuttuğunu görmek gerekir. Örneğin eylemlerde öne çıkan kentlerden birisi olan Eskişehir, üniversitelerin kapanması ile öncü durumundan hızla geri plana düşmüştür. Diğer bir sürü kentte de üniversite hareketinin başat aktör olduğunu söyleyebiliriz. Her yere yerel ekonomiyi kalkındırsın diye açılan üniversitelerin gelecekte de AKP ve diğer egemenleri bir hayli zorlayacağını görmek için dahi olmaya gerek yok. Zaten AKP iktidarı da bunu fark ettiğinden üniversitelere polis gücünü yerleştirmeye hazırlanıyor. Bunun dışına liseliler de özellikle eylemlerin en hızlı olduğu günlerde en ön saflarda ciddi bir güç oluşturmuşlardı. Bunun dışına işsiz gençlik kesimlerinin de varoş gençliği ile beraber eylemlerde ciddi ölçüde başı çektiğini eklememiz gerekir.

Metin Özuğurlu sormuş: “Adaletsizliği ve eşitsizliği meşru kılan zırhın parçalanmasına ve ahlaki öfke patlamasına neden olan olay, kentte ortaklaşa paylaşılan bir toprak parçasının sermayeleşmesine karşı başlatılan direnişin hoyratça bastırılması değil midir?” Evet, ancak mesele ‘kentte ortaklaşa paylaşılan bir toprak parçasının sermayeleşmesine karşı başlatılan direniş’ değil her türlü ‘hoyratça bastırmanın’ artık tahammül sınırlarını zorlamış olmasıdır.

Konu ile ilgili önemli tartışmalardan birisi de gençlik. Haziran direnişi için ‘gençlik hareketi’ tanımlaması yapılmasına karşı çıkılıyor. Kabaca ‘gençlik geleceğin işçi sınıfıdır’ deniyor. Ancak gençlik tanımına yönelik bu kategorizasyon da yine şabloncu ve indirgemeci. Evet, gençliğin büyük kısmı geleceğin işçi sınıfıdır ama bu gerçek hareketi bir işçi hareketi yapmaz. Gençlik kavramını reddetmenin bir âlemi yok. Marksist literatürde, Lenin başta olmak üzere pek çok kişi gençlik üzerine çalışmalar yapmış ve söz söylemiştir. Çünkü gençlik bağrında taşıdığı özelliklerle salt demografik bir kategori değil aynı zamanda politik bir kategoridir. İşçi ve işsiz gençlikle büyük çoğunluğu geleceğin işçisi ya da işsizi olacak olan öğrenci gençlik ve kapitalist çürümenin karşısında sosyalizme meyleden diğer gençlik kesimleri her zaman egemenlerin baş belası olmuştur. AKP de son eylemlerde bu baş belasıyla karşı karşıya kalmıştır.

Eylemlere belirli bir ad vermek belirli bir şablona düşme riskini beraberinde getiriyor ama ne olursa olsun ortada önemli bir gençlik hareketi mevcut. Meseleyi sınıfların fiziki varoluşu değil, karşıtlık eksenleri, dinamik ve motivasyonları ile ele aldığımızda harekete bir popüler halk hareketi tanımlaması yapmak mümkün. Gerçekten de harekete işçi hareketi dememiz için salt katılım ölçütü yeterli bir ölçüt değil, çünkü laik duyarlılığı olan orta sınıflar da eylemlerin önemli bir parçasıydı.

Şunu da dile getirelim ki, eylemlerin farklı bir boyuta sıçrayamamasının nedenlerinden birisi de bu işçi emekçi taleplerinin son derece sınırlı kalması ve işçi sınıfının bir sınıf olarak eylemlere etki edememesi idi. Ancak AKP’nin dış açığını kapatan en önemli kapı olan ABD’den gelen sıcak para akışının kesilmesi gündemde. Dolayısıyla Türkiye’yi de önümüzdeki aylarda önemli ekonomik sorunlar bekliyor. Bu da AKP iktidarına yönelik mücadelenin içerisine daha fazla ekonomik talebin girmesi demek olabilir. Bu, tam da o zaman işçi sınıfının üretim gücüyle devreye gireceği anı beraberinde getirebilir. Bunları zaman gösterecek…

*İlgili metinler:

Korkut Boratav, Gezi Direnişi’ni değerlendirdi: “Olgunlaşmış bir sınıfsal başkaldırı…” (sendika.org, 22 Haziran 2013) – http://www.sendika.org/2013/06/her-yer-taksim-her-yer-direnis-bu-isci-si…

Metin Özuğurlu, Gezi Direnişi’ni değerlendirdi: “Devrime hasret kalmış insanlık ve siyasetini arayan halk sınıfları…” (sendika.org, 28 Haziran 2013) –http://www.sendika.org/2013/06/metin-ozugurlu-gezi-direnisini-degerlendi…

0 YORUM YAP

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir