Sosyalizm Kazanacak!
/ Dünyadan / “Doğu Türkistan”da Katliam Var Mı? Sincan-Uygur’da Neler Oluyor?

“Doğu Türkistan”da Katliam Var Mı? Sincan-Uygur’da Neler Oluyor?

on 30 Haziran 2015 - 21:55 Kategori: Dünyadan, Gündem

Malum, özellikle sosyal medyada son dönemlerde Uygur Türklerine ait olduğu iddia edilen birçok fotoğraf dolres 2aşıyor. Fotoğraflar genellikle kaynak gösterilmeden servis ediliyor. Yani fotoğrafların gerçekliğinin ispatı, sosyal medya gibi bilgi kirliliğinin çabuk yayıldığı bir ortamda pek mümkün değil.

Evvela şunu belirtelim: fotoğrafların gerçek olmaması, Çin’in güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyor. Çin’de 56 ayrı etnik unsur yaşıyor ve neo-liberal uygulamaların giderek arttığı ülkede, kapitalist cendere içerisinde yoğun sömürünün yanı sıra söz konusu etnik unsurların baskılandığına tanık oluyoruz. Bunlar içerisinde Uygurların Tibetlilerle beraber özel bir yeri bulunuyor. Uygur bölgesi Çin İmparatorluğu tarafından 19.yy’ın ikinci yarısında ele geçirilmişti. O günden bugüne kadar da adım adım Çinlileştirme politikası uygulandı ve yerli Uygur nüfus bölgede azınlığa düştü. Uygur Türklerinin ezilişi başka dramları beraberinde getirdi. Uygur muhalefeti, fanatik dincilerin ve ABD’nin eline düştü. Denize düşen yılana sarılır derler. ABD’nin tek derdi de rakibi Çin’i yumuşak karnından vurmak. Arada olan Uygurlara oluyor. Türkiye’de de İslamcı ve faşist çevreler kendilerine bir dava yaratmak adına Uygur halkının acılarını istismar etmekle meşguller. Son çıkan asparagas haberler de bu istismarın bir parçası. Oysa ne ABD’den ne de fanatik dincilerden Uygurlara bir fayda var. Açık ki Uygur halkı için tek çıkar yol sömürüye karşı Çinli işçilerle birleşmekten geçiyor. Uğradıkları baskı ve asimilasyon yüzünden Han Çinlilerinden nefret etmek yerine aynı kaderi paylaştıkları işçiler ve köylülerle birleşmeliler. Uygur toplumunun eğer bir geleceği olacaksa bunun ABD’nin ipiyle ve Selefi baltasıyla olmayacağı aşikardır. Uygurlar bu geleceği devrimde ve enternasyonalizmde aramalıdır.

Neo Liberal Politikaların Sonucu: Sınıf Kardeşliği Yerine Etnik Nefret!

Neo-Liberal politikaların azgınca uygulandığı Çin’de etnik nefret zaman zaman yükselebiliyor. Bunun en yakın örneği 2009’da yaşandı. Hatırlanacağı üzere Çin nüfusunun %92’sini ve Dünya nüfusunun yaklaşık %20’sini oluşturan Han ulusu ile Uygurların, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki çatışmasında yaklaşık 200 kişi ölmüş; 1.721 kişi de yaralanmıştı.

Olayların başlangıcını, bir oyuncak fabrikasındaki 2 Hanlı kadına Uygurlu işçiler tarafından tecavüz edildiği iddiası oluşturdu. Tecavüz iddiaları kanıtlanamadı ancak olayların fitilini ateşlemeye yetti. Çin polisinin sokağa çıkanlara çok sert müdahale etmesiyle olaylar iyice tırmandı. Bazı kişiler polisin hedef gözeterek açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti.

2009’daki olayların gerçek nedeni neydi? Aslında yaşananlar birikimin sonucuydu. Çin’in, emek sömürüsü üzerine dayanan, işçi sınıfının etnik unsurlar üzerinden birbirine nefret duymasına neden olan politikaları, olayların başlıca nedenini oluşturdu. Zira Çin’deki yaygın emek sömürüsü, nüfus geçişkenliğini ciddi ölçüde arttırıyor. Çinli emekçiler daha iyi yaşama koşulları için ülke içerisindeki farklı bölgelere ya da Avrupa’ya göç ediyorlar. Deniz Tacku’nun Çin Realistesi kitabında söz ettiği şu cümleler Çin’deki emek sömürüsünün boyutlarını ortaya koyuana resimyor: “Bir anonim şirket olan bu fabrikanın 15 atölyesinde 250 işçi çalışıyor. Haftada aşağı yukarı 50-54 saat çalışıyorlar. Aylık ücretleri, aşağı yukarı 1000 Yuan (100 Euro) ve belirli bir bölümü çalışma temposu, kalitesi, ürettikleri mallara göre belirleniyor. Bahar bayramındaki yasal 27 günlük izin, mesai saati ile değiştiriliyor. İşçilerin birçoğu göçmen yada çiftçi. Bunlar Pekin’in içinden değil, kırsal bölgelerden geliyorlar. Çin’de yılda milyonlarca insanı kırsal alandan şehirlere iş aramak için sürükleyen geniş bir iç göç dalgası var. Bunlar şehirlerde Almanya’daki iltica başvurusu kabul edilmemiş, fakat kalmasına müsaade edilen mülteciler statüsüne benzeyen, Çin’deki özel yerleşme hakkı (Hukou) çerçevesinde yaşıyorlar. Çin’de yasal olarak sadece doğum yerinde ikamet edebilirsin. Doğum yerini izinsiz değiştirdiğin takdirde, gittiğin her yerde illegal olarak kalıyorsun. Çocuklarını okula gönderemiyorsun, Komün Halk kongresinde seçim hakkın olmuyor ve sosyal sigortalı da olmuyorsun. Gezgin/göçmen işçi olarak işverene yüksek derecede bağımlı olduğun, sosyal haklarından yararlanamadığın gibi ücret almak bile patronun vicdanına kalıyor. İnsanlar illegal olarak -vatandaşlığa rağmen- hiçbir hakka sahip değil.

Evet Çin’deki durum bu. 2009’da Urumçi’de yaşanan olayların temel nedenini de bu bağlamda değerlendirmek lazım. Uygurlu göçmen işçiler Hanlı yerli işçilere ciddi bir tepki duyuyordu. Zaten olayların öncesinde Uygurlu işçilerin, Hanlı emekçilerin hukuksal statüsünden kendilerinin de yararlanmak istediği ve bu yüzden Hanlılara büyük tepki duyduğu biliniyordu. Çin devleti, bu tepkinin önüne geçmek şöyle dursun, göçmen işçilerin statüsünde hiçbir iyileştirme yapmayarak boğazlaşmayı körükledi. Sonuç olarak Çin’de emek sömürüsü yoğun bir şekilde yaşanırken işçi sınıfı bağlı bulunduğu etnik unsur üzerinden ayrışmaya devam etti.

2009’da yaşanan olaylarda da görüldüğü gibi emekçiler Çin’de birbirini boğazladı ve Çin, polis şiddetini bir önlem olarak kullanmak dışında hiçbir şey yapmadı. “Patronların cenneti” Çin’de emekçiler cehennemi yaşadı.

Gelelim Son Yaşananlara

Evet, Çin’de durum bu. Şimdi gelelim son olaylara. Sosyal medyada anlatıldığı gibi bir katliam söz konusres 3u mu? Aslında benzer manipülasyon 2009’da da yapılmıştı. Aslı astarı olmayan provokatif fotoğraflar Dünya Uygur Kongresi üzerinden servis edildi. Fotoğrafların çoğu kuşkuluydu. Kaynak belirtmeden sosyal medyaya düşen fotoğraflar kısa sürede yayılıyor ve etnik nefret artıyordu.

Peki, Dünya Uygur Kongresi nasıl bir örgütlenme? Kuruluş bildirgesinde Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki ve dışındaki Uygurluların haklarını, çıkarlarını korumak yazıyor. Ne var ki, bu örgütlenme emek sömürüsü altında ezilen Uygurlu emekçiler için ciddi tek bir eylem, söylem ortaya koymamıştır. Genellikle Çin’in Uygurlara yönelik asimilasyon politikalarını eleştirmiş, bu yüzden Çin hükümeti tarafından baskı altına alınmıştır. Örgütün önde gelen isimlerinden Rabia Kadir, bu baskılar sonucunda ABD’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Rabiâ Kadir’in ABD’ye gitmesinden sonra D.U.K’un Çin’e yönelik söylemlerinin sertliği artmış, ABD’deki “Amerika’nın Sesi” gibi yayın organları da Çin’in asimilasyon politikalarının duyurulması açısından araç olarak kullanılmıştır. Bu noktada kötü niyetli yaklaşımların olduğunu tekrar ifade etmek lazım. Rabiâ Kadir’in Çin’den sürgün edilmesi sonrasında D.U.K’un provokatif söylem ve eylemleri artmıştır. Kadir’in D.U.K’u 2009’da öyle görüntüler yayınladı ki, gerçekliği tamamen kuşku içeriyordu ve etnik nefreti körüklüyordu.

Bugün ise 2009’da yapılanlardan daha fazlası yapılıyor. Trafik kazalarında yaralananlar Uygurların uğradığı zulümmüş gibi servis ediliyor. Ya da farklı inançlara mensup insanların inançlarını gösterme biçimi üzerinden yalan fotoğraflar yayılıyor. Örneğin Falun Gong inancına mensup olanlara yapılan işkencelerle ilgili resimler, Uygurluların maruz kaldığı işkenceymiş servis ediliyor.

Altını çizerek vurgulamak gerekir ki söz konusu provokatif fotoğrafları sadece D.U.K yayınlamıyor. Selefi örgütlerres 1le ilişkisi olduğu bilinen Doğu Türkistan İslami Hareketi de bu tarz fotoğrafları servis edebiliyor.

Benzer provokatif fotoğrafların Türkiye’de de yayıldığını belirtmek lazım. Örneğin sağ taraftaki fotoğraf, Sincan-Uygur bölgesinden çekilmiş gibi servis ediliyor; ancak fotoğraf aslında 1950’lerde Güney Vietnam’daki sağcı hükümet dönemine ait. (Fotoğrafın üzerinde, “Allah’ım Sen Kurtar! Oruç Tuttuğu Gerekçesiyle Sokak Ortasında Zalim Çinli Tarafından İnfaz Edilen Doğu Türkistanlı Kardeşimiz” yazıyor)

Sonuç

Sonuç olarak Çin’de etnik boğazlaşmalar yaşandığı gerçeğini gözardı etmemek lazım. 2009’da yaşananlar bunun en somut örneği. Zira kapitalizmin hüküm sürdüğü her coğrafyada bu barbarlık yaşanmaya devam edecektir. Ancak Özellikle son dönemde ciddi bir bilgi kirliliği olduğunu da unutmamak gerekiyor. Konuyla ilgili haberler genelde iki keskin uçtan veriliyor. Ya Doğu Türkistan’da katliam var diye yaygara kopartılıyor; ya da Çin’in pür-i pak olduğu yalanına kitleler inandırılmaya çalışılıyor. Bilgilerin kaynağını ve doğruluğunu iyi araştırmak lazım.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı